Ekin Metin Sozüpek İle Bilinmeyen Dillerde Hokus Pokus

Ekin Metin Sozüpek; “Sahnede keşfettiğim en temel fark, anlık şifa etkisi. Çünkü sinema gibi, akış kesilmiyor ve mekana kapatılmış seyirci harekete maruz kalıyor.”

Ekin Metin Sozüpek; dille, daha özelde şiir diliyle mücadelesini, kağıt düzleminin dışına taşan manik bir coşkuyla, öğrenim gördüğü farklı disiplinlere ait uzamlara haykıran bir şiir performansçısı/ performans şairi.

İlk kitabı “Tamanlanamayan”, geçtiğimiz yıl Sel Yayıncılık tarafından kitaplaştırılan Sozüpek ile disiplinlerarası üretileri, içselleştirdiği deneyi, şiir-oluş, çevrimiçi çağımız ve daha başka şeyler üzerine tamanlanamayan bir söyleşi gerçekleştirdik.

A.Emre Cengiz: Öncelikle tebrik ederim Ekin. “Tamanlanamayan”, şiirin olanaklarını genişletmek için önemli bir hamle bana kalırsa. Kitabın sonunda yer alan “İçerik Tantanası”, poetik duruşuna dair yoruma açılan bir pencere; şair tarafından çizilen bir harita olarak ilgimi çekti. Bu nedenle “Tamanlanamayan”a tersten bir okumayla yaklaşmanın doğru olabileceğini düşündüm. Kitabın oluşum sürecinden bahseder misin biraz? Üç farklı tarzda yazılan bu üretiler nasıl bir dönemin hasatları?

Ekin Metin Sozüpek: O, Aslında ilk şiir kitabımı yediğim bir dönemin hazımsızlığından, durumun şişkinliğe değil doygunluğa tahvil edilmesi gerekliliğine aymakla gazımı sızdıran; yani kendime olan gazabımı evrenin hayrına tercüme etmeyi öğrenen gevşemiş ağzımda, bir geviş ganimeti. Olarak hasatlarını toplayabileceğim köklü bir ekin var olabilirmiş, bir başlangıç mümkünmüş gibi hislenme numarasını mecburen hora kullandığım bir, ilkkez gözegörünürlük.

Evet tam da tantana başlatma isteğiyle sanırım ayar çektim oraya, hem iç dünyamda hem karşımda. Sınırları pek tabii geçişken olmakla birlikte, bahsettiğin olanaklara dair bir anıştırıcı, ses-söz ile ilgili trajik dayatılmış ayrılığı ironikleyen bir 1 2 3leştirici, meseleyi kasten güçleştirici ve 1leştirici değil ‘yekleştirici’, leşyiyici eleştiriciliğe karşı bir kendi kavramlarını oluşturma dileği. Bir şakı-şiirden bahsedilmeseydi, bir performans ve ses hatırlatması, kağıdına dertlenen bir görsellik hatırlatması yapılmasaydı tam da yutucu aygıtlarla konuşmaya çabalayacaklardı. PAP! adlandırması da buna karşı üflenmiş caydırıcı ve tanımsızdıran bir nida. Bilinmeyen dillerde hokus pokus. Ve çocuk dilinde ‘hop, yoksunuz!’. Temsil saçmalığını üstleneyim ve şaklabanca önden konuşayım ve arkadan kalbi açık olanlar doluşsun, yeter ki bu bahçe bizim olsun, diye koydum.

Sondaki Infografik’i de bu bağlamda değerlendirebiliriz. Kitabın içinde (dışında?) bir şey, yok / içindeki şeylerin ardardalığı dahi, bir yanılsama. Daha iyi değil, daha keyifli gezebilmek için bir harita, kaybolmalara müsaade eden ancak kendi nesnel sınırlılığının farkındalığını lafa getiren çünkü yok olmaya gidilmesini istemeyen, sadece genel bütünlüğü görmek için gerekli olan bir şablon tasarım, şekiller içeren basit bir tabela. Sadece bizim için ruhsal olmayan kaba taslağı görüp bizim için ruhsal olana odaklanmamız adına gereksiz yükler dökücüsü. Baş ve son ve sıradan ziyade kapılardan bahseden, ya da kapıların varlığından rahatsızlık hissetmeyen.

Oluşum süreci. Epey uzun bir döneme yayıldı. İlk kitap Ünik’i yazıp bir durdum. Kitabın olumuna yakın zaman dışında, hiçbir zaman bir dergide yer almadım ve kendi mecralarımda direttim. İşe yaramayabilirdi, yaradı. Mosmodern dergisini çıkarıyorduk ve önce “poetiksavuru” sonra “PAP!” olmak üzere sahne serüveni başlamıştı. Bunların özellikle son 2 senelik süreci, kitabın uyuşturucu hayalinden vazgeçip vasat somutluğuna döküldüğü dönemdi. İndirgemeci konuşacak olursam şakışiir sahneden, yazıbazşiir dergicilikten beslendi. Foto-şiir’le ilgili konuşmamayıysa ilginç bir şekilde seviyorum.

Ekin Metin Sozüpek

AEC: Kitabın bütününde hata gibi duran sözcükler, sözcük türetmeleri, harf eksiltme-değiştirme yoluyla anlam bozumu/değiştirme, birleşik ve über birleşik sözcükler, parantez içinde noktalama işaretleri, anlamı belirleyen virgüller, dize başında noktalar ve konuşkan ünlemler mevcut. Deneysel şiirin karakteristiği olarak ele alınabilecek tüm bu öğeler, şiirine nasıl bir nefes taşıyor? Son dönem şiirlerde kullanımı yaygınlaşan bu öğelerin, geleneksel şiir kalıpları gibi bir zaman sonra eskime ve dilin olanakları genişletme işlevlerini yitirme ihtimali üzerine de düşüncelerini merak ediyorum.

EMS: Yitiremez. Harften ne farkları var? İşaretler de suskunun belirteçleri, sessizliğin ve hareketin harfleridir; esintiler, gürültüler, duraksamalar, çatmalar, ivmeletmeler, gıdıklamaların işçileridir. ki harflerden daha özgür ve özgürleştiricidirler onlara kendileri olma hakkı tanındığında. Şiire soktukları duyuların sayısı kestirilemez, şiirin varmak istediği şeyi hem bedenlerini canhıraş araya sokarak hem de yalnız başlarına kalarak verebilirler: dilden kurtulmak. Kelimeden sıyrılmak. Söyleyerek tüketmek, külfetlikten çıkarmak, vasıtalarıyla sessizliğe ulaşmak. Öntanımlanmış ve imgelemin sınırına hapsedilmiş gerçeği salmak için kılıçtır çentiktir iğnedirler, delerler yararlar ve oradan insanın ‘her şeyi olduğu gibi hissedebileceği an’ akar. Zihninin hiç erişilmemiş yanları gıdıklanır ve kurulan bağlantılar alakasız nöronlar arasında tınlayınca neşenin dozu artar, kafa olunur, çözülür insan erkinden ve o muazzam karmaşada yegane basitliği görür ve dinginleşir.

Sadece formal olarak yazının görüntüsünü kaydırmak. Bazı zamanlar bunun da klişeleşeceğini ve eskiyeceğini düşünürdüm, o zamanlar bunları biçimsel denemeler sanıyormuşum çünkü. Ama şu an içkinler, yani biliyorum ki, nasıl a harfi öyle yazılıyor ve bu ne eski ne yeni bir şeyse, her şiirin bir bedeni var işte, o bedene gereksiniyor, o dalgalanmaya mecbur. O şekilde göstermek zorunda kendisini.

Üstteki soruyla bir; dilin olanaklarını genişletemeyen herhangi bir yazar düşünemiyorum. Gelişmemiş, samimice şahsileşememiş ve bağımsızlaşamamış alanda, dar bir anlamda kimi konuşabilirsiniz? Anca toplumu konuşabilirsiniz, anlaşma dilini, sabun köpüğünü, nerede bunun edebiyatı? Kendi olanaklarını keşfetmek, kısıtlı area’dan fırlamak zaten uca açılmak, pervasız olmak, dilin sizde vukulanacak sesini tanımak için tutku duymak anlamına geliyor ki nitelikli tüm edebiyat eserleri bu anlamda deneyseldir. İç Deney.

AEC: Kitabın ilk bölümünü oluşturan; “şakışiir” olarak nitelediğin performatif şiirlere, dilin bozumlanmasına karşın akışkan bir söylem ve yer yer ritmik kreşendolar hâkim. Çeşitli müzik tarzlarıyla şiiri buluşturduğun “PAP!” ve “poetiksavuru” gibi projelerini akla getiriyor bu metinler. Şiirin müzikle ve sahne sanatlarıyla senkronizasyonu, bu farklı alanların olanaklarını ne şekilde genişletebilir ya da genişletiyor?

EMS: Bu çift yüzlülük hoşuma gidiyor. Okurken kekeleten, hangi cümlenin hangisinin ardılı olduğu bile karışan bir teklemeler vaziyeti varken bir de gümbür gümbür akıp giden, her okuyuşunda taptaze ritimler işitebildiğin, yani tüm tırtıklılığına ve dağınıklığına rağmen arkasına örülecek bir dokuyu da kabul eden, ırmakla uyumlanabilen işler. Bu bir öneri. Şiirin mazisinde olduğu gibi ses-bedene taşınması, kağıtdışı olanakları tekrar hatırlaması, özünden uzağa kopan görünümlerle tekrar güçlü alışverişlerde bulunup kendisini kavramlaştırmayı göze alarak tüm sanatlara şiirsel olanı akıtması.

Hip-hop’ı görmedik, ya Jazz’ı? Yazının tekil gücünü Derrida’yla keşfettik, ya sonrası? Somut şiircileri dada’ları dinledik, müzik ile resimdeki şiir-kalbi olanları. Şiirin hala daha kağıda bu kadar mahkum kalması, bana korkunç geliyor. Zorla güvenli evine hapsedilen, cadılığına layığını verme olasılığına karşı kastre edilip duran, bir kadın-oluş o. Erke-ekleştirilmiş, tek bir takım elbisesi ve kravatı var ve gerizekalı bir işe gidiyor. Ne zaman kendisine benzese weird! Gezinip mucizesini her yere neden yayamasın, wizard! Kağıt ve yüzeye saplı bir şiir düşüncesi ürkütücü derecede somurtkan.

Sahnede keşfettiğim en temel fark, anlık şifa etkisi. Çünkü sinema gibi, akış kesilmiyor ve mekana kapatılmış seyirci harekete maruz kalıyor. Okurken de temsilci değil performansçısınız: şiirbedensiniz, şiir-oluşsunuz, ve kesinlikle vücuda çarpıyor, hızıyla aklı savsaklatıyor, uçup gidiyor durmadan, ete değiyor, iç blokajları çözüyor. En verimli nefes sahası buymuş belki şiirin. Yavaşlatılamadığı için anlam yükünden daha bir sıyrılıyor şiir ve his ve kavrayışa odaklanmak mümkün oluyor. Şiirin tüm öğeleri tek bedende vücutlanıp en olgun şekilde ifadelenebilirse, fazlasıyla genişletici. Atonaliteyle doğrudan bağı var. Örneğin spokenword fikri, 20.yy minimalistlerini, Cage’i onuyor ama bunu görenbilenlere dahi aykırı geliyor. Sesin tanımından taşacak aşırılıkla sözün enstrümanlaşabilmesi müzik için de devrimci bir şey. Konuşarak ama hiçbir şeyi konuşarak, hiçbir şeyi söyle(me)mek. Bunu kelimeci sanatların en yoğunu yaparsa, tüm diğer sanatlar hürleşmez mi?

Ekin Metin Sozüpek

AEC: Sosyolojiden psikolojiye, felsefeden görsel sanatlara, birçok alandan izler görmek mümkün şiirlerinde. Ayrıca yersiz-yurtsuzluk ve köksap kavramları üzerinden Deleuze’e, II numaralı bölüm epigraflarıyla Türkçe şiirin dadacı şairlerine atıfta bulunuyorsun. Diğer yandan otoriteye, militarizme, moderniteye ve geleneksel sanat anlayışlarına saldıran bir özne var şiirlerde. Kendini poetik anlamda nerede konumluyorsun? Bahsi geçen alanlar ve düşün insanları haricinde nelerle ve kimlerle besleniyor şiirin?

EMS: Şiir-dışı sayılagelmiş her şeydeki ş’yi tırtıklayarak, (mideyi delecek kancasını kasten baştan ısırarak), yeri gelir i kadar ince kalabilmek için noktası kadar az öğünle, yanisi, açlıktaki düşün potansiyellerine işittiğim sevgiyle, besleniyorum. Baştan savmak için; bu bir şiir kitabıdır. Başı sağlama al lazımdır. Ama her şeyden önce bir Metin bu. Bu metnin derdi yolun kıyısında bulunup yolculuğu gen(ç)leştiren “şiirsel” olanın güzergahından geçmek, dahilinde “-arasılık” olacak olasılık olarak hep. Şiirsel et (onu). Güvenli alandan çıkar dibine kadar yürür parçalanır huzursuzluğu koklar şiir bunu hayatınızdan da bekler, dolayısıyla sürekli çekilmek, sürekli acemiliğe uyanmak sürekli yepyeni. Köksüz devinme, göçebeliğin At sırtında yer değiştirme olarak algılanamayacak dürüstlük zemini, bunlar şiirin iç dinamiğinde var ve tüm bu disiplinlerarasılık, yani forma yansıtılmış isyan bilinci sırf, nasıl olur da şiirsel olanın tam karşısında dikilen militarizme, tüm erkek kurumlarına karşı konulmaz? Kendimi poetik anlamda hiçbir yere kurgulamıyorum ama evet, poetik olanı buraya konumlamak direnişin tozlu haritasını da veriyor ele. Bu da en azından kaypaklaşmış bir blurlukta kaybolmamayı, içkinliğini yaratacağın sahayı sana veriyor. BU DA otomatik olarak doğrudan poli-tik tik-tir.

Açık cevap’la: yoğunca sinemadan besleniyor. Düşünmenin yeni katmanı olduğuna katılıyorum Sinemanın. Durmaksızın müzikten sahne sanatlarından felsefeden ve biraz danstan da.

Saldırmakta olan o kofti özneden mesudum, kor bir öfkeden umudu diriltmeye çalışan o kovulmuş susturulmuş küçük çocuktan. Deliler gibi uzunca açıklanabilir nelere karşı durduğu, ama açık ve bariz ki yumuşağın ve esneğin ve sıvının yanında o.

(-Türkçe’nin zorla kanonlaştırılmış şairlerine atıfta bulunup ne yapacaktım? 1931’den 2017’ye katılan bu mağrur selamı kazı, samimiyeti tanı ve o sayfaya kazık gibi çakıldı:)

Ekin Metin Sozüpek

AEC: Bir çağ sorunu da seziliyor şiirlerinde. Enformasyonun görsellerle hap gibi yutulduğu/yutturulduğu, hemen herkesin çevrimiçi olduğu bir çağ mı yoksa senin zihninde oluşup yaratı alanına taşınan başka bir sentez mi mevcut? Son olarak; sence twitter, şiir için yeni bir mecra olabilir mi?

EMS: Çağ başlığı duyuluyor çünkü bizim de başımızda çağ duruyor. Çağ ile ilgili bütün ses oyunlarına bayılırım, çığ çağıran çığlık ve çıkışsız; nasıl da beni bembeyazda körleştiriyor, eziyor. İnsan denilen sevimli gerizekalı her zaman aynı huyları göstermiştir aslında, ancak çağlar duyuları transform eder, yeniden form(a)lar görüleri, seni gidi Genetiği Değiştirilmiş İnsan seli. Hala aynı, ama bir katman daha var çağ ile, yeni bir faz açıldı, yenilik ‘farz edilebilir’ oldu en azından, ve bu tırnak işareti öyle ulvi bir gölgeye sahip ki yanınızdaki cümlelere kapkara kılıyor sizi. Yani ne yaparsan yap, aynı olduğunu bildiğin o diğer çağa uzanamıyorsun işte, kuşatılmışsın, kendi yarattığın zaman kavramının spesifik bir belirtecinde sıkışmışsın. Çağ böyle bende. Ama tabi ki sadece soyut düzlemde kalmıyor ve iniyor güne, gelecek ve geçmiş düşlerine. İçinde bulunduğumuz çağın tespiti yeterince güçlü yapılamıyor. Kendini zaman ve mekana oturtmadan düşünce üretmesi olanaksız olan insanın zaman ve mekan anlayışını sanalın, yapayın içine aktarabilen bir icada doğduk biz. Cılız da olsa sanal bir benliğimiz var, yandık. Bu, devasa, bir şey. Heryerheryerdelik, ağa böylesine eklenmişlik. İnsanın enerjiyle birbirine bağlılığına şirk koşan, birliğine risk doğuran, daha kodlanabilire doğru yanlış bir kaçış çizgisi. İncitici.

Twitter herhangi bir yer kadar en az, mecra olabilir tabii ki. Ancak ifade sıkışması, (şiiri çok anıştırsa da) sıkılaşma ya da yoğunlaştırılmış kuvvetli bir parça olarak algılanmıyor ki herkes tarafından. İfade kıtlaşmasına da gidiyor. Hatta genelde oraya gidiyor. Twitter’ın en hayırlı görevi; IQ simsarlığındaki  tespitçiliği, ‘komiklikler-şakalar’ı, başka yazanları fiziken görmediği için ‘en benim benliğim’i şiirden koparıp alabilir, utanması olan için. Twitter’daki tüm bu coşmalar insanı şiir için pes ettirir ve sen tekrardan şiire özgü olana bakarsın saçma sapan’ını bırakıp hayran avlamaksızın ))

Teşekkür ederim, bu kafa yakan güpgüzel sorular için Emre ))

AEC: Cevapların için ben teşekkür ederim Ekin 🙂

EKİN METİN SOZÜPEK, 1989’da İstanbul’a (doğdu). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde “Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji” bölümünden (mezun oldu) ve Anadolu Üniversitesi’nde “Halkla İlişkiler” ve “İktisat” bölümlerini (bitirdi). Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde “Sosyoloji” ve İ.Ü.’de “Radyo – Sinema – Tv” alanında yüksek lisans öğrenimini (sürdürüyor. Bir süredir; görsel / deneysel / somut şiir, video-şiir, performatif-ses-şiiri kapsamlarında ürünlere yer veren proje-dergiler (üretiyor. Şiirini çeşitli teatral ve müzikal denemeler ve birlikteliklerle kalayladığı performans ve konsept sahnelemeleri “poetiksavuru”, “PAP!” gibi, yoruldukça değişen başlıklarla (sunuyor. “Arı” mahlasıyla müzik serüvenine (devam ediyor

  • Tamamlanamayan
  • Yazar: Ekin Metin Sozüpek
  • Türü: Şiir
  • Baskı Yılı: Ağustos 2016
  • Sayfa Sayısı: 104 Sayfa
  • Yayınevi: Sel Yayıncılık
Vinkmag ad

Read Previous

Kirli Yüzlü Melekler; Arjantin Futbol Tarihi

Read Next

Bugün Kitap Eki’nde ne var?

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *