Hüznün Kantosu, Yeniyetmeler, Kurşuni gibi kitapların yazarı Kemal Selçuk’un yeni romanı Cemiyet Kaçkını İletişim Yayınları tarafından yayınlandı.
Edebiyata düşkün, öyküler yazan, dergi çıkartan iki farklı karakterin birbirleriyle olan çekişmelerinin anlatıldığı roman, Makbule’nin de bu karakterlerin arasına girmesiyle derinleşiyor. Yazarla romandaki bu ilişki açmazını, roman mekânı olarak Bursa’yı, edebiyat cemiyetini ve romanının kendine has detaylarını konuştuk.
Cemiyet Kaçkını kısa bir roman ama uzun bir dönemi kapsıyor. Böyle bir tercihin olumlu ve olumsuz tarafları nelerdir?
Novellaya özel bir tutkum var. Cemiyet Kaçkını‘nı yazmadan onun bir novella olacağını tasarlamıştım. Lise çağlarında romanlar çiziktiriyordum. İyi bir eleştirmenim olan babam, romanla bir yere varamayacağımı anlamış olmalı ki, öykü yazmamı önerdi. Yıllarca öykü yazdım. Sözcük ekonomisinin ne olduğunu o dönemde anladım. Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz‘i bin sayfa olarak da kaleme alabileceğini söylemesi, bu konuya çok iyi bir örnektir. Ben de Cemiyet Kaçkını’nı yoğun ve hızlı bir anlatımla kaleme almaya çalıştım. Otuz yıllık bir zaman kesitini bir novella yapısında işlemeyi denedim.
Zamansal açıdan böylesi bir genişlik varken, mekânsal açıdan da bir darlık var. Yaşadığınız mekân olan Bursa’yı nasıl kurmaca bir mekâna dönüştürüyorsunuz?
Bursa beni bir yazar olarak oldum olası beslemiştir. Gündelik yaşantımız dışında ikinci hayatımız sayılan edebi düşler, tasarılar yönünden bakarsak öyle. Bursa tarihi ve kültürel mekânlarıyla bir yazarın yaratıcılığını kışkırtmaya yeter sanırım. Kitapta geçen mekânlar, benim çalışmadığım günlerde saatlerimi geçirdiğim yerler. Mahfel, Tophane, Yeşil, Heykel, kitapçılar, sahaflar, eski sokaklar… Buraları gezerken Tanpınar’ı düşünürüm sıklıkla. Yaşanmışlığın sindiği mekânlarda hayallere dalmak, eski hanlar kadar kırk yıl öncesinin apartmanlarındaki insanları düşlemek beni mutlu ediyor. Örneğin, kapısında 1966’da yapıldığı yazılı eski bir apartmanın önünden hemen ayrılmam, orada yaşamış olanları düşünürüm. O dönem hakkındaki bilgilerle kafamda bir kurmaca işlemeye başlar. Zamanda yolculuk yapmak beni heyecanlandırıyor. Ama, kronolojik düşünmeyi önemsiyor olsam da, günümüzde bile çağımızın ne kadar farkında olduğumuz konusunda kuşkuluyum. Ayrıca, bir önceki romanım Kurşuni, baştan sona bir bıçkı atölyesinde geçiyor. Sanırım mekânda sıkışmışlık hissi, psikolojik açıdan dünyayla hesaplaşmayı kışkırtıyor. Buna, tümevarım yaklaşımı diyebiliriz gibime geliyor.
Karakterlerinizin sıkışmışlığının, taşralı oluşun bu mekânla ve zamanla nasıl bir bağlantısı var?
İstanbul dışındaki şehirlerde gezip tozacağınız yerler sınırlıdır ne yazık ki. Ne denli köklü bir şehirde yaşasanız da, belli mekânlarda geçer ömrünüz. Oğuz insanlara kızsa da, zamanla yaşadığı şehre mahkûm biri olduğunu kavrıyor. Makbule, şehrin yerlilerinden, tıpkı Oğuz gibi. Kerim ise köy kökenli. Yer yer kabına sığmayan Oğuz, kentsoylu olmakla övünüyor. Ancak kendini yaşadığı büyük hüsrandan sonra bahçeli baba evine hapsediyor bir bakıma. Oysa büyük aşkı ve büyük düş kırıklığı Makbule, evinin sokağının bitimindeki postanede çalışıyor. Yani istese de kaçacak yeri yok. Okula giderken postanenin önünden geçmek zorunda. Çarşıda karşılaşma ihtimalleri yüksek. Belli aralıklarla hayat kadınlarıyla teselli buluyor. Öylesine izole yaşıyor ki, yazarlarla ve kahramanlarıyla var etmeye başlıyor kendini. Tıpkı Salinger’in çiftliğinden neredeyse bir ömür ayrılmaması gibi, Oğuz da şehrin münzevisi olarak ellisini buluyor.
Kerim ve Oğuz’la devam edelim. Bu karakterlerin birbirleriyle, kendileriyle ve Makbule’yle olan ilişkilerini takip ediyoruz. Anlatıcınızın bu karakterlere yaklaşımı nasıl? Sanki hepsine aynı mesafeden bakmıyor gibi, ne dersiniz?
Daha önceki romanlarımı “ben anlatımı” ile yazdım. Cemiyet Kaçkını‘nda üçüncü tekil şahsı denedim. Tanrısal anlatıcılığı şu sıralar seviyorum. Romanımı bir bakıma Oğuz’un zihninin içinden yazdım. Yer yer ondan uzaklaşarak, metne müdahale eden anlatıcılığı benimsedim. İroniyi, çatışmayı, merak uyandırmayı seviyorum. Kuşkusuz edebi lezzet hepsinden önce geliyor. Makbule, ideal genç kız; güzel, akıllı, kitap okuyan, olumlu biri. Kim böyle birini düşlemez ki! Ama şurası da bir gerçek, kimsenin kalbinin içindekini bilemeyiz. Burada, yani, sevgili adayını seçerken devreye ideal olanların uyumundan ziyade, Schopenhauer’ın gerçekçi bakış açısı giriyor! Hayat acı ve şaşırtıcı olabiliyor. Kerim’i de fazla hırpalamadım. Çünkü kendi yolunda gidiyor. Gerçek hayatta olduğu gibi herkes kendi hayatını yaşıyor kurmacada da. Sonuçta, sanırım teknik bir zorunluluktan -yoğun ve hızlılığı gözeterek- Oğuz’un zihniyle yol aldım.
Başka edebi eserlere sıklıkla göndermeler yapıyorsunuz. O eserlerdeki karakterler adeta sizin romanınızda da yaşıyor. Kitabınızda nasıl bir işlevi var bunun?
Metinlerarası göndermeleri oldum olası sevmişimdir. Bu açıdan Borges’e bayılırım. Klasikler kadar çağdaş yapıtlar sayısız yazarı etkilemiştir. Kurmacanın olanakları bize bu şansı verir; dünya edebiyatındaki bütün karakterlerin dost ve akraba olduklarını düşünüyorum. Edebiyat ikinci hayat gibi, en teknik yaklaşımdan en sıkı düş kurmaya kadar zengin fırsatlar sunar bize. Oğuz, Makbule’yi Bursa sokaklarında gizlice ararken önce Kuyucaklı Yusuf‘un Muazzez’ini, sonra da Huzur’un Nuran’ını arıyor. Edebiyat ruhlarımızı zenginleştirirken, özdeşlik kurduğumuz karakterlerle de kendimizi daha güçlü hissederiz.
Uzun aralıklarla eserlerinizi yayınlıyorsunuz. Yine de sorayım; aklınızda bir sonraki kitabınız için bir şeyler var mı?
Nurullah Ataç’a ikizi kadar benzeyen ve hayatının son günlerini yaşayan bir redaktörü, ham taslaktan sonra geliştirmeyi düşünüyorum. Öleceğini bilen adam, son günlerinde talihin hoş bir sürpriziyle karşılaşacak. Huysuz, ilk bakışta kendini ele vermeyen bir karakter.
- Cemiyet Kaçkını
- Yazar: Kemal Selçuk
- Türü: Roman
- Sayfa Sayısı: 128 Sayfa
- Basım Tarihi: Haziran 2016
- Yayınevi: İletişim Yayınları
- Dünya edebiyatındaki bütün karakterler dost ve akrabadır - 19 Haziran 2016
FACEBOOK YORUMLARI