Direniş kadınların fıtratında var

Görsel içeriklerle de zenginleştirilmiş kitap, Komün’ün tarihini anlatırken, her zaman görünmezleştirilmeye çalışılan kadınlara da ışık tutuyor.

1871’in 18 Mart’ında Parisliler’in, Fransız Hükümeti’ne karşı ayağa kalktığı ve tarihte Paris Komünü olarak bilinen devrimi, halk ayaklanmasını başlatan süreci anlatıyor Komün’ün Asi Kadınları. Fransa’nın Prusya karşısındaki yenilgisiyle devrimci bir karakter kazanan halkın ayaklanması burjuvazinin korkulu rüyası olur. Özellikle de toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranmamakla suçlanan kadınlar, onlar için tam bir kabusa dönüşüyor.

Gullickson’un tarihçi kimliğini ve araştırmacı ruhunu burada görmeye başlıyoruz esasında. 10 yıl süren araştırmasının ardından Gullickson, kronolojik sırayı hiç bozmayarak, akıcı bir dille Komün’de ki kadın figürlerin önemli faaliyetlerini açığa çıkartır.

Kitap ayaklanmaya giden süreci ele almakla başlıyor. Dolayısıyla Paris Komünü’ne giden yolu anlıyoruz öncelikle. İmparatorluk yıkılıp da geçici hükümet kurulunca, Prusyalılar’la barış olacağını zanneden halk yanılır. Prusyalılar Paris’te giderek ilerlerken, Paris halkı, savaş halinde olduğu Prusyalılar’ın ilerleyişini durdurmak için kentte direniş ateşini yakmaya başlar. Tarihler 18 Eylül 1870’i gösterdiğinde Paris kuşatması başlar. Diğer şehirlerle bağlantısı kesilir Paris’in. Kuşatma altındaki Paris, aylar sürecek olan açlığa, yoksulluğa, şiddetli soğuğa, hastalıklara ve son olarak bombardımana karşı oldukça çetin bir mücadele verir. Teslim olmamak için uzun süre direnen Parisliler’in tersine ise Ulusal Savunma Hükümeti, iç savaşın çıkma durumunu da hesap ederek, ateşkes koşullarını kabul eder. Ancak sadece kenti değil, tüm Fransa’yı Prusyalılar’a teslim edecek bir anlaşmaya imza atar. Kentlerini işgal eden Prusyalılar’a, Thiers hükümetinin geçit töreni düzenlemesi ise devrimin fitilini ateşleyecektir. Geçit töreninin yapıldığı 1 Mart günü, Concorde Meydanı’nda bulunan ve Fransa’nın kentlerini simgeleyen heykellerin gözleri siyah örtülerle kapatılarak bu rezil töreni görmeleri engellenecektir.

Paris’in savunulması için Prusyalılar’dan kalan silahlar işçi sınıfının elindedir. Bu durumdan endişe eden Thiers hükümeti, silahları almak isteyince isyan ateşi topyekün yakılır. 18 Mart’ta silahların tutulduğu ve bir işçi sınıfı mahallesi olan Montmartre’a silahları geri almak üzere operasyon düzenlenir. Ancak hiçbir şey planladıkları gibi gitmeyecekti. Silahların alınmasının önüne geçilecektir. Ateş emri alan muhafızların birçoğu kendi halkına silah doğrultmayı reddederek emirlere uymazlar. Ateş emri verilmiş olsun ya da olmasın, sonuç olarak askerler silahlarını çevirirler ve halk zaferini ilan eder. Daily News muhabiri bugünü “bir bayram günü” olarak yazacaktır. Yapılan halk seçimlerinin ardından Komün, 28 Mart günü resmen kurulur.

Komün’ün ömrü çok uzun olmaz. 28 Mayıs’ta Paris düşer. Kanlı Hafta denilen hafta boyunca net olmamakla birlikte tahminler, 30.000 ölü ve pek çok da yaralı olduğu yönündedir. Sonradan idam edilenlerle birlikte bu sayı 50.000’i bulmaktadır.

Kadınlar en az erkekler kadar etkin rol oynamışlardır Komün boyunca. En iyi kadın “evde çocuk büyüten kadın” fikri hakimdir. Kadınların, çalışma hayatında olmaları zaten başlı başına bir sorundur erkekler için. Çünkü çalışması gereken cins erkeklerdir, kadınlar değil. Dolayısıyla çalışan kadınları kadından saymıyorlardı. Komün de dahil olmak üzere kadınların savaşta yer almak istemelerinin kabullenilmesi çok zor oluyor. Ülkeleri için erkekler kadar silahlanabileceklerini dile getiriyordu kadınlar. O dönemde devrimci kadınlara yönelik birçok anti-propaganda da yer buluyor kendine. Kadınlar artık “korunması gereken varlıklar”, “terör kurbanları” olarak değil; “terörü” kışkırtanlar ve bundan haz alanlar olarak görülmeye başlıyor. Tıpkı 1793’teki Tricoteuse’ler gibi.

Tricoteuse’ler de evde oturması beklenen daha varsıl kadınların tersine devrimin halka seslenen etkinliklerine özgürce katılan ve devrimci toplantılardaki tartışmaları dinlerken bir yandan örgü ören Parisli “sans-culottes” kadınlarını işaret ediyordu. İşte komünarlar da Tricoteuse’lerle özdeşleştirilmişti diyor yazar kitapta.

Buradaki kritik nokta, örgü ören bu kadınlar için doğal olarak görülen “anaç, sade, ciddi ve iyi huylu” olmaları gerektiği iken, bu kadınlar, “doğal olmayan, şiddet yanlısı ve kana susamış olarak” anılırlar. Komün sona ererken barikatları savundukları için ise Pétroleuse denilen kundakçılıkla suçlanacak ve tarihe geçeceklerdir.

Kadının toplumsal cinsiyet rollerine göre ne tür kalıplar içerisine konulduklarını rahatlıkla görebiliyoruz Komün’ün Asi Kadınları’nda. Doğaları gereği sokakta olmak yerine evlerinde olup çocuk büyütmeleri, savaşa katılan erkeklerinin yollarını gözlemeleri gerekirken; bu kadınlar ülkelerini savunmak için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Oy hakları dahi olmayan bu kadınların tek arzusu devrimi gerçekleştirmekti. Ancak kitapta da bahsedildiği gibi “Çatışma sınıf savaşı ya da Paris’in özerkliği için bir kavga olarak algılandığında, kadınlar önemsizdi. Merkez Komite’nin, Komün Konseyi’nin ya da Ulusual Muhafız Birliği’nin üyeleri arasında bile tek bir kadın yoktu. Kadınlar enternasyonalin önderleri değillerdi ya da burjuvazinin, Komün için savaşmak adına Paris’te toplanan “Avrupa’nın ayaktakımı” arasında sayılmıyorlardı. Diğer yandan kadınlar, erkeklerle birlikte fabrikada çalıştıkları halde proletaryanın gerçek ögeleri de sayılmıyorlardı. 1800’lü yıllarda toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, hayatın her alanında olmalarına rağmen nasıl yaşadılarsa kadınlar, hala yaşamaktayız.

Türkiye’de en güncel örneklerden Haziran Direnişi’ni düşünürsek kadınların bu direnişlerde oynadığı rolleri de hatırlayabiliriz. İktidarın “ait oldukları yerde”, evlerinde olmasını beklediği kadınlar barikat kuruyor, tencere tava eylemleri yapıyor, direnişin en ön saflarında yerlerini alıyorlardı.

Komün döneminde nasıl ki iktidar yanlısı gazeteciler, yazarlar kadınları hep aşağılayan, değersizleştiren haberler yapıyorduysa bugün de muhafazakar ve kadın düşmanı politikalar hayat bulmaya çalışıyor. Kadınların toplumsal hayatın bir parçası olduğu gerçeği bugün nasıl reddediliyor ve siyasal-toplumsal hayatın dışına itiliyorsa, Komün döneminde de benzer politik hatlar örülmeye çalışıldığını görüyoruz.

Komün’den bahsedip de Komün’ ün önemli isimlerden Louise Mitchel’den bahsetmemek olmaz. Mitchel, Komün’de oynadığı etkin rol nedeniyle yargılanan binlerce kişiden biridir. 17 Aralık 1871’de savaş mahkemesinde yargılanan Mitchel, avukat istememiş ve kendi kendini temsil etmiştir. Kundakçılıkla ve daha bir çok şeyle suçlanacak olan Mitchel, parçası olsun olmasın her şeyi üstlenecek ve Komünü savunacaktır. Ancak Mitchel’i devrim yapmak isteyen bir kadın olarak kabul etmektense onu başka bir formda sunmaya çalışmak daha çok işlerine gelir. Onu büyücülük geleneğiyle ve devrimci Tricoteuse’lerle ilişkilendiren savcı, “içine şeytan kaçmış bir fanatik” ve “kan arzulayan dişi kurt” olarak anmıştır. Mitchel doğal bir kadın değildi. Çünkü iyi eğitimli, hiç evlenmemiş, devrim isteyen, devlete kafa tutan biriydi.

Erkeklerin siyasetle olan bağları ise her zamanki gibi doğal görülüyordu. Komün’e önderlik ediyor olmalarını ya da katılmalarını ise yanlış bir siyasi seçim olarak düşünüyorlardı. Kadınlar için durum aynı değildi. O nedenle cinsel kimliklerinden yola çıkarak söylemler geliştirmeleri gerekiyordu.

Devrim bastırıldıktan sonra, tutuklular için mahkemelerin amaçları şöyleydi: Komünarları cezalandırmak, Komünü ve ilkelerini itibarsızlaştırmak ve gelecekte aynısını tasarlayabilecek olanlara toplumsal devrimin bedelini göstermek ve kadının doğasının sorgulanması! Kadınların ayaklanmada evlerinden çıkıp etkin bir rol oynamalarını anlamakta zorlanıyorlar ve nedenini bilmek istiyorlardı. “Doğaları gereği barışçıl” oldukları iddia edilen kadınlar, neden erkeklerin ellerinden silahları alıp, savaşı önlemek yerine kendileri de silahlanıp savaştılar? “Bu çatışmayı neden erkeklere bırakmamışlardı?” Başka bir hayatın mümkün olduğunu düşünen kadınların, arzu ettikleri hayat için mücadele ettiklerine inanmak istemedikleri için kadınların deli, büyücü, ahlaksız olduklarına inanmayı tercih etmişlerdi. Yargılamalar esnasında mahkemeye getirilen kadınların “kutsal ödevlerini terk etmeleri, ahlak canavarlarına dönüşmeleri, en tehlikeli erkekten bile tehlikeli olduklarına” kanaat getirilmişti. Ayrıca siyasi faaliyetin kadınları ahlaksız varlıklara dönüştürdüğü, evlilik dışı cinsel ilişkinin de siyasi bir faaliyet olduğu iddia edilmişti. Mahkemelerde özel hayatları da yargılanır olmuştur kadınların. Tek bir teori Komün’ün kadınlarının eylemlerini açıklamaya yetmiyordu, dolayısıyla ortaya bir şey çıkarmak adına uğraş veriliyordu. Yaslanabildikleri şeyler ise bunlar oluyordu.

Kadın komünar deyince akıllara Pétroleuse gelmeye başladığını unutmadan kitaptan alıntı yaparak bitirmek isterim. Pétroleuse, Paris Komünü açısından oldukça önemli bir yerde duruyor. Tarih sahnesindeki duruşu hala kadın mücadelesi veren örgütler için önemli veriler sunarken, mücadele yöntemleri konusunda ön açıcı olabileceğini söylemek de fayda var: “Pétroleuse, tüm toplumsal düzeni tersine çevirmekle tehdit etmişti. Evini bırakıp, kamusal alanda eylemlerde bulunarak yalnızca erkek otoritesine meydan okumamış, aynı zamanda mülkiyete, burjuva erkeğinin servetine ve onun öneminin fiziksel göstergesine saldırmıştır. İçinde çocuklarına bakması gereken evi yakmış, bu eylemlerde kendisine yardım etmeleri için çocuklarını yüreklendirsek onları yoldan çıkarmıştı. O çocuklarını öldürebilen, erkekleri yöneten ve onların serveti ile gücünün kaynağını yerle bir eden kötü bir anneydi.”

“Pétroleuse, yalnızca erkeklerin korkularını somutlaştırdığı için değil, kadınlar, seksen yıl önce gibi, Fransız Devrimi sırasında olduğu gibi 1871’de de dışlanmış oldukları için simgesel olarak işe yaramıştı.”

Marylan Üniversitesi Tarih Bölümü’nde onursal Profesör olan Gullickson’un okuyucularla buluşturduğu Komün’ün Asi Kadınları 1996’da Cornell Üniversitesi tarafından basılan ikinci kitabıdır. Dilimize ise İlke Bereketli Zafeirakopoulos kazandırılmıştır. Kadınların ve Fransız tarihi hakkında sayısız makaleleri olan Gullickson’un bu çalışması yaklaşık 10 yıllık bir araştırmanın ürünüdür. Görsel içeriklerle de zenginleştirilmiş kitap, Komün’ün tarihini anlatırken, her zaman görünmezleştirilmeye çalışılan kadınlara da ışık tutuyor. Okurken günümüzle de çok bağlantılar kurabileceğiniz kitap meraklılarını bekliyor.

0000000671493-1

  • Komün’ün Asi Kadınları
  • Yazar: Gay L. Gullickson
  • Çeviren: İlke Bereketli Zafeirakopoulos
  • Sayfa Sayısı: 367
  • Baskı yılı: Birinci Basım, Kasım 2015
  • Yayınevi: Yordam Kitap

 

Latest posts by Melike Çınar (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

2017 Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nün sahibi Cevat Çapan

Read Next

Gençliğini Bir Yudumda İçenlerin Anısına Darbeleri Anlatan 10 Kitap

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram