fethiye çetin’in “anneannem” isimli kitabını okudum. yollarda ağlayarak okudum; yarım bırakmak zorunda kaldığım yerlerde aklımı sayfalarda bırakarak okudum
“Anneanne, biliyor musun, kardeşin Horen kızına kimin ismini vermiş?” dedim.
“Nereden bileyim?”
“Senin ismini vermiş anneanne; kızına Heranuş adını koymuş.”
Birden yüzü aydınlandı, yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı ve, “Demek beni unutmamışlar,” dedi.
Bunu söylerken o kadar heyecanlanmıştı ki, sesi önce bir yutkunmanın ardında kaybolup sonradan zorla ortaya çıktı.
Başka bir şey sormadı, duygularını belli etmemeye çalıştı ama anneannemi ilk kez o gün şarkı-türkü mırıldanırken gördüm.
Anneannem türkü söylüyordu…
(Anneannem, Fethiye Çetin)
fethiye çetin’in “anneannem” isimli kitabını okudum. yollarda ağlayarak okudum; yarım bırakmak zorunda kaldığım yerlerde aklımı sayfalarda bırakarak okudum; için için isyan ederek okuduklarımın gerçekliğini algılarken hiç yaşanmasaydı duygusunu ta içimde hissederek.
kitabı bitirdiğimde göğsümde öyle büyük bir yara açıldı ki, içimi şiirle sakinleştirmek istedim. şair özdemir asaf’ın mum aleviyle oynayan kediyi anlattığı şiiri nereden aklıma geldi, hangi bağlantı neden oldu, bilinçaltım nasıl harekete geçti bilemiyorum. belki okuduklarımı bir anlama oturtmak için, belki çare ile çaresizliği yeniden karıştırmak için kalp sayfalarımda. o sayfalardan gözüme akan fotoğrafların yıllar içindeki karşılığını bulmak ve bilmek için; belki sakinleştirmek için göğsümde ürkütülen kuş sürüleri gibi savrulan fırtınayı. belki de ağlamalarım yeni anlamalarla hızlansın diye yolumu kesmiştir; “bir evin bir odasında göz-göze susan iki insan”ın şiiri. mum ellerimi tırmalasın, belleğimi yaksın kedinin elleri, içimi yıkayana dek ağlayayım diye belki de. bihakkın ağlarsam belki daha fazla insan oluruz gibi bir umut. belki daha fazla insan olursak, daha fazla anlatır ve dinlersek heranuş nene’nin “bir daha gelmesin, bir daha yaşanmasın” dediği günler insanların başına gelmez, türünden bir iyimser umut. o günlerin acısını gözyaşlarımla temizleyemesem de, içimi-dışımı acıtan anıları okşayabilir miyim gibi bir umuttu işte ağlayışım. yollarda da olsam, bunca suskunlukla mayalanıp kabaran acıya yürek kabarttıkça kendimi tutamayışımdı gözyaşlarıma sebep.
neden kedi, neden alev; neden dün ve neden bugün? her şey birbirine karıştı. o acı günleri anlatırken, bu çaresizliğinin sebebini soran torunu fethiye çetin’e heranuş nene ne diyordu aynı çaresizlikle:
“ne bileyim…”
bu cümleye sığındım ben de. bu cümleyle seslenerek yanıtladım kendi kendime sorduğum soruları. sonra yakıştıramadım kendime bugün hâlâ bilmiyor, öğrenmiyor olmayı. yıllarca susularak büyütülmüş acıları bilip de söylemiyor olmayı yakıştıramadım bizlere. daha çok bilmeli, daha yakın tanımalı, daha fazla dinlemeliyiz, diye düşündüm. gözümüzün gönlümüzün tüm pencerelerini açıp “bizden” ve “”onlardan” demeden, hiç kimseyi “içimizden biri”, “dışımızdan biri” ilân edip ötekileştirmeden dinlemenin insaniliği… dahası, kendimizi kendimizde ötekileştirmeden yenilemeyi… insan’ı kendimize ötekileştirmeden anlamalıyız; anlatmalıyız… kitabın içinde ve dışında, denizde ve karada düşündüm… düşündüm…
ama önce sakinleşmeli iyice ve sonra durmalıydı içimde kabaran sular. dinginleşmeliydi önce, viran olan kalbimdeki kuş. o yüzden belki de şiir okudum, şiir sustum kendimle… kendimle yalnız ve kalabalığımla çok şiir okudum…
“Bir mum yanıyordu bir evin bir odasında/ O evde bir de kedi vardı./ Geceler indiğinde kendi havasında/ Mum yanar, kedi de oynardı./ Mumun yandığı gecelerden birinde/ Kedi oyunlarına daldı./ Oyun arayan gözlerinde/ Mumun alevi yandı/ Baktı/ Mumun titrek alevinde/ Oyuna çağıran bir hava vardı.
Oyunlarını büyüten kedi büyüdü/ Kendi türünde çocukçasına/ Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü/ Geldi mumun yanına, oyuncakçasına./ Bir baktı, bir daha, bir daha baktı
Mumun alevinin dalgalanmasına/ Uzandı bir el attı./ Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı.…/ İlk kez gördüğü mumun yakmasına/ İnanmayacaktı./ Kedi, oyunlarında büyüyordu/ Mum, üşüyordu yanmalarında./ Zaman ikili yürüyordu/ Aralarında./ Bir ayrışım görünüyordu/ Birinin yanmalarında/ Öbürünün oynamalarında.
Kedi oyunlarında büyüyordu/ Yitirerek gitgide oyunlarını./ Mum küçülüyordu yanmalarında/ Yitirerek gitgide yakmalarını./ Oynarken büyüyen kedi yanacak/ Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı./ Küçülen yaka-yaka aydınlatacak/ Büyüyen yana yana anlayacaktı.
Bir mum yanmasından/ Ve bir kedi oyunundan/ Kaldı sonunda/ Bir gecenin tam ortasında/ Bir evin bir odasında/ Göz-göze susan/ İki insan./ Mum yandı bitti/ Kedi büyüdü gitti.
Oyunlar karıştı gecelerde/ Suskun uykusuzluklara./ O iki insandan, sonunda/ Birinin anılarında kedi/ Birinin dalmalarında mum/ Kaldı gitti./ Nerede bir mum yansa şimdi Nerede oynasa bir kedi/ Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri…/ Bugün dün gibi oluyor/ Dün bugün gibi./ Mum ellerimi tırmalıyor/ Belleğimi yakıyor kedinin elleri. (Özdemir Asaf)
- Anneannem
- Yazan: Fethiye Çetin
- Yayınevi: Metis Yayınevi
- Baskı tarihi: Kasım 2004
- Sayfa yapısı: 120 sayfa
- “pandora’nın kapısı” şişli cemil candaş kültür merkezi’nde açıldı. - 13 Ocak 2020
- ezgi günlük tutarsa - 7 Aralık 2019
- her şeye rağmen - 18 Kasım 2019
FACEBOOK YORUMLARI