
İnsanlık tarihinde ve yaşamında yeni bir sayfa açmak için can kulağıyla/gözüyle okunması gereken bir kitap, Dinleme Sanatı.
Psikanaliz eğitimi veren enstitülerde öğretmen, danışman ve üniversite öğretim üyesi olarak çalışan Erich Fromm özel tedavi yöntemini yazıp yayımlamayı defalarca tasarladı ama bu planlarını hiç gerçekleştirmedi. Onun yayınlanmış ve geride yayınlanmayı bekleyen yapıtlarını gözden geçirerek okuruna ulaşmasını sağlayan, Rainer Funk’tır. Funk’a göre Fromm’un psikanalitik terapi üzerine kitap yazmamış olması ve kendi terapi okulunu kurmamış olması tesadüf değildir. Bu tedavi yönteminin özel yanı, bir “psikanaliz tekniği” içine dahil olamaması ve psikanalistin, terapi sağlama “uzmanlığı” ardına saklanamaz olmasıdır. Onun tedavi yöntemi, gereksiz sözlerle dolu teoriler ve soyutlamalarla da “hasta materyaline” ayrımsal tanılayıcı “tecavüzlerle” de nitelenemez, aksine insanın temel problemlerini bireysel ve bağımsız bir şekilde algılama kapasitesiyle nitelenir.
Fromm’un hümanist bakış açısı, hastalar hakkındaki fikirlerine ve onlarla ilgileniş şekillerine nüfuz eder. Hasta, karşıdaki kişi olarak görülmez; hasta özünde farklı bir insan değildir. Analist ile analiz edilen arasında derin bir birlik olduğu fark edilebilir. Analistin hastayla nasıl ilgileneceğini öğrendiğini ve “psikanalitik bir tekniğin” ardına saklanmak yerine hâlâ öğrenmeye hazır olduğunu varsayar. Analist, bir sonraki kendi hastasıdır ve ona göre hastası da onun analisti haline gelir. Fromm hastasını ciddiye alır çünkü kendini ciddiye alır. Hastayı analiz edebilir çünkü kendini hastanın onda uyandırdığı karşı-aktarım tepkileri vasıtasıyla analiz eder.
Kimisi taparak kimisi de yıkarak çalışır. Dinleme, anlama, sevme yolunu yeğleyen; Freudçulukla damgalanan Fromm, Freud’un teorisine ilişkin revizyon önerisinde bulunuyor: “Bence analitik tedavinin özü, kişiliğin mantıksız ve mantıklı kısımlarının karşılaşmasından doğan çatışmanın ta kendisidir.”
Hayvanların çok şey bilmek zorunda olmadığını anımsatan Fromm, insanın karar verebilmek için her şeyi bilmek zorunda olduğunu ifade ediyor kitabında.
Hayvanların çok şey bilmek zorunda olmadığını anımsatan Fromm, insanın karar verebilmek için her şeyi bilmek zorunda olduğunu ifade ediyor kitabında. İçgüdüleri ona yemesi, içmesi, kendini savunması, uyuması ve muhtemelen çocuk yapması haricinde nasıl karar vereceği hakkında bir şey söylemez. Doğanın oyunu, insana bahşettiği cinsel tatmin hazzı ve şehvettir. Fakat bu, diğer güdüler ve dürtüler kadar güçlü bir içgüdüsel istek değildir. Dolayısıyla kendini tanımak, sadece ruhani ya da dini, ahlaki veya insani açıdan değil, biyolojik açıdan da gerekli bir koşuldur. Yaşamda optimum randıman, kendimizi tanıma derecesine bağlı olduğu için o araç dünyaya uyum sağlamalı ve kararlar vermelidir. Kendimizi ne kadar iyi tanırsak vereceğimiz kararların da o kadar isabetli olacağı açıktır. Kendimizi ne kadar az tanırsak vereceğimiz kararlar da o kadar karmaşık olur.
Psikanaliz denince akıllara hemen hastalıkların gelmesinin doğru olmadığını belirten Fromm psikanalizin sadece bir tedavi değil, aynı zamanda kendimizi anlamamızı sağlayan bir araç olduğunu ifade ediyor. Başka bir deyişle, kendini özgürleştirme aracı, yaşam sanatında bir enstrüman olmak, psikanalizin en önemli işlevidir. Psikanalizin esas değeri, sadece belirtileri tedavi etmesi değil kişilikte gerçekten ruhsal bir değişim sağlamasıdır…
En küçük bir olayda “travma”dan söz edilmesini anlayamıyor Fromm. Günümüzde insanlar, treni kaçırdıklarında veya bir yerde kabul edilemez bir şey yaşadıklarında gerçek travmadan söz ediyorlar. Travma, tanımı gereği, insanın sinir sisteminin kaldırabileceğinin ötesinde bir yük getiren olaydır. Kişi travmayı kaldıramayacağı için bu travma derin bir rahatsızlık yaratır. Fakat bu tür travmalar çok nadirdir, çoğunlukla travma denilen olaylar aslında hayatın içinde gerçekleşen ve çok az etkisi olan bu tür şeylerdir. Ancak sürekli bir ortamın etkisi olabilir. Travmatik olmanızı belirleyecek olayın gerçekleşmesi için belli bir yaş yoktur. Travma, herhangi bir yaşta olabilir.
İnsanın günahkâr olarak doğduğu anlayışına karşı çıkan Fromm, insanın suçlu olmak için doğmadığını, suçun kendi içinde patolojik bir fenomen olduğunu ifade ediyor.
İnsanın günahkâr olarak doğduğu anlayışına karşı çıkan Fromm, insanın suçlu olmak için doğmadığını, suçun kendi içinde patolojik bir fenomen olduğunu ifade ediyor. Gelişimin başlangıcı özgürleşme olgusunda yatar. Özgürlük süreci insanın kendiyle ve ebeveyniyle başlar. Bu konuda bir şüphe yok. Kişi kendini ebeveyniyle olan bağından kurtarmazsa, kendi kararlarını kendi vermesi gerektiğini giderek daha çok hissetmezse ve ebeveyninin arzularına karşı koyamıyor ve onlardan korkuyor ama tek başınaysa bağımsızlığa giden kapı ya da yol daima kapalı kalacaktır. İnsanın yapabileceği en iyi şeyin kendine, “Ebeveynlerime gösterdiğim tepkiye göre kişisel bağımsızlık yolunun neresindeyim?” diye sorması olacağını söylerdim. Kişinin ebeveynini sevmemesi gerekir demiyorum. İnsanın kendine zarar vermiş kişilere -ne yaptığını bilmeden yapmaları kaydıyla- bile duyduğu bir sevgi türü vardır. Bazıları gerçekten sevilemez, bazıları ise birçok hata yapmaları ya da her şeyi yanlış yapmalarına rağmen gayet sempatiktir. Bu, düşmanlığı ifade etmez, ebeveynlerle yapılan çeşitli kavgalar çoğunlukla hala var olan bağımlılığı gizleyen bir sis perdesidir, ebeveynlere yanlış yaptıkları kanıtlanmalıdır… Mesele şu ki ne yanlış yaptıklarını ne de doğru yaptıklarını ispatlamak zorunda olan özgürdür. Ben benim, sen sensin, birbirinizden hoşlanıyorsanız mesele yok. Bu, özgürlük yolunun başlangıcıdır. Tabii ki, ancak çaba gösterilirse fark edilir.
İnsanlık tarihinde ve yaşamında yeni bir sayfa açmak için can kulağıyla/gözüyle okunması gereken bir kitap, Dinleme Sanatı.
|
- İnsanlık tarihinde yeni bir sayfa açmak için: Dinleme Sanatı - 18 Aralık 2018