Norgard Kohlhagen’in Varlık Yayınları tarafından yayınlanan, Dünyayı Değiştiren Kadınlar kitabında anlattığı birbirinden cesur ve kendini dünyaya karşı sorumlu hisseden devrimci kadınlardan Kate Kollwitz’i seçip size tanıtmak istedim.
KATHE KOLLWITZ (1867-1945)
8 Mart dolayısıyla, “Sanatçıyı çağının yarattığını” düşünen, adı unutulmuş büyük kadın sanatçılardan birini size tanıtmak istiyorum.
Sanat akademilerinin kadınlara kapalı olduğu ve sanat tarihinin sadece erkek isimleri tanıdığı bir dönemde gencecik bir kız olarak kendini sanatçı olarak tanıtabilme cesaretini gösterebilen; ressam, heykeltıraş ve taşbaskı sanatçısı koca yürekli, mücadeleci, ateşli bir barış savunucusu, savaş karşıtı bir kadındır Kate Kollwitz.
Dönemine damgasını vurmuş olan en büyük olay, 1844 Schlesien’de dokuma işçilerinin ayaklanması ve belki de daha önemlisi 1889 yılında Berlin’de, Özgür Tiyatro Topluluğunun kurulmasıdır. Bu topluluğun 1893’de sahnelediği Hauptmann’ın Weber adlı oyunu onu derin etkiler.
Yaşadığı dönem dokuma sektöründeki huzursuzluklar, kapitalizmin sanayileşme sancılarının, toplum üzerinde yarattığı etkilerin sonucudur. Değişen üretim biçimi kendisine gereken sosyal yapıyı kurarken, sebep olduğu yıkımlar ve çöküşler büyük sarsıntılar yaratmaktaydı. Çatışmalar, savaşlar olanca kıyıcılığıyla insanlar arasında yoksulluk ve isyan yaratmaktaydı. Sanayi gelişip üretim arttıkça, insanlar daha çok proleterleşmekteydi. Daha sonra da zaten bunalım döneminin doğal sonucu olarak da 1914 I. Dünya Savaşı patlak verecekti.
Hukukçu olan babası sosyalizme olan inancını yaşamında uygulamış, hukuk fakültesini bitirmesine rağmen mesleğini yapamamış, duvarcı ustası olarak hayatını kazanmıştır. Kate’i ve abisini oldukça özgür fikirli ve sosyal yetiştirmiştir. Daha çocuk yaşlarında sanatçı olacağı belli olan kızının gelişimi için elinden geleni yapmıştır. 18 yaşında, İsviçreli ressam, Karl Stauffer- Bern’in atölyesinde resim dersi alması için, Berlin’e abisinin yanına gönderir. Alman natüralizmin büyük oyun yazarı Gerhart Hauptman’la tanışır. Zola, İbsen, Dostoyevski, Tolstoy okur. Yurduna döndüğünde yoksul liman işçilerinin portrelerini yapmaya başlar. Kardeşinin doktor arkadaşı Karl Kollwitz’le evlenir. Evliliğiyle düş kırıklığına uğrattığı babası, “Artık seçimini yaptın. İki işi bir arada yapamazsın, onun için seçtiğin işi tam yap!” Der. Fakat Kate iki işi birden istemektedir. Kâh sanatçılığa, Kâh ev kadınlığına kendini adayarak, ev kadınlığını da, sanatçı olmayı da başarır da. Bu arada da iki oğlu olmuştur.
“Sanatımın ‘amaçları’ olduğunu kabul ediyorum. Ben insanların böylesine çaresiz ve yardıma muhtaç olduğu bir zamanda etkili olmak istiyorum.” Diyen Kollwitz, içinden gelen insan sevgisi ve dayanışma gücüyle, zamanının tanıklığını yapan diğer sanatçılar gibi; acı, savaşlar, ölüm ve kurbanlardır eserine konu olanlar ve bu motifler, “Köylü Savaşları” dizisini oluşturan yapıtlarına da motif olurlar.
1914 yılına gelindiğinde dünya savaşı patlar, Alman gençleriyle birlikte küçük oğlu da, çiçeklerle süslenip kilisenin takdisiyle savaşa sürülürler. İnsanları kaçınılmaz olarak etkisine alan bu felaketi reddeder. Sürekli olarak savaşa karşı söylemlerde bulunur, kendi söylemiyle, barış propagandasını ömrünün sonuna dek sürdürür. Hiç durmadan, fikirlerini ve dünya görüşünü yansıtan eserler yaratır.
Savaşı ve ölümü kutsayan söylemlerde bulunanları, insan soyunu yok edecekleri konusunda uyarır, onları insanlığa ihanetle suçlar. Kitlesel sarhoşluğa sebep olan bu yönlendirmeleri yapanlara karşı durur, insanları uyarmayı görev edinir ve durmadan bu konuda çalışır.
Kate Kollwitz günlüğünde, psikolojik tansiyonun olağanüstü yükseltildiği bu dönemde, iki oğlunu da etkileyen “kitlesel sarhoşluk” un korkusuyla şöyle der; “Oğullarım böyle bir çılgınlığa katılmayacaklardır.” Fakat tersi olur. Her iki oğlu da savaşa katılır. “Sanki göbeği bir kez daha kesiliyordu çocuğun. İlkinde doğumda, şimdi ise ölümde. İnsanın beynini yakan bir çılgınlık uğruna henüz onsekizini bile doldurmayan çocuklar bir hiç uğruna kurban ediliyorlar.” Tüm çabalarına karşı gençlerin savaşa alınmalarını engelleyemez ve küçük oğlu Peter’i, daha gittiğinin ilk günlerinde savaşta kaybeder. “Vatan görevi aldatmacasında hepimiz aldatıldık. Keşke bu aldatmaca olmasaydı. Peter ve onun gibi milyonlarca genç aldatıldı.”
Artık sanatçı olarak hayatının sonuna kadar bu konuyla ilgilenir. Konusu ‘savaş’ olan bir dizi resim yapar. “Bir daha asla savaş yok!” yazılı pankartla ve oğlunun anısına yaptığı bir anıt ile tam bir barış propagandistidir.
Savaşa karşı duruşu, sosyal konumundan ve statülerinden çok şey kaybettirir. 1933’de akademiden çıkarılarak konferans vermesi, sergi açması yasaklanır. Oğlu Peter için yaptığı ve kendisi için en önemli çalışması olan “Ebeveynler” adlı çalışmasını tamamlar. Tam bir acı anıtıdır bu. Oğlunun gömülü olduğu askeri mezarlığa yerleştirilir. Daha önce de “Matemdeki Ebeveynler” adlı eseri Berlin Ulusal Galerisinde sergilenir. Görenler çok etkilenir. Eserlerinde yansıttığı acının büyüklüğü insanların acısıyla örtüşmektedir. Heykeller ne kadar uzun sergilenirse o kadar etkisi artıyordur. Bu etkiden korkan savaş çığırtkanları eserlerini Ulusal Galeriden kaldırırlar.
Yaklaşan bir dünya savaşının daha ayak sesleri tüm şiddetiyle duyulmakta, yine savaşı ve ölümü kutsayan ve kitleleri çılgınlığa sürükleyen söylemlerin yükseldiği bir döneme doğru hızla yol alınmaktadır. Kate Kolltwiz tüm benliğiyle ve korku içinde yaklaşan felakete karşı uyaran eserler vermektedir peş peşe. Eserleri savaş yaratıcıları tarafından çirkin, tahammül edilemez ve korkunç bulunur. Kendi çirkinliğiyle örtüşen eserler yarattığı gerekçesiyle “Pislik Ressamı” diye nitelendirilir. Bir Alman gazetesi; “Bir Alman annesi ona benzemiyor çok şükür!” Diye yazar. Berlin’i terk etmek zorunda kalır. Savaşta evi bombalanır, baskıları ve kalıpları yok edilir, torunu Jutta Kollwitz’in yanına yerleşir. 22 Nisan 1945’de ölür. Ölmeden az önce, “Günün birinde yeni bir ideal ortaya çıkacak ve tüm savaşlar sona erecek. Bu inançla ölüyorum. Belki zorlu bir uğraş olacak ama başarılacak, inanıyorum.” Dediğini söyler torunu.
Norgard Kohlhagen’in Varlık Yayınları tarafından yayınlanan, Dünyayı Değiştiren Kadınlar kitabında anlattığı birbirinden cesur ve kendini dünyaya karşı sorumlu hisseden devrimci kadınlardan Kate Kollwitz’i seçip size tanıtmak istedim. Çünkü çağımız savaşlar çağı artık. Silah üretimi, en kârlı sektör olarak yarattığı sermayedar grubunun elde ettiği gücün sayesinde, satın aldığı siyasetle ve hükümetlerle insanları, silahla özgürlük, barış ve demokrasinin geleceğine inandırmaya çalışıyorlar insanları. Ama insanlar yaşanan süreçlerin sonunda silahların ölümden başka bir şey getirmediğini biliyorlar artık. O yüzden de dünyada payımıza düşen savaşların sebep olduğu ölümlerin, yoksulluğun ve yoksunluğun cinsiyet gözetmediğini, hatta yok edici güçleri yüzünden dünyadaki tüm canlıları yok etmede eşitlediği bir gerçek. Dünya yok oluyor tüm canlılarıyla.
O yüzden 8 Martlar artık bu yok olmaya da karşı çıkışların daha yüksek sesle yapıldığı günler olması gerekir. “İnsan olmak, her şeyden sorumlu olduğumuzu hissetmek demektir. Sorumlu olmadığımız ve kınayamayacağımız kötülüklerden dolayı utanç duymak demektir.” Diyor Saint Exuperi de. Yani duyarsızlık ve edilgenlik insan olma özelliklerimizden vaz geçmek demektir. Üretkenliğimiz, emeğimiz ve çalışma gücümüzün farkına varıp bu değerli hazinemizin bilincinde olduğumuz sürece, etkin denetleyici ve değiştirici gücümüzün de bilincinde oluruz. Çok şey yapabiliriz, Kate ve diğer devrimci kadınlar gibi.
Ben de, ancak birlikte olunca dünyanın güzel olacağına inanıyorum! Biliyorum ki, barışın ve özgürlüğün hüküm sürdüğü dünyada 8 Martlara da gerek kalmayacaktır. İşte bu yüzden Savaşa ve tüm kötülüklere hayır! Diyorum. Barışı ve yaşam hakkını savunuyorum! Yürekli Kate Kollwitz, Emel Korkmaz, Gülsüm Elvan ve diğer anneler gibi.
|
- Okuyanı derinden sarsan bir hikâye; Eşiktekiler - 12 Nisan 2018
- Gerçekleri görmek için bir çağrı; İçimdeki Gölge - 27 Mart 2018
- Mete Kaynaroğlu imzalı öyküler; Spartaküs’lerin Ölümü - 6 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI