Duyguları Konuşturan Şair; Ülkü Tamer

Ali Dayı, Temsil adlı bir meslek dergisinin sahibi olan arkadaşı Sabri Koçak ile karşılaşır. Yavru Türk adlı çocuk gazetesini gösteren Sabri Koçak, “bu senin yeğenin değil mi?” diye sorar. Ülkü Tamer’in İstanbul’dayken yazdığı ve kendisinin çok beğendiği Duygular Konuşuyor piyesidir arkadaşının gösterdiği.

Yaz aylarında anneannesi ve kardeşiyle birlikte Antep’ten yola çıkan Ülkü, önce Eskişehir’deki Halil Dayı’sına, sonradan da İstanbul’a Ali Dayı’sına giderler. Antep’ten ayrılmayı hiç sevmediğini söylese de annesiyle babasının biraz “kafa dinlemeye” hakları olduğunu düşünür.

İstanbul’daki dayısı Ali Kazanoğlu, dönemin İstanbul Milli Eğitim Müdür Muavini’dir. Dayısına göre Ülkü çok yaramazdır. “Boş zamanlarında onu görmeyin, kıracak, dökecek bir şey bulamazsa çok sevdiği ninesinin başındaki çemberinden tutun da evimizin sıçrayacak, tırmanacak her noktasına zıplar ve bazen büyük tehlikeler atlattığı halde o, durmadan atılır, bağırır, didinir, uğraşır, oynar. Biz ona oyuncak dayandıramayız. En ucuzundan, pahalısına kadar eline geçeni, en çok bir saat içinde haklar, ele avuca sığmaz… Makul olan her şeyi dinler. Azıcık da kendini sevenleri üzmekten zevk alır. Oyunu devamlı değildir, kendini vermez. En çok sevdiği oyun bir saatten fazla sürmez, meşgalesini birden bırakır.

Dayısı haklıdır. Bir yaz günü, babası kocaman bir uçurtma yapar Ülkü’ye ve birlikte tepeye uçurmaya giderler. Gitmişler ama Ülkü ısrarla “sen bırak” diye tutturur. Babası ipi bırakınca da Ülkü iple birlikte havalanıverir. “Babam bacaklarıma sarılarak Antepli Süperman olmamı engellemiş” der gene de Ülkü..

Yaramazlıklarına rağmen Ülkü hep sınıf birincisi olur. Dayısı da bu konuda hak vermekten geri kalmaz: “Ağır adımlarla masanın başına geçer, oturur. Pek kısa bir an durur, düşünür, meşgul olur. Nelerle uğraşmaz, anlatamam. Tarih, coğrafya, yurt bilgisini ve hele de güzel yazıyı (edebiyat) çok sever. Tabiat Bilgisine bayılır. Matematik onun için eğlencedir. Bazen devirleri olaylarına göre birbirinden ayırmağa uğraşır, bazen Okyanusların ötesindeki hayatı keşfe çalışır. Yurdu, ulusallığı sever, tanır; tabiat hadiselerini çözmeğe çabalar… Hayatında en çok sevdiği şey kitaptır. Neşredilmiş çocuk kitaplarından edinmediği yoktur. Bütün çocuk dergilerinin abonesidir. Yemez içmez, yalnız okur, okur, okur… Onu kahvaltı ederken, yemek yerken bile okumasını menetmemiz bile müşgül olur. O kadar kendini verir ve dalar ki, kardeşlerinin en hırçın yaramazlıklarını bile görmez, duymaz, dalar. İrili ufaklı beş yüzü aşan kütüphanesindeki kitapların, çocuk dergilerinin çoğunu defalarca okumuştur.

Ülkü’nün evine gerçekten pek çok dergi girer, Realite, Ayda Bir, Karikatür kesinlikle alınırmış. Çocuk Haftası ile 1001 Roman’ı ise özellikle kendisi alırmış. Grimm Kardeşler’den Naki Tezel’in derlediği Dünyanın En Güzel Masalları’na, Kemalettin Tuğcu’ya kadar eline geçen her kitabı okumuş ama, kısa süre sonunda harçlıklarından biriktirdiği parayla Milli Eğitim Bakanlığı’nın kitabevinden kendi kütüphanesini de oluşturmaya başlamış..

1947 yılı yazında İstanbul’da Ali Dayı’sının yanındadır Ülkü. Gündüz yaptığı yaramazlıkların ardından tabiat bilgisi okumuştur. Akşam, kitapta okuduğu duyguların görevleri hakkında konuşurken bir soru sorar dayısına:

Dayıcığım, bütün yaratıklar, hayat bakımından yekdiğerine benziyor. Kiminin ömrü uzun, kiminin çok kısa. Yalnız bunların içinde insan olan yaratık, diğerlerinden çok farklı… İnsan, her duyguyu özel varlığına göre hissediyor, duygular birbiriyle yarış ediyor. Acaba hangi duygu insanı diğer yaratıklardan daha üstün tutuyor da onların üzerinde yaşıyor?

Duruma şaşıran dayı, ne diyeceğini pek kestiremediğinden olsa gerek zaman kazanmak için: “Sen düşün, bakalım hangi duygu diğerinden üstün?” diye sorar.. 

Bir süre düşünen Ülkü, ne diyeceğini pek kestiremez, başını sağa sola sallar ve “bunu size başka bir zaman anlatacağım” der..

Aradan bir hafta geçer, dayı biraz unutmuştur olayı ama Ülkü vazgeçmemiştir. Dayısının karşısına geçer ve “dayıcığım, hani sizinle duyguları görüşmüştük, hatırladınız değil mi?” der ve dayısının konuşmasına izin vermeden devam eder: “Bakın, ben duyguları konuşturdum, dinler misiniz? Hatta siz okuyun da ben ödevlerim ile uğraşayım” dedikten sonra dayısının önüne birkaç sayfa koyup çekilir.. 

Sözde, çalışma masasının bir köşesinde dersine bakacaktır Ülkü ama, dayısı fark eder ki aslında kendisini gözetliyordur. Okuyup bitirdikten sonra sevinç ve heyecanı birbirine karışmış bir halde “Çok güzel olmuş Ülkü, beğendim, aferim sana” der..

  • Gerçekten güzel olmuş mu dayıcığım?
  • Evet 

Bundan sonra dayı odadan çıkar ve kısa bir süre sonra onu yatağına yatırırken de 12 yaşındaki Ülkü’nün ileride Türk Edebiyatında önemli birisi olacağına inanmıştır.

Yaz tatili bitince Gaziantep’e döner Ülkü. Bir süre sonra Ali Dayı, Temsil adlı bir meslek dergisinin sahibi olan arkadaşı Sabri Koçak ile karşılaşır. Yavru Türk adlı çocuk gazetesini gösteren Sabri Koçak, “bu senin yeğenin değil mi?” diye sorar. Ülkü’nün İstanbul’dayken yazdığı ve kendisinin çok beğendiği Duygular Konuşuyor piyesidir arkadaşının gösterdiği.

Gaziantep’te yayımlanan Yavru Türk dergisinin 7. ve 8. sayılarında (29 Ocak – 12 Şubat 1948) çıkan bu “Bir Perdelik Okul Temsili”ni kitap haline getirir Ali Kazanoğlu. Yazdığı önsözü şu cümleyle bitirir:

Ülkü Tamer’den nice eserler ve büyük eserler umuyor, bekliyorum.

1998’de yayımlanan Yaşamak Hatırlamaktır adlı anılarında “yayınlanan ilk yapıtım, ilkokul dördüncü sınıftayken yazdığım bir öyküydü.100-150 sözcükten oluşan Fakir Aile, Antep’te bir gazetede yayımlandığı zaman, dünyada benden mutlusu yoktu. Define bularak zengin olan yoksul bir aileyi anlatmıştım” diye yazan Ülkü Tamer, Duygular Konuşuyor’dan hiç bahis açmaz. Hatta “a dergisi”ni çıkartırkenki anılarını şöyle anlatır:

O günlerde bir kitap çıkarayım dedim. Tek formalık, minicik bir kitap. Kısacık, eğlenceli çeviri şiirler. Adını Şiiristan koydum. Kimden geldiğini unuttum şimdi, arkadaşlardan biri bir öneri getirdi. ‘Kapağına a dergisi yayınları yazalım’ dedi. Yazdık da. Hiçbirimiz kitap yayımlamamıştı daha. Ama hepimizin ilk kitapları hazırdı. Benim Soğuk Otların Altında, Onat’ın İshak, Adnan’ın Panayır.

Ülkü Tamer yıllar sonra hatırlar Duygular Konuşuyor’u ve 8 Ocak 2005 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki köşe yazısında biraz farklı anlatır:

Şu sıralarda ‘ilk kitaplar’dan söz ediliyor sık sık. Milliyet Pazar Eki’nden sonra Aktüel’de de bu konu ele alınıyor. İki hafta önce ben de ilk kitabımın, Soğuk Otların Altında’nın yayımlanış serüvenini anlatmıştım.

Sonradan düşündüm de, ilk kitabım Soğuk Otların Altında değil aslında. 1948’de yayımlanan Duygular Konuşuyor.

İlkokul öğrencisiydim o sıralar. Öğretmenimizin verdiği bir ‘tahrir’ ödevini kısacık bir oyun gibi yazmış, bir kopyasını da İstanbul’daki Ali (Kazanoğlu) dayıma yollamıştım. İki-üç ay sonra basılı bir kitap olarak geldi. 16 sayfalık bir kitap. Yedi sayfası benim tahrir, gerisi Ali Dayı’nın yazdığı önsöz. Ama Remzi Kitabevi basmış! 12 yaşındaki bir çocuğun fiyakasını düşünün…

Üstüne üstlük, günlük bir gazetenin ‘Yeni Yayınlar’ köşesinde, üç-beş satırla da olsa, benim kitap tanıtılmaz mı! Yazarı kapağı bile açmamış anlaşılan… Çünkü tanıtım yazısı şöyle başlıyor: ‘Ünlü muharrirlerimizden Ülkü Tamer’in…’

Şimdi bende yok o kitaptan. Bir kopyası Remzi Kitabevi’nin yöneticisi sevgili Erol Erduran’da var.

M. Şeref Özsoy
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Paraşüt Kitap yola çıktı; Çocuklar için 3 kitap raflarda!

Read Next

Haziran Senfonisi; Zaman, özlem ve ölüm hakkında hayat dolu bir roman

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *