Faşizmin ve diktatörlüğün insanlık dışı rejimler olduğunu hepimiz biliyoruz, peki faşist rejimler ve diktatörlükler neden hala destek görüyor?
Günümüz siyasal atmosferini en kolay açıklayacak kelimelerden biri, faşizm. Bu artık bir benzetme olmanın çok ötesine geçmiş durumda. Bu noktada şöyle bir soru hem bugün için, hem de geçmişteki faşist rejimler için akla geliyor: Peki insanlar bu faşist, baskıcı rejimleri neden destekliyorlar? Öyle ya, madem faşist bir uygulama söz konusu, halkın bu uygulamalara bırakın destek olmayı, tepki göstermesi gerekir. Oysa geçmiş örneklere bakıldığında, faşist rejimlerin ya iktidara büyük bir halk desteğiyle geldikleri, ya da iktidara geldikten sonra halk tarafından desteklendikleri görülür. Bunun en bariz örneği de Nazizmdir.
Faşizmin gerçekliğini açıklamak için genelde büyük kuramsal analizler yapılır. Faşizmin, kapitalizmin ihtiyaç duyduğu anlarda ortaya çıktığı söylenir. Kapitalizmin demokratik süreçlerle içine girdiği krizi aşamadığı zamanlarda faşist bir örgütlenme yapısını tercih ettiği vurgulanır. Bu açıklamaları doğru olarak kabul etmekle birlikte, bunların faşizmin insanlar tarafından neden desteklendiklerini açıklamadığı ortada… Bu noktada da bazı psikolojik ve sosyolojik yaklaşımlar meseleyi açıklamaya çalışmakta. Bu açıklama noktalarından biri “otoriteryen kişilik”. Genellikle Frankfurt Okulu, özel olarak da T.W. Adorno’ya mal edilen bu tanım, insanların önemli bir bölümünün anti-demokratik, faşist, baskıcı uygulamaları desteklemelerine neden olan “otoriteryen” bir kişilik yapısına sahip olduklarını söyler.
2006 yılında Salyangoz Yayınları tarafından basılan “Otoriteryen Kişilik” isimli kitap, bahsi geçen tanımla ilgili bugüne kadar yapılmış önemli deneyler ve bu deneylerin sonuçlarına dair makaleleri bir araya getiriyor. Kitabı derleyen, ve bazı makalelerin çevirilerini de yapan Veysel Batmaz, yazdığı giriş yazısında “Bu kavrama ruhunu veren bilgilerin hepsi (Adorno’nun adı ile anılan Otoriteryen Kişilik araştırmasının bir kısmı da dahil) dört ünlü sosyal psikolojik laboratuar deneyinden elde edilmiş durumda. Bu kitapta ve bu giriş yazısında, bu deneylerin hepsini, kuramsal ve işlemsel arka planlarıyla okuyacaksınız.” diyor. Batmaz’ın bahsettiği bu dört deneyi gerçekleştirenler Solomon Asch, Muzaffer Şerif, Stanley Milgram ve Nevitt Sanford. Batmaz’a göre “otoriteryen kişilik” tanımı, ilk akla getirdiği Adorno’dan ziyade, bu dörtlünün eseri.
Kitaptaki ilginç deneylerden biri “Yetkeye Boyun Eğme ve Karşı Gelmenin Bazı Koşulları” isimli makalede anlatılıyor. Deneyi gerçekleştiren Stanley Milgram, bir otoriteye boyun eğme durumunun hangi koşullarda gerçekleştiğini araştırmış. Milgram, Kierkegaard’ı da referans göstererek otoritenin emir verme sürecinde üç aktör tespit ediyor: Otorite(emri veren), yürütücü(emri yerine getiren) ve kurban. Milgram’a göre genelde bütün düşmanlıklar, özel olarak da savaş vb. durumlar bu üçgenin harekete geçmesiyle işler. Peki bir otoritenin buyruğuyla bir başkasına zarar vermeyi insanlar neden kabul eder, Milgram’ın deneyi bunu anlamaya çalışıyor.
Amerika’da gerçekleştirilen deneyde, deneğe(yürütücü) öğretmen rolü oynamasını ve öğrenciye(kurban) bazı sorular sorarak eğer yanlış cevap verirse onu elektrik vererek cezalandırması söyleniyor. Kurban, yani elektriği yiyecek olan kişi de deneyin bir parçası, zaten gerçekten elektrik verilmiyor, yani kurbanın canı hiçbir zaman yanmıyor. Ama deneğin bundan haberi yok. Araştırmacı, her yanlış cevapta elektrik düzeyini daha da artırarak kurbanın cezalandırılmasını istiyor denekten. Kurban, mahsustan belirli bir düzeyden sonra canının yandığını belirten sözler söylüyor, deneyin durdurulmasını istiyor. Ama araştırmacı her koşulda deneyin devam ettirilmesini istiyor. Deneyin sonucunda deneklerin büyük bir bölümü aldığı emri yerine getiriyor ve kurbanın inlemelerine rağmen ona en yüksek elektrik akımını veriyor. Hatta bazı denekler duruma itiraz etmelerine, elektrik vermek istemediklerini dile getirmelerine rağmen araştırmacının direktiflerine yine de boyun eğerek elektriği veriyorlar. Deneklerin çok az bir bölümü araştırmacıya karşı koymaya cesaret edebiliyor. Bu deneyden çıkan sonuç, “otoriteryen kişilik” yapısına sahip olan kişilerin, faşist ya da baskıcı uygulamalara riayet edebileceği ve bunları desteklemese de karşı koymayacağı.
Kitaptaki yine Milgram imzalı bir başka deneyde, deneklere kolayca tahmin edebilecekleri bir soru soruluyor. Ancak bu soruyu cevaplamadan önce, deneğin de duyabileceği şekilde sanki başka denekler de varmış gibi teyp kaydından başka cevaplar veriliyor. Deneklerin büyük bir bölümü, yanlış olmasına rağmen duydukları seslerdeki cevabı söylüyor ve gruba uyum sağlıyor. Yani, sırf gruptan ayrı düşmemek, toplum içerisinde sivrilmemek, yalnızlaşmamak için doğru olmadığını bilmelerine rağmen yanlış yapmayı tercih edebiliyor insanlar. Bu da diğer paragraftaki otoriteryen kişilik yapısı ile birleştiğinde, faşist bir rejimin nasıl iktidar olmayı başarabildiğini açıklıyor.
Bu araştırmalara dair bir ufak örnek de Türkiye’den veriliyor. Veysel Batmaz’ın da anketör olarak içinde bulunduğu ODTÜ tarafından hazırlanan bir çalışmada(1979), TOFAŞ ve OYAK-Renault işçilerine Frankfurt Okulu’nunkine benzer sorular soruluyor. Bu işçilerden TÜRK İŞ’e üye olanların da, DİSK’e üye olanların da neredeyse tamamına yakınının “otoriteryen – yetkeci – kişilik” yapısına sahip olduğu anlaşılmış. O günden bu güne büyük dönüşümler yaşanmadıysa, bu tespit faşist olarak eleştirilen AKP’nin işçilerden nasıl oy aldığını da bir nebze açıklıyor.
Sonuç yerine de Milgram’ın yaptığı deneylere dair bir sözünü alıntılamak istiyorum: “İnsanı şaşırtan bir süreklilikle, iyi kişilerin yetkenin işlemleri karşısında büküldüğü ve kötü eylemlerde bulunduğu görüldü. Günlük hayatlarında sorumluluklarını bilen ve efendi insanlar olan denekler yetkenin tuzağına düştüler; algılarının ve araştırmacının ortamı tanımlayışının tutsağı oldular ve sert eylemlerde bulundular.”
- Otoriteryen Kişilik
- Derleyen: Veysel Batmaz
- Yayınevi: Salyangoz
- Baskı tarihi: 2006
- 208 sayfa
- Vay canına! PUKSAVIDA yayın hayatına başladı! - 16 Mart 2017
- Cinler, canavarlar, filozoflar ve bilumum teröristler - 9 Mart 2017
- Londra’da Hoş Cinayet - 30 Ekim 2016
FACEBOOK YORUMLARI