Mustafa Orman’ın dili kullanımdaki yetkinliği öykülerin anlatı biçimlerinde de görülüyor. Öykülerin hepsinde ortak olan bu yetkinlik, karakterlerin oluşturulmasında, olayların birbirini takibinde, hatta öyküler arası ilişkilerde de varlığını koruyor.
Mustafa Orman 1987 Digor doğumlu. Son yıllarda edebiyat dünyasında ses getiren diğer öykü kitapları gibi, coğrafyamızın acılı bölgelerinden yaşanmışlıklar biriktirmiş genç bir yazar.
Bir internet sitesiyle yaptığı röportajda; “Bizim yaşadığımız, şu anda bile tanık olduğumuz coğrafyada, kimilerinin inandığı, kimilerinin bunlar abartıyor dediği, kimilerinin ise kuşkuyla baktığı olaylar var. Öyle bir döngü içinde karakterlerin kendini sınadığı oluyor. Bunlar gerçek hayatta olan karakterler. Oradaki insanların çoğu yaralarını içine besler, bu yaralar kimi zaman bir taşa dokunur, kimi zaman mutfaklarındaki yemeğe, konserveye dokunur.” diyor.
Tarif ettiği böyle bir coğrafyada doğan ve bu sorunlarla yetişen biri olarak Mustafa Orman da, Roland Barthes’in “Bir yazarın olası yanları tarihin ve geleceğin baskısı altında belirlenir.” sözünü doğrularcasına yaşadıklarının etkisi altında yazıyor. Gerçekçi yaklaşımla, popüler piyasanın baskısından uzak, toplumu dönüştüren, acıtan, yokluğunun ve sıkıntılarının kaynağına ışık tutan bakış açısıyla yazılan hikâyelerden oluşan öykülerinde Mustafa Orman’ın kullandığı dil de çok farklı. Sivri, sakınmasız hatta acımasız ama kesinlikle sığ ve sloganist değil. Aksine son derece derin içerikleri barındıran, edebi, estetik anlamda güçlü, çoğul anlamlı sözcüklerden oluşmuş değişik sarsıcı bir dili var yazarın. Kelimelerle oynayıp yarattığı dünya hem düşündürüyor, hem de melodik bir tatla sizi yakalayıp, sarmalıyor.
Birkaç örnek vermek gerekirse; “Uçağa binmiştin. Geri dönüyordun. Oysa sen hiç gitmemiştin. Kalakaldığın yerdeydin. Dışına çelik, içine çengel kesilmiştin. Zararın bütün dokunaklığındaydı. Zamanın hiçbir ânındaydın. Nerenden vurulduğun ve nerenden iyileşeceğin de belli değildi. Aslında yoktu hiçbir şeyin.”(s.19) “Cızz” öyküsünden birkaç cümle.
“Karının diline kardığı onca beddualı bakışa aldırmadan yine evden çıkıyorsun.”(s.32) “Evlat yetimi anneler, orada, o betonların arasında, o kalabalıkta, o insansızlıkta oğullarını yâd ederler.”(s.36) “Bulmaca Sayfaları” öyküsünden bir örnek.
“İnsan avucunda ya da bağrında insanı hissederse o zaman tanrı vardır. Çünkü çarpmayan bağırda, terlemeyen avuçta ne insan ne de tanrı vardır. Benim tanrım babamın öldüğü gündü.”(s.45) “Dut Ağacı” Öyküsünden bir başka örnek.
Kelimelerin gücünü keşfetmiş ve onlara hükmedebilen bir yazar olarak örnekleri çoğaltabiliriz. Son bir örnek de “Diş” öyküsünden vermek isterim; “Herkes kendisiyle meşgul. Her şey kendi içinde kımıldaşıyor. Kederleri seriliyor masaya. (… …) Dili dertten aşınan adamlar bunlar; evlerinde tuz buz, dışarıda yarım büklüm ezik, işlerinde ağırkanlı, ağlayışlarını göstermekte utangaçlar…”(s.47)
Mustafa Orman’ın dili kullanımdaki yetkinliği öykülerin anlatı biçimlerinde de görülüyor. Öykülerin hepsinde ortak olan bu yetkinlik, karakterlerin oluşturulmasında, olayların birbirini takibinde, hatta öyküler arası ilişkilerde de varlığını koruyor.
İtalio Calvino; “Aklaksal öykü zulüm zamanında yazılır.” demiştir. İçinde bulunduğumuz dönem itibariyle dünyadaki olumsuz süreç ve bu sürecin derinden etkilediği ülkemizde sosyal, ekonomik ve toplumsal oluşumlar insanların duygu ve düşün dünyasında, ‘zulüm’ diye niteleyebileceğimiz olumsuzluklara neden olmaktadır. Savaşların, göçlerin, kültürel yozlaştırmanın yarattığı bu olumsuzluklar ölümlerin çoğalmasına hatta kitleselleşmesine, yoksulluğun yayılmasına yol açmıştır. İnsanlar umutsuz, çaresiz ve sahipsiz konumlarından dolayı büyük baskı ve sıkıntı yaşamaktadır. Ekonomik çöküntünün altında kalanların bu çöküntünün asıl yaratıcısından uzaklaşmalarını sağlamak için kullanılan yollardan en önemlisi başka verilerin sorunsallaştırılmasıdır. İşte; Mustafa Orman bu kaos ortamını anlatırken, devlet, kimlik, dil sorunları gibi ülkemizin özelindeki sorunsallaştırılmış problemlerden yola çıkarak öykülerini kurguluyor. İnsanlar sınıfsal konumunlarını irdelemesin, asıl sorumlular göze batmasın diye yaratılan ikonlar, gerçek anlamından uzaklaştırılan din de dâhil olmak üzere, Calvino’nun sözünü ettiği o “zulüm zamanları”nın verileri öykülerin ana konularını oluşturmaktadır.
Mustafa Orman öykülerde yarattığı karakterleriyle, 80’lerden itibaren ülkemizde ve tüm dünyada uygulanan neoliberal politikaların, insanları nasıl yoksullaştırıp, hiçleştirdiğinin resmini çizdiği gibi; aynı zamanda da insanları, sistemin uyguladığı politikanın bir gereği olarak, ayrıştırıp birbirinden uzaklaştırdığını ve ne kadar yalnızlaştırdığını da ortaya koyuyor.
Yazar bunu Artful Living internet sitesinde yayınlanan röportajında şöyle belirtiyor; “Çünkü öyle bir dönemdeyiz ki insanlar artık birbirilerinin acılarıyla ilgilenmiyor, onun yerine birbirilerinin fotoğrafına bakıyor. Her şey görsele dönüştüğü için akşam sekiz haberlerini izleyen bu ülkeden haberdar değildir. Ya da ne bileyim, sokakta yürüyen, çay satan, simit satan bu ülkeden haberdar değildir. Bu ülkeden haberdar olanlar sadece acı çekenlerdir. O sopasız şiddeti de sadece acı çekenler bilir. Diğerleri görmüyor. Diğerleri sadece ekran başında, sadece onu izler. Bütün ülkenin meramını, derdini oradan görür… Böyle olunca zaten kimse bir şey hissetmez ki.” Ne kadar doğru değil mi…
Özetlersek; Mustafa Orman kitabında gerçekçi, toplumsal öyküler yazmıştır. Öykülerdeki kurguları, dili kullanımı, karakterleri ve konularının anlatım tarzıyla iyi bir çalışma. Toplumun ezilen yoksul sınıfından karakterlerini yaratırken ve olayları kurgularken, son yıllarda çok sık rastladığımız tepeden bakma, aşağılama, mizah adı altında değersizleştirmeye kesinlikle rastlamıyoruz.
Ayrıca her birini diğerinden bağımsız okuyabileceğimiz öykülerin yanında, birbirine göndermeler barındıran öykülerin varlığı okumada hoşluk yaratıyor. Örneğin; Günlüğe Düşmüş Cenin Cızz’a, Dut Ağacı Palto’ya göndermeler içeriyor.
“Derdin İncinmesin”nde Mustafa Orman, öykülerini yazarken, varoluşu sorgulaması, ölüm, intihar, acı çekmenin hazzı gibi bireysel sıkıntılardan toplumsal sorunlara geçiş yapan edebi anlatının da müjdesini veren bir yazar.
Kitabın önemli bir özelliğini daha belirtmek gerekir. Öykülerinin her birinin ilk cümlesi bir aforizma. Bunu yazar da röportajında doğruluyor ve her bir cümlenin beslendiği yazarlara gönderme olduğunu söylüyor. Birkaç örnek vermek gerekirse;
Dünyanın en yakın yerine gitsen yine de. Kalbin uzağındı.
İnsan bu dünyada mutluluğuna değil, derdine katlanırdı.
Bilindik, sevildik eller bizi uçurumlara yuvarlar.
Herkes birbirine yetişiyor da kimse kimseye varamıyor; yetmiyor.
Baba dediğin nedir ki, ayaklı devlet..
Sürekli yaslanıyorsun hiçe, varların yok olmadığı dayanakların içinden…
Diğerlerini keşfedip üzerinde derin düşüncelere dalacağınıza eminim.
En son olarak da, “Palto” öyküsünün muhteşemliğini de vurgulamak isterim. Bu öykü edebi ve sosyal olarak ayrıca incelenip yorumlanması gereken, çok güzel bir öykü. Kişisel bir aşırı yorumla; Mustafa Orman’ın Palto’su Gogol’un Palto’sunun yanına asılmayı hak eden bir Palto diyorum.
Son söz Mustafa Orman’ın; “Ben direkt piyasaya bakarak yazmadım. Okuyucuyu gözetleyerek yazmadım. Sadece kendi içimdekileri dışa vurdum. Beni nasıl yaraladıysa bir şeyler, onları da yaralar mı yaralamaz mı bunu sınamak amacıyla yapmadım. Sadece, hayatımın başucunda tuttuğum edebiyatla ya da yazıyla bir şekilde bir şeye dönüştürmek ve her zaman görünebilecek bir yere getirmeye çalıştığım için böyle bir durum ortaya çıktı.”
Röportaja şu adresten ulaşabilirsiniz:
http://www.artfulliving.com.tr/edebiyat/ulkeden-haberdar-olanlar-sadece-aci-cekenlerdir-i-6893
|
- Okuyanı derinden sarsan bir hikâye; Eşiktekiler - 12 Nisan 2018
- Gerçekleri görmek için bir çağrı; İçimdeki Gölge - 27 Mart 2018
- Mete Kaynaroğlu imzalı öyküler; Spartaküs’lerin Ölümü - 6 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI