Joy Cowley’in Külüstür romanını okurken çocukluğumun esintileri sık sık çıktı karşıma. Külüstür, beni büyüleyen, yer yer kıkırdayarak yer yer kahkahalarla güldüren ve son zamanlarda okuduğum en güzel çocuk romanlarından biri.
Çocukluğum babaannemin yanında geçti. Annem de babam da çalışıyordu. Seksenli yılların taşrasında bakıcılarla ilgili yaşanan birçok sorunun ardından babaannemde kalmam zorunlu olmuştu. Babaannemin yanında kalmak, kentten köye gitmek, bir de anne babadan ayrı kalmak zor geliyordu. Ama duygusal kırılmalar yaşasam da alışacaktım buna. Ki zamanla ne kadar şanslı olduğumu anlamaya başladım. Bir yetişkin olduğumda çocukluğuma dair iyi ki dediğim en önemli şeylerden biri olmuştu babaanne yanında köyde büyümek. Köyün doğası, kuşlar, toprak kokusu, tertemiz hava, gökyüzü, bulutlar, yıldızlar, gecenin büyüsü, gaz lambası, kurt korkusu bana sonsuz deneyimler ve zenginlikler katmıştı çünkü. Bir de babaannemin insanın yüreğini ısıtan sevgisi ruhuma her zaman iyi gelecekti. Ne var ki yaşadığım zorlukları da unutmadım. Sık sık kesilen elektrikle karanlıkta geçen akşamlar, anne baba özlemi, yüreğimin kökünde çın çın öten yalnızlıklar, bir de bulutlar, bir de bulutlar, bir de bulutlar…
Joy Cowley’in Külüstür romanını okurken çocukluğumun esintileri sık sık çıktı karşıma. Külüstür, beni büyüleyen, yer yer kıkırdayarak yer yer kahkahalarla güldüren ve son zamanlarda okuduğum en güzel çocuk romanlarından biri. Güzel diyorum çünkü kitabı okumaya başlar başlamaz beni içine aldı. Yapmacıksız diyalogları, içtenlikli anlatımı ve bir sinema filmi gibi akıcı, bir ırmak gibi süzülerek giden sözcükleriyle…
Yazıya neden babaannemle giriş yaptığımı anlamışsınızdır sanırım. Çünkü Külüstür de kendi hikâyeme benzer şekilde iki kardeşin büyükanne ve büyükbabalarıyla kalmak zorunda oluşlarının öyküsü… Yaz tatili için planlar yaparken elektrik, cep telefonu ve internetin olmadığı bir dağ kulübesinde geçirdikleri günlerini anlatıyor kitap. Doğal yaşamı savunduğu açıkça belli olan yazarın kurduğu olay örgüsü okuma keyfini katlıyor.
Bir kitabı okumak için elime aldığımda öncelikle yazarının yaşam öyküsünü merak ederim. Joy Cowley, Yeni Zelanda’nın Levin kentinde doğmuş. On altı yaşındayken yazı serüvenine başlamış. Üretken ve sevilen bir yazar olmuş. Hem yetişkinler hem de çocuklar için eserler yazmış. Özellikle okuma güçlüğü çeken çocuklar için yazdığı öykülerle çocukların dünyasında apayrı bir yeri olan yazar, romanları ve çocuk şiirlerinin yanı sıra okul öncesi çocuklar için de 600’den fazla eser üretmiş. Uluslararası alanda üne sahip bir yazar. Ve yazma serüvenini hâlâ sürdürüyor.
Gelelim yeniden Külüstür’e… Kitabın kapağı da adı gibi ilgi çekici. Yeşil renklerin hâkim olduğu, yemyeşil çimenlerin, ağaçların, masmavi gökyüzünün altında bacasından dumanlar tüten bir kulübe ve önüne park etmiş mavi renkte, upuzun, şipşirin bir araba… Böyle kapakları çok seviyorum. Çünkü masum, bozulmamış bir doğa görseliyle yüreğimi ısıtıyor. Jack London’ın Ateş Yakmak adlı kitabının kapağı da böyleydi. Kocaman, ıssız ve karla kaplı alanlar ve tam ortada tek başına kalmış bir köpek. Görür görmez kitabı alıp okumuştum ve bu uzun öykü başucu öykülerimden biri olmuştu. Hâlâ da ara sıra elime alıp yeniden yeniden okurum.
Sanırım Fethi Naci’ydi. Bir söyleşide ona sorulan soruyu şöyle yanıtlamıştı.
“Bir kitabın güzel olup olmadığını sizce ne belirler?”
“Eğer onu yeniden elime alıp okuma isteği duyuyorsam o kitap benim için güzel ve değerli bir kitaptır.”
Külüstür, iki kardeşin büyükanne ve büyükbabalarıyla geçirdikleri zorunlu yaz tatilini anlatıyor. Zorunlu diyorum çünkü kardeşler bu tatili başta hiç mi hiç istemiyor. Her ne kadar günlüğü yüz dolardan alacakları para karşılığında kabul etmiş olsalar da, sonrasında her yaz gitme kararı verdikleri, kıyıda köşede kalmış bir kulübede geçirdikleri günleri okuyoruz kitapta. Kardeşler William ve Melissa sırayla anlatıyor. Önce William başlıyor konuşmaya, sonra Melissa alıyor sözü. Kitap bu şekilde bölüm bölüm ilerliyor. Yazarın bu anlatım tercihi kitabın kolay ilerlemesini sağlıyor. Kardeşlerin ikisi de çocuk dünyalarının saflığı, güzelliğiyle anlatıyor yaşadıklarını. Tabii kendi bakış açılarıyla…
Birbirleri hakkında sarfettikleri sözcükler ve aralarındaki ilişki çoğu kardeşin arasındaki gerçekçi diyalogları barındırıyor. Ya da en doğru iletişimin bu olduğunu parmak sallamadan ama oldukça hoş ve anlamlı örneklerle sunuyor.
“Dünya felaketlerle dolu: kıtlıklar, savaşlar, petrol sızıntılarında boğulup ölen kuşlar, depremler, tsunamiler ve Melissa… Benim felaketim de ablam işte. Bunu okurken belki de şöyle diyeceksiniz, bu çocuğun derdi ne? Biraz paranoyak mı sanki? Bence tüm trajediler kendi ortamlarına özgü ve bizim evdeki kargaşayı düşünürsek, benimki yaklaşık sekiz şiddetinde bir deprem gücünde.” (William, sayfa 7).
Kitap bu cümlelerle başlıyor. Sonra hemen Melissa ikinci bölümde sözü alıyor:
“On bir yaşındaki erkek kardeşimde bir tuhaflık var. Dokuz yaşındayken birdenbire sözlükten fırlamış gibi konuşmaya başladı. Neredeyse bir gecede normal çocuk dilini bırakıp, kelimeleri füze yerine kullanır olmuştu. Her konuda haklı olduğunu düşünüyor. Belki de bu bir tür aşağılık kompleksi. Arkadaşlarım onun bir kaçık olduğunu düşünüyor.” ( Melissa, sayfa 13)
Okudukça içinde daha da çok zenginlik ve ayrıntıların olduğunu keşfedebileceğimiz bu kitap bende yeniden okuma isteği uyandırdı. Tabii bunda özenli çevirisi, insanı hiç bunaltmayan anlatımı ve keyifli olay örgüsü etkiliydi. Sevginin insana, doğaya ya da herhangi bir şeye emek verirsen hangi yaşta olursan ol, onu senin için daha değerli kılacağını hatırlatıyor kitap… Ve doğal yaşamın, ağaçların, yaprakların, rüzgârların ne denli güzel olduğunu, kır çiçeklerinin, kuş seslerinin olmadığı bir yaşamın ne kadar renksiz olduğunu da…
Külüstür, günümüz çocuklarının hiçbir şeyi kolay kolay yutmadığını, son derece zeki olduklarını mizahi bir dille anımsatıyor. Ve sadece çocukların değil biz yetişkinlerin de cevaplaması gereken şu önemli soruyu yeniden gündeme getiriyor: Teknoloji olmadan da yaşayabilir miyiz? Cep telefonuna, televizyona, internete bu denli bağlanmak nasıl sonuçlar doğuruyor? Kitap bunun da ipuçlarını ve yanıtlarını bize veriyor. Yeniden doğaya dönmek, doğal yaşamı savunmak hepimizin içten içe aklından geçmiyor mu? Telefonların hiç çekmediği, elektriğin olmadığı bir yaşamı nasıl karşılardık acaba? William ve Melissa geçici de olsa bunu başarmış gözüküyor.
Onların beni de oldukça neşelendiren diyaloglarıyla bitirelim:
“İyi geceler pis suratlı.”
“İyi geceler jöle beyinli.”
|
- ÇOCUKLAR İÇİN DOĞAYA DÖNÜŞ HİKÂYESİ: KÜLÜSTÜR - 20 Kasım 2019
FACEBOOK YORUMLARI