Yirmi bir öyküden oluşan Deli Kadın Hikâyeleri‘nin kahramanları acı çeken, ölümle iç içe, yan yana yaşayan, deliren kadınlar.
Mine Söğüt’ün davetli olduğu bir kahvaltı sonrası söyleşisinde tanıştım Deli Kadın Hikâyeleri ile. Kitabı önce yazarından dinlemek, kitabın yazılışına doğru kısa bir yolculuğa çıkmak ve sonrasında kitabı okumak, okuma sürecimdeki algı ve yaklaşımımı dikkatimi yoğunlaştırmama katkı sağlayacak şekilde etkiledi.
Kitabı elime ilk aldığımda ürktüğümü ifade etmeliyim. Kapaktaki kocaman bir salyangoza sarılmış, eli bıçaklı, ruhunu yitirmiş hissini veren kadın figürü, kitabı okumanın hiç de kolay olmayacağını anlatıyordu. Sohbet sırasında Mine Söğüt’ün, kitabın sahnelenen bölümlerini izlerken “Ben neler yazmışım böyle?” diye düşündüğünü esprili bir dille anlatması, kitabı ilk fırsatta okumaya karar vermeme neden oldu. Söğüt, öykü kahramanlarını dışarıdan izlemenin verdiği duyguyla, yazma sürecinde hissettikleri arasında çok büyük farklar olduğundan söz etmişti o gün bize. “Yazarken her şey normaldi. Ama okurken…” cümlesiyle anlatıyordu kitabı yazarken, onu yaşarken hissettiği ruh hâlini.
Kitabın vurucu bir dili olduğu gerçek. Yirmi bir öyküden oluşan kitabın kahramanları acı çeken, ölümle iç içe, yan yana yaşayan, deliren kadınlar. Kimi öyküler sahneye de taşınmış. Ölümün bu denli yoğun işlendiği, acının derin derin hissedildiği örgünün içinde kadınların duyguları ve değerleri de cümle aralarında ince ince işlenmiş.
“Hiçbir ev kadınını kendi mutfakta asmaz. Yemeklere yas sıçratmaz.” (s.12)
“Zavallı gözyaşlarım solucan nemi gibi paçalarınızdan aşağı akar, topuklarınızdan süzülür, çaresizce yere damlardı.” (s.33)
“Beni Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat” öyküsü beni en çok etkileyen öykü oldu.
“Ah hadi söyle bana, ölünce içimdeki şarkılara ne olacak benim?”
“Sana en değerli şeyi bırakıyorum. İçimdeki şarkıları”. (s.20)
“Onunla birlikte şarkıları da yanmış… “ (s.22)
Şarkılar ve kadın… Bu öykünün birçok cümlesi içinizde bir hüzün yeli oluşturmaya yetebilir.
Şiirlerle başlamış bölümlere Mine Söğüt. Kadınların ve kadınlığın değerlerini kimi zaman da şiirlerle vermiş.
…Kanadıkça kanarım./ Hayallerimi o yüzden kanla yazarım. (s.40)
Kitaptaki resimler sayfa aralarındaki yolculuğumda cesaretsiz duraklarımdı. Çizimler eşi Bahadır Baruter’e ait. Baruter, yazarın da ifade ettiği üzere; kitabı tamamıyla okumadan sadece Mine Söğüt’ten dinleyerek çizmiş resimleri. Bu gerçeği bildiğinizde kitabın içeriği ile resimlerin bu kadar örtüşmesine biraz daha fazla şaşırıyorsunuz. Öykülerde verilmek istenen tüm duygular; acı, vahşet, kırgınlık, öfke, mutsuzluk, isyan, çaresizlik, sindirilmişlik, vazgeçiş resimlerden bizi yakalıyor. Resimlere her baktığımda içimin daraldığını, nefesimi tuttuğumu hissettim. Sadece resimler bile başlı başına birer hikâye.
Ve beni en çok etkileyen bölümlerden birinde, kadınların yaşadığı hüznün sığınağında var olma, içine kapanma ve yalnızlaşma durumunu şöyle anlatıyor Mine Söğüt.
“Sadece geceleri sokağa çıkıyormuş diyorlar. Peki anlayabiliyor musunuz? Neden?… Çirkin ya da sakat mıydı?… “Hayır. Sadece üzgünmüş… çok üzgün.” (s.43)
Mine Söğüt nesnelere anlam yükleyerek işliyor hikâyelerini. Cinnet isimli kediyi anlatırken, aslında cinnetin ta kendisini anlatmaktadır.
Anlamlar yüklü bir başka nesne –ki kanımca canlı denmeli- sudur Veda Töreni isimli öyküde.
“Girdiği kabın şeklini alan su, geçti yolların rengini de çalarmış.” “Demek girdiği kabın şeklini alan su, içine giren şeyin kokusunu çalarmış.”
“Vicdansız Bir Memlekette Öldüm Ben” isimli öyküsünde bir ölünün konuşmalarına, düşüncelerine, duygularına şahit oluyoruz. Yazar, ölünün gözünden bakıyor dünyaya. “ Ağacı Kayıp Park” ve “Aşkı Hikâye Yapan İmkânsızlık Değil midir Anneanne?” öykülerinde insan betimlemeleri ön plana çıkıyor.
En çok çocuklara üzüldüm bu kitapta. Çocuk acılarına. Kitap bittiğinde geriye kalan bir huzursuzluk, içerde oluşmuş bir depremin enkazının etkisi ile ne düşünülmesi gerektiğinin bilinmemezlik hâli oluyor. Çok güzeldi, muhteşemdi diyemiyorsunuz çünkü bu serüvende siz de acı çekiyorsunuz. Ama dilinin, anlatım tekniğinin etkisinde kalmış bir veda yaşıyorsunuz. Ensest ilişkilerin, ölen, öldürülen çocukların, kadınların kanından bulaşan bir parçayla uzaklaşıyorsunuz.
|
- ÖLMEYEN ÖLÜLER, SESLENEN CANSIZLARLA GAMZE ARSLAN’DAN KANAYAK - 16 Nisan 2020
- GORKİ, BEN VE HİKÂYELERİMİZ - 11 Temmuz 2019
- FERİT EDGÜ’YLE KISA BİR YOLCULUK - 7 Şubat 2019
FACEBOOK YORUMLARI