
Çiçeksiz, türküsüz gölgesiz büyüyen çocuklar ülkesinde, kaba adamların kalın sesi ülkeyi örterken, güzel kadınlar kederli türküler söylerken, şehirlerin kalabalığı ve apartmanların soğukluğu sizi öldürmesin diye, kalbiniz atmaya devam etsin diye Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan Yaşıyoruz Sessizce’yi okuyunuz.
Yıllarca içinde var olduğu bedeni, saçı, tırnağı, yüreği bir uzak toprağa bırakıp geldi o. İnsan ölürse de aşk yiter mi? Aşk yiten bir şey mi ki? Yitmedi onlarınki. Bir ömürlük aşk, ölümün yatağında yeşerdi yeniden. Şükrü Erbaş Hatice’sini kaybetti. Dünya hükmünden azade Leyla’sını, yalnızlığının annesini, Ömür Hanım’ını toprağa emanet etti. Ömrünün elifini, şahgülünü aşkının kıyısına gömdü.
İster ölüm olsun ister ayrılık
İnsan unutur mu var olduğu bedeni
“Anılar kendi mekanında soluk alır” der Cemal Süreya Günler kitabının bir yerinde. Anıların mekanı şiirlerdir Şükrü Erbaş’ta. Bu mekan, uzun kısa konuşmaların, uzak dağ yamaçlarının, gurbetin, acının ölümün ve aşkın yatağıdır onda. Yaşıyoruz Sessizce bu yatakların en büyüğü sanıyorum. 45 yıllık birlikteliğin, yol arkadaşlığının, can yoldaşlığının geriye bıraktığı uzun gecesidir Şükrü Erbaş’a kalan
İki kişilik bir yalnızlığım fotoğraflarının önünde
Birisi alıp götürdüğün, öteki bırakıp gittiğin.
Şiir ile okuyan arasındaki duvarı yıkıyor Yaşıyoruz Sessizce. Kelimeler onun yüreğinden bizimkine akıyor. Aklımızın en ücra yerleri, dizelerle ayaklanıyor. Aklımızı ve yüreğimizi tek bir anda birleştiriyor şiirler. Onları okumuyoruz da şairle sohbet ediyoruz sanki. On yıllardan geriye kalan yalnızlık ikliminin en has duygularını dokunduruyor tenimize. Zalim bir yalnızlık ve soğuk hasret örgütlüyor gidenin boşluğunu.
Şairin Düğüm şiirinde dediği gibi “adamlar kopup ana rahminden gurbeti kuruyorlar.” O da kendi aşkının gurbetindedir artık. Sılası olmayan bir gurbet…
Hangi çölden geleceğim sana
Yol harami ,kandil kör, kumlar acı
Dünya hükmünden azade Leyla’m
Sen bir Tanrı masalısın bundan sonra
Ben evin eşiğinde
Her gün ipe çekilen bir rüya
Aşkın titreyen dudağını öpüyor Yaşıyoruz Sessizce. Ölümün nefesini gümüşle bölüyor. Onulmaz yarasıyla yalnızlığını koynunda uyutuyor. Aşkı ve yalnızlığı gibi ölümü de yüreğindeki dağların ötesine götürüyor. Bir büyük aşkı bu kez ölümle yeşertiyor Şükrü Erbaş. Dili belagat iklimiyle, kalemi kendi kanıyla yüklü, dökülüyor kendi içinden sayfalara. Aşkın eyersiz atını Ömür Hanım’a doğru sürüyor.
Seni unutacak ömrüm kalmadı
Bir soğuk zamanın akşamında
Dönüp yine sana başlıyorum
Acıları mutlaklaştırmamalıyız diyor Şükrü Erbaş bir röportajında. Öyle de yapıyor. Acılarla yüzleşmek denemez onun yaptığına. İçinde eritiyor onları, onlara sahip oluyor ve onların oluyor. Yabancılaşmanın kirli sularından uzak, mavi denizlerde gemiler yüzdürüyor. Tanıyalım bilelim diye her ne yaşıyorsak, insanlığın sözcüklerini ve hafızasını taşıyor bohçasında.
Eşiksiz evim, penceresiz odam
Sevdiğim ne varsa bir bir geliyor ardından
Ölüm beni sana hazırlıyor…
Çiçeksiz, türküsüz gölgesiz büyüyen çocuklar ülkesinde, kaba adamların kalın sesi ülkeyi örterken, güzel kadınlar kederli türküler söylerken, şehirlerin kalabalığı ve apartmanların soğukluğu sizi öldürmesin diye, kalbiniz atmaya devam etsin diye Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan Yaşıyoruz Sessizce’yi okuyunuz.
- Yaşıyoruz Sessizce
- Yazar: Şükrü Erbaş
- Türü: Şiir
- Baskı Yılı: Ekim 2016
- Sayfa Sayısı: 84 Sayfa
- Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
- Doldur be Mastori, doldur be Barba - 9 Ocak 2017
- Rilke’den Heykeltıraşın Kitabı; Auguste Rodin - 29 Ocak 2017
- Tuvalden Altıpatlara Van Gogh; Son Mektuplar - 26 Aralık 2016