
Yazarın ikinci kısa romanı olan Devrim Bize Güldü Geçti, Yozgat’ın Akpınar köyünde geçen, büyük bir olayı anlatıyor. Köyde kısa süre içinde meydana gelen birkaç değişim ve “köy büyükleri”nin endişesi sonucunda, darbe ile devrim arasında giden bir komediye dönüşüyor hikaye.
Üniversite sınavına hazırlanıyordum ve çalışmalarımın çok yoğunlaştığı, yoğunlaştıkça bunalttığı bir dönemde çıkmıştı Nergis. Aldım ve o yoğunlukta fırsat yaratarak, sonunu fazlaca merak ederek ve hızlıca okuyup bitirdim kitabı. Yazarı, daha ilk eseriyle keşfetmekten çok memnundum. Köyde geçen bir cinayet romanı olan Nergis, bir kısa roman (yazarın “doğru tanımlama” olarak bahsettiği bu kavramı kullanacağım) olma özelliğinin hakkını veriyordu. Laf kalabalığı yoktu, akıcıydı ve gerçekçiydi. Zaten yazar, bir röportajında romanlarının kısa olmasıyla ilgili olarak, “..hem okuyucuyu sıkmamak, hem anlatının kıvamını bozmamaktandı. Söz tılsımdır ve ancak kıvamındaysa hoşnutluk verir.” diyor. Şimdi ise bir cinayetin buruk, sizi fazlaca kederlendiren hikayesinden uzaklaşarak, mizahi bir hikayeyle çıktı karşımıza Turgut Ulucan.
Yazarın ikinci kısa romanı olan Devrim Bize Güldü Geçti, Yozgat’ın Akpınar köyünde geçen, büyük bir olayı anlatıyor. Köyde kısa süre içinde meydana gelen birkaç değişim ve “köy büyükleri”nin endişesi sonucunda, darbe ile devrim arasında giden bir komediye dönüşüyor hikaye. Özellikle kitabın sonlarına doğru okuru güldüren ve güldürürken “Eyvah!” dedirten olaylar yaşanıyor. Konusu ne zaman açılsa Komünist Hoca’nın yaşadıklarına üzülüyor, İsmail, Deniz Gezmiş’i anlatırken heyecanlanıyor, aslında yazarın İsmail ile hepimiz için ne kadar tanıdık bir karakter yarattığını fark ediyorsunuz.
Kitabın zaman açısından arka planı, yakın siyasi tarihimizle doldurulmuş. Kitabı okudukça yazarın yakın siyasi tarihimize ve yaşanan olayların toplumdaki etkilerine önemli ölçüde hakim olduğunu görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında yaşanan 31 Mart olaylarından Menderes’e, ’61 Darbesi’nden ’68 öğrenci hareketine, hatta dönemin ideolojik ayrışmalarına kadar birçok bilgi karşılıyor bizi kitapta. O dönemlere karakterlerin anlatımıyla, yer yer canlı sahnelerle tanık oluyoruz. Kitabın sonunda okuru karşılayan ve marşlar söyleyen koro, gözünüzde Fatsa Çocuk Korosu’nu anımsatıyor.
Yazarın ilk kitabı Nergis’te olduğu gibi bu kitapta da, köy ve köylü insanını köylülerin ağzından dinleyeceksiniz. “Köylü şöyledir, böyledir..” gibi tanımlamaların geçtiği diyaloglar, aslında bu yönden bana Kemal Tahir’in Sağırdere romanını hatırlattı.
Yazar, bu kısa romanda birçok karakterle tanıştırıyor bizi. Köyün delisi, zengini, kocalarının tembelliğinden şikayet eden kadınlar, köyün sivrisi Mustafa ve daha birçoğu.. Aslında hikayede çok da ön planda olmayan kadınları bazen anlatıcı olarak konuşturmasına başta anlam verilemiyor. Fakat sonradan okur, bu konuşmaların ana karakterleri, Üzeyir’in ailesinin hikayesini ve özellikle Lütfü’yü anlamak için çok yararlı olduğunu anlıyor.
Son olarak, kitabı okumayanlara bir ön bilgi: Osman Ağa’nın başına çok şey gelecek. Bunlara üzülüp üzülmemek okura kalmış. Fakat Osman Ağa için sonun geldiği anda bile yazar, okuru güldürmeyi başarıyor. Bize de bu başarının ve bu güzel eserlerin devamını dilemek düşüyor.
![]()
|
- Devrim Osman Ağa’ya gülmeyecek - 6 Eylül 2017
FACEBOOK YORUMLARI