“Elele Verip Kendi Bindiğimiz Dalı Kestik!”

Metro Kitabevi’nin sahibi Zana Hocaoğlu ve editör Fatma Aktaş ile kitabevini, temel sorunları, geçmişi, günü ve çok da parlak görünmeyen geleceği konuştuk.

Bu kez Kadıköy’de, Metro Kitabevi’ndeyiz.

Şartlar, lojistik konum, kitabevinin yapısı, personel, karşılama, her şey kusursuz görünüyor ilk bakışta. Duvarlarda yazarların fotoğrafları, kitaplar özenle dizilmiş, kitabevi personeli güleryüzlü, yönlendirici. Oturup kitabını karıştıracak masalar hazır, her şey olması gerektiği gibi.

Ve bu kitabevi kapanmak üzere.

Metro Kitabevi’nin sahibi Zana Hocaoğlu ve editör Fatma Aktaş ile kitabevini, temel sorunları, geçmişi, günü ve çok da parlak görünmeyen geleceği konuştuk. Her ikisinin de kitapçılığa ve yayıncılığa dair çok sözü vardı. Tekrar teşekkür ediyorum Metro Kitabevi’ne misafirperverlikleri ve yanıtları için.

Merhaba, çok teşekkür ederim vakit ayırdığınız için. Şuradan başlayalım, kitabevi kurma fikri nasıl oluştu? Nasıl ve nerede kuruldu?

Zana: 1995 yılında ilk defa Mersin’de Anadolu Hitit adında bir kitabevi kurduk. O kitabevinde hem kültür hem ders kitabı olmakla beraber, İngilizce öğrenim kitapları kitapları sattık. Aynı zamanda o dönemde Hitit Yayınları ve Nelson Yayınları’nın bölge temsilciliğini yaptık. Nelson Yayıncılık tabii sonra Longman’a devroldu. Anadolu Hitit Kitabevi olarak Mersin’de iki yıl çalıştık. Ardından Ankara’ya taşındık. Sakarya Caddesi’nde Sis Yayıncılık’ı kurduk. Ankara’da 2001 yılına kadar yayıncılık yaptık. İstanbul’a geldiğimizde neredeyse toplam 20 kitabımız yoktu. Yurtdışından çeviriler de yaptık ama karmaydı, tutarlılık yoktu. Acemiydik tabii. Sonra İstanbul’a geldik. Sümer Dağıtım’ı kurduk, daha önceleri kelepir kitabevleri vardı. Onlar battılar. Kelepir kitap zincirinin deposunu satın alan Niyazi Koçak ile birlikte üç kişi kurduk Sümer Dağıtım’ı. Yaklaşık bir buçuk yıl beraber çalıştık, ama anlaşamadık ve ayrılık biz Sümer Dağıtım’dan. Niyazi Koçak kendisi devam ettirdi Sümer Dağıtım’ı. Çok ilginç bir denemeydi benim için. Kelepirden kalma tüm kitapların çok iyi incelenmesi lazım bence. Yayın dünyası için çok iyi bir denemeydi. 68 tane şubesi vardı.

Fatoş: Ben de hatırlıyorum. Beyoğlu’nda da vardı. Raflarda kitaplar olurdu, 1 liraya 2 liraya. Neredeyse her yayınevinin kitabını bulurduk oradan.

Zana: Yayınevlerinin depolarında satamadıkları kitapları çok uygun fiyatlara satışa çıkarırlardı. Paraya dönüştürerek yeni bir kaynak elde edilirdi. O kelepir zincirinin de bunları çok uygun fiyata alarak ve uygun fiyatla şubelere dağıtarak, okuyucuya ulaşmasını sağlarlardı. Bu da çok önemli bir şeydir. Bir sürü öğrenci olurdu kitap alamayan. Çok az paraya çok kitap alabildiler bu kelepir kitabevlerinden.

Fatoş: Evet. Bursa’da okuldan gelirdik, üniversiteden. Topluca alırdık. Sanki dağıtım firmasının deposuna girmişsin gibi olurdu. Kitabevi ortamı gibi değil de, girip raflardan istediğini almak gibi.

Zana: 97-98 yıllarındaydı kelepir kitapçılık. Biz çünkü 2001 yılında buraya geldiğimizde kelepirler kapanmıştı, sadece deposu Unkapanı’nda 6. bloğun altındaydı. Devasa büyüklükteydi. O dönem belki 300-400 tane yayınevinin stokları vardı orada.  Herhangi bir şubemiz olmaksızın dağıttık. Yani kelepir dağıtımcılığı yaptık.

Sümer Dağıtım hâlâ devam ediyor mu?

Zana: Hayır kapandı, ama sahibi yayıncılığa devam ediyor. Kelepir döneminden satın aldığı birkaç marka altında yayın çıkarmaya devam ediyor. O dönemde çok iyi marka yayınevleri vardı. İzdüşüm de o zaman satın aldıkları yayınevlerinden biriydi. Sarmal Yayınları vardı rahmetli Işıtan Abi’nin sahibi olduğu. (Yakın zamanda vefat etti.) Sürdürme sözüyle satın alınmıştı, ama devam ettirilemedi. Bütün kitaplar ortaya saçıldı. Bütün stokları Sümer’deydi. Işıtan Abi ile o dönemde aynı mekânda çalışma şansına eriştim. Niyazi Koçak’ın yanında aynı zamanda Sarmal Yayınları’nı devam ettiriyordu editör olarak. Satmıştı ona, ama yine de editör olarak devam ediyordu. Çok iyi yayınları vardı.  Neyse böyle bir şey yaşandı. Ben Sümer’den ayrıldıktan sonra tekrar Sis Yayınevi’ni İstanbul, Cağaloğlu’nda yeniden açtım.

Henüz kitapçılık yok değil mi? Yayınevi devam ediyor?

Zana: Evet, yayınevine devam ettik. 2005 yılında kitabevini açtık. Yayınevimiz var kitabevimiz de olsun, diyerek. Özdemir Marmara Çarşısı’nda, Ataköy Atrium’da küçük bir tane açtık. Oralarda da beceremedik açıkçası.

Becerememek ne anlama geliyor?

Zana: Orada çoğunlukla ikinci el ve fotokopi vs şeklinde satış yapılıyordu.Biz yeni ve dağıtımlardan aldığımız kitapları satıyorduk, ama yeterince satış olmayınca kapattık. Yaklaşık bir yıl sürdü. Fuarcılık yapmaya başladık. Fuarcılık dediğimiz, İstanbul’un çeşitli merkezlerinde büyük kitap çadırları kuruyorduk. Oradan gerek kendi yayınevimizin gerekse diğer yayınevlerinin hem depoda kalmış hem de güncel kitaplarını kent meydanlarında okuyucuyla buluşturuyorduk. Belediyeyle beraber 100-200 metrekare alanlarda kitap çadırı organizasyonları yaptık. Sümer zamanında da bir iki tane yapmıştık. Kapandıktan sonra da yapmaya devam ettim. Kültür merkezlerinde, şehir alanlarında hatta Esenler’den tutun Bakırköy, Küçükçekmece ve farklı illerde de yaptım. Bandırma, Mersin, Diyarbakır. Bunların hepsini belediyelerle birlikte organize ettik. Kitap çadırlarının içinde tabii imza günleri de yaptık. Genelde bir ay kalıyordu çadırlar, ama bazı yerlerde üç ay kalıyordu. Genelde belediyelere kitap bağışında bulunuyorduk. Örnek olarak söylüyorum, 5000 tane çocuk kitabı bağışlıyorduk. Belediye başkanı da açılışta o 5000 kitabı çocuklara dağıtıyordu. 5000 kitap karşılığında da orada kitap satışı, etkinlikler ve imza günleri düzenleyebiliyorduk.

Hem belediyelerin hem de sizin kazandığınız bir süreçti o halde bahsettiğiniz, değil mi?

Zana: Evet, tabii. Onların hiçbir gideri yoktu. Bize bir aylığına yer verirlerdi. Yaptığımız etkinlikler çok keyifli ve çok güzel olurdu. Esenler Otogarı’nda da biz on yıl kitap çadırı açtık. Yaz aylarında iki ay olurdu. Kitap satışı yapardık. Daha sonra 2009 yılında Balıkesir’de yine bir AVM’de kitabevi açtık. Yaklaşık iki yıl orayı işlettik. Uzak olunca tabii gidemedik, gelemedik. Çok ilgilenemedik. Onu da beceremedik. Yayınevini sürdürmek için perakende satış olması lazım. Sıcak paranın akması lazım. Hep uğraş içindeydik, fuarlarla vs. kapatmaya çalıştık. Tabii fuarlar çok sıkıntılıdır. İzinler, bürokrasi… 2011 yılında en son dedik ki, biz sabit bir yer açalım. Sis Yayıncılık’tan ayrı olarak Metro Kitabevi’ni açtık. Metro Kitabevi Temmuz 2011 yılından beri varlığını sürdürüyor. İlk açıldığı zamanlarda iki katlıydı. Şimdi tek kat, onu da yarıya düşüreceğiz. Birkaç aya kadar da tamamen kapatacağız.

Fatoş, sizin yolunuz Metro Kitabevi’yle nasıl kesişti?  

Fatoş: Bundan üç buçuk dört yıl önce, Zana Bey benim zaten eniştem. Ablamın eşi. Çocukluk idollerimden biri. Kitap, kitapçı, yayınevi deyince Zana Abi! Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde kafamda bir proje vardı. Misis Kitap. O zaman finans işinden ayrılmıştım. Ankara’da Kültür Bakanlığı’na editör olarak işler yapıyordum, ajanslarda çalışıyordum. Bu işin merkezinin de İstanbul olduğunun farkındaydım. Misis Kitap’ta da özellikle kadın yazarların kadın kahramanları ön plana çıkardığı, yurt dışından getirerek telif haklarını alıp basmak gibi bir fikrimiz vardı. Türk yazarlar için de bir iki projemiz vardı kafamızda. Misis Kitap’ı hayata geçirdik. Şu an dokuz kitap yayımladık. Hepsi kadın yazarlar, kadın kahramanlar. Bu arada tabii kitabevi de devam ediyordu. Kitabevine hiç bulaşmamak tabii ki mümkün değildi. Zaten burası bir nevi aile işletmesi gibi olduğu için açıkçası işin hep okur tarafında olup satış tarafında olmak da ilgimi çekti. Okuru izlemek ve görmek açısından. Burada bir nevi ek iş olarak, bazen asal eleman bazen yedek eleman olarak, her zaman bulundum. Yayın yapacağımız zaman yayınevindeydim. Hafta sonları kitabevindeydim. Fuar zamanı Tüyap’tayım üç yıldır.  Bazen kasadayım bazen satıştayım. Bazen PR, sosyal medya. Ama asıl işim, gönlüm tabi editörlükten yana. Ama burada üç yıl birebir satışta olmak kafamdaki ütopyayı ters yüz etti. Ben de bir kitabevi müşterisiyim. Özellikle Ankara’da kitaplarımı Dost’tan, İmge’den alırdım. Orayı bir alışveriş yeri olarak değil de bir kültür yeri olarak gören, satış elemanlarıyla dost olan, muhabbet etmeye giden, onların görüşlerine önem veren biriyim. Üç yıl önce geldiğim zamandan bugüne kadar o okur erozyonunu da çok görüyorum. Okurun burada temel meselesi fiyat.

Bu kadar yoğun başlayan bir hikâyenin artık sonuna gelmiş gibi konuştunuz. Bir iki aya kadar kitabevini kapatacağınızı söylediniz. Nasıl bu noktaya geldi bu işler? Dört farklı cepheden hakimsiniz, kendi özelinizde, Türkiye özelinde okuru, yayıncıyı düşününce nasıl bu noktaya geldiğinizi düşünüyorsunuz?

Zana: Bu işin dünyanın genel gidişatıyla ilgili kısmı var. İnteraktif deneyimlerin çoğalması, internetin, cep telefonunun yaygınlaşması ve kitabın dışında farklı yollarla bilgiye ulaşmanın çok kolay olmasının etkisi var öncelikle bu bir. Ülkenin ekonomik durumunun etkisi var iki. Ülkenin kültürel yapısının etkisi var. Bunun dışında Türkiye’deki satış firmalarının arasındaki ilişkiyle de ilgisi var, kendi özelimizde ekonomik koşullarımızla da ilgisi var. Bu sadece bizim koşullarımızla ilgili değil. Daha önce Haydarpaşa vardı kapandı, çok büyük potansiyeldi bizim için. Hemen yanımızda otobüs firmaları vardı kapandı. Daha önce metro ve Marmaray yoktu bütün kalabalık buraya yığılırdı. Dolmuş ve otobüsler karşımızdan kalkardı. Birbirini besliyordu. Farklı kitabevleri vardı yakınımızda, burada bulamazsam oraya bakarım diyebiliyordu okurlar. Şimdi bunlar bir tarafa, tabii bunlar eksilince etkisi negatif yönde oldu bizim için. Ama en büyük etkisi de internette kitap satışının, yıkıcı indirimin etkisi. Okurlar gelir, almak istediği kitaba bakar, inceler, fotoğrafını çeker, fiyatını sorar gidip internetten alır. Daha önceki yıllarda yarışmaya çalıştık ama bizi mahvetti. Yüzde yirmi indirim yapıyorduk. Ortalama 30-35 iskontoyla aldığımız ürünü  yüzde yirmi indirimle satarak e-ticaret siteleriyle rekabet etmeye çalışıyorduk. Başaramadık, vazgeçtik. Faydası olmadığı gibi, şu anki ekonomik durumumuzun sebebi budur. Yıllardır burayı kazançsız, zararla yürütmeye çalıştık olmadı. Mesela e-ticaret siteleri 20 TL’lik kitabı 10 TL’ye satıyor. Bana gelişi zaten o kitabın 13 TL. Kitabevini kullanarak ihtiyacını başka bir yerde görmüş oluyorlar.

Fatoş: Ben bunu şöyle görüyorum… Zara’da bir kıyafeti beğenip terziye diktirmek gibi.

Zana: Aynen öyle, diğer sektörlerde de oluyordur tabii ki ama bizi daha çok etkiliyor. Böyle olunca da bizim satışımız çok düştü. Çok net bir şey söyleyeyim, 2011 yılında yaptığımız satışın şu anda 3’te 1’ini yapabiliyoruz. Rakam olarak düşünürseniz 3’e, 4’e katlaması gerekiyordu.

Burada kaç kişi çalışıyor?

Zana: İlk başladığımızda 9-10 kişiydi. Yetmiyordu hatta çalışan sayısı. Şu anda üç çalışanımız var.

En basit haliyle buranın kapanması beş  insanın işsiz kalması anlamına geliyor. Aileler, yakın çevre vs. eklediğimizde müthiş bir kayıpla karşı karşıyayız.

Zana: Evet, tabii burası tam kapasite çalışmış olsa en az 8-10  eleman olması gerekir. Hatta iki katı açarsak 15 kişiye çıkar.

Lojistik olarak ve özellikle E-ticaret platformlarından olumsuz olarak etkilendiğinizi söylediniz. Okur profili ile ilgili başka bir şey söylemek ister misiniz? Tabii ki okurun, yayıncının kendisine saygısı olan herhangi birinin kitapçıda kitap karıştırıp internetten almaması gerekir ama çoğu insan yapıyor bunu. Başka neler geliyor aklınıza? Bunlar mıdır en temel problemler?

Zana: Bizim şu an kendi özelimizdeki etkenler bunlar oldu. İnternetteki yakıcı indirimler dediğimiz gibi.

Kadıköy hep kültürün, sanatın, okuyan insanların olduğu yer olarak bilinir. Yerel otoritenin bu tip kitapçıları hayatta tutmaya dair bir çalışması var mı?

Zana: Hayır,  En basit örneğini size söyleyeyim. Bundan iki yıl öncesine kadar, burada, Haydarpaşa’da bir fuar yapılıyordu. İki yıl yapıldı sanırım. Bu iki yılda biz uğraşsak da oraya giremedik. Hangi kritere uymuyorum da giremiyorum dedim. Hangi kriteri koyarsanız birinci sırada biziz. Kadıköy yayınevleri diyecekseniz, oraya en yakın yayınevi biziz. Kitapçı diyecekseniz, yine biziz. Giremedik, bilmiyorum neden. Olmadı. Kısacası Kadıköy Belediyesi’nin kitaplarla ilgili herhangi bir desteğini ve faydasını göremedik. Bazen medyadan duyuyorum Bağdat Caddesi’nde bir iki yerde sahaf festivali yapıyorlar. O kadar, duyduğum pek fazla bir şey yok.

Kadıköy ve Sarıyer Belediyesi kitap günleri yapıyor ama kitapçıya faydası var mı tartışılır.

Zana: Bence yok, Ama Kadıköy Belediyesi gibi bu konuda daha aktif olması gereken bir belediye bu konuyla ilgili taşıdığı kimliğin hakkını yeterince vermiyor bence.

Girişimlerde bulundunuz mu?

Zana: Özellikle bir girişimde bulunmadım. En basitinden Kadıköy Gazetesi var. Bir stant getirin buraya, okura ulaşsın demiştim. Bana kâr ya da farklı bir açıdan faydası yok ama okura ulaşması açısından güzel olabilirdi. Onu bile getirmediler mesela. Bir kere de tesadüfen bir görüşmeye gitmiştim. Kitap alımıyla ilgili bir şeyler gördüm. Bizden neden teklif almıyorsunuz dedim, çok da haberdar değillerdi bizden açıkçası.

Yerel otoritelerle kitapçı ilişkilerinde böyle problemler her yerde var sanırım.

Zana: Sosyal demokratım diyen bir belediyenin bu konuda daha duyarlı olması lazım. Burada on tane kitabevi varsa, belediyenin bir kişiyi sadece bu kitabevleriyle ilgili görevlendirip ortak çalışmalar yapması gerekiyor bence. Kitap, kültür, edebiyat, sanat, imza etkinlikleri yapabilir.

Kitabevinin desteklenmesi açısından yayınevlerinin ve yazarların desteğini görüyor musunuz? D&R’da imza günü yapmak yerine hadi burada etkinlik yapalım en yoğun saatlerde diyen yazarlar oldu mu ya da kitap satışını tetikledi mi?

Zana: Biz daha önce imza günleri çok yaptık burada. İlginçtir ki satışlarımız düşüyor. Evden getiriyor herkes kitabını. Ahmet Ümit’e imza günü yaptık burada, iki yıl evvel. Kuyruk iki sokak ileriye kadardı.

Ne kadarlık bir satış oldu?

Zana: 42 adet kitap sattık. İçerisi tıklım tıklım olduğu için de imza için gelmeyen, kitap almaya gelen okurlar dükkâna giremedi. Normalde yaptığımız iş 10 lira iken o gün 4 lira ciro yapmışız. Allah Allah biz yapmasak mı bu imza gününü, dedik. Çok insan geldi, ama kazanamadık. Yazarın kitabını almış gelmiş herkes. E sen de diyemezsin ki, buradan almak şartıyla imza gününe katılabilirsin. O yüzden olmadı.

Kitabın yeni çıktığı dönemde mi yapmıştınız imza gününü?

Zana: 4-5 ay sonraydı sanırım. 

Yayınevlerinin kitapçıyla ilişkileri nasıl peki?

Zana: İyi, yayınevlerinin hiç olumsuz davranışlarıyla karşılaşmadık. Ama tabii pek yapabilecekleri bir şey de yok. Alfa yeri geldiğinde bizi destekliyordu, Emek Dağıtım, Kida Dağıtım ve diğer dağıtımcılar da, ama çok da yapabilecekleri bir şey yok okur gelmedikten sonra. Daha önce de söyledim, çevremizdeki batan kitabevleri de çok güçlü kitabevleriydi.

Hangileri vardı?

Zana: En yakınımızda Kabalcı vardı. Çok iyi bir kitabeviydi. Ada Kitabevi vardı. Biraz ileride Seyhan Kitabevi vardı. Alkım vardı. Ki Alkım devasa bir kitabeviydi. Penguen ve Mephisto vardı.  Herhalde daha yukarılara taşındılar. Merkezden gitiler yani. Ya da merkezdeki kiralara ve giderlere dayanmadılar. Çünkü  kitaptan o kiraları çıkarmak çok zor.

Merak ettiğim bir şey var. Kitabevini biraz kafe, biraz buluşma ve vakit geçirme noktası haline getirmek; kitabı kafeyle, kafeyi kitapla desteklemek ne ölçüde işe yarıyor?

Zana: Kafe işletmeciliği pek bizim yapabileceğimiz bir şey değil. Geçen sene iki üç tane masayla deneme amacıyla yaptık. Çok da şirin oldu. Okurların kitap karıştırdıkları alanı kaldırıp kafe gibi yaptık. Çay ve kahve koyduk. Bir şey elde edebilir miyiz diye. Edemedik.

Ne kadar sürdü?

Zana: Bir yıl kadar sürdü. Çok profesyonel değildi tabii ki sadece denemeydi. Hediyelik eşya vs. gibi detaylara da girmedik. Bizim pek becerebileceğimiz bir şey değildi.

Fatoş: Diğer taraftan yayıncılık da devam ediyor ya o bütçeyle. Çok fazla bölünme de söz konusu. Ciroların düşmesiyle de ilgisi var. Yan ürünler gerçekten ayrı bir kalem. Onunla uğraşacak asal eleman gerekiyor. Test kitaplarında olduğu gibi. Açıkçası yaptık da olmadı diyemiyorum. Ivır zıvır da satacağız, çanta da satacağız, kek börek de yapacağız gibi bir kafaya girmedik. Benim kişisel fikrim yayıncılıktan yana. Elbette ki burayı yürütmek de asıl işlerimizden biri ama hep daha çok yayın yapalım, yayınla yürüyelimdi fikrimiz. Ama özünde şu var ne yaparsan yap kitapçısın. Amacın kek börek satmak değil, yüzde kırkla, elliyle kitap alan okuru pastayla börekle buraya bağlamak da pek mümkün olmuyor. Yeni ve öyle bir kitleyi de yaratmayı pek tercih etmedi Zana Abi herhalde. Öyle düşünüyorum. Ben buraya 3-4 yıl önce ilk geldiğimde en az 20-25 tane, kitaplarını sadece buradan alan, liste yapıp o listelerle buraya gelen insanlar vardı. Müdavimler vardı yani. Sipariş alıyorduk, geldiğinde haber veriyorduk. O kadar kitlesel bir dönüşüm oldu ki onlar da şunu demeye başladı: “Torunum geldi, internet satışından bahsetti.” Çünkü 10-12 kitap alıyor ayda. “Torunum bana kitapları internetten alacak!” Sepetini gösteriyor. Sen bana 300 TL diyorsun, bak burada 170 TL diyor. Kargo ücretiyle ilgili de bir şey diyemiyorsun, kargo ücretsiz. Bir erozyon gibi onlar süpürüldü. Kitabevlerini bir beslenme yeri, bir kültür yeri, vakit geçirme yeri, kendini doyurma yeri olarak görmekten de çıkınca, insanların ayağı bir süre sonra kesildi. Ben bu işlere girmeden önce ayda 15 adet kitap okuyan biriydim. Ben de internetten alışveriş yapıyordum. Şunu demiyorum zaten 15 kitabın 15 tanesini de gelip buradan alsın.

Bunu söyleyen çok kitapçı var. En azından 15 tanesini değil de birkaçını bizden alsın diyen.

Fatoş: Evet, iki tanesini, üç tanesini alsın. Çok kitap okuyorsa, ayda 15 kitap okuyorlarsa mesela, elbette ki fark eder. Ama ayda iki kitap okuyan insanlar, gerçekten bunun bir ayrımını yapmalı. Bir de bu işin hep temelinde şu var; edebiyat okurunun değil sokaktaki okurun nasıl bir değer biçtiği. Bir kitabın etiket fiyatı 30 lira, bir paket sigaranın fiyatı 15 -18 lira.  Ben burada birçok insana bunu tatlı dille anlatmaya çalışıyorum. Kadıköy merkezde bir kahve içiyorsun 8 lira 10 lira. Sen yarım saatte tükettiğin bir şeye 10 lira vermeyi umarsamıyorsun. Ama bir kitaba 30 lira vermeyi çok görüyorsun. Ki kendileri okuyacak, ailenin başka üyelerine verecek belki, çocuğuna kalacak ama bunu bir yatırım olarak görmüyorlar. Geçen gün bunu konuştuk buranın kurulduğundan beri burada olan Berjin’le, bilgisayar mühendisidir ama burada çalışıyor. Şunu söyledi; insanlar artık çok çok hızlı yaşıyor. Kahveden alacağı yarım saatlik haz, kitaba vereceği emeğin karşılığı değil. Kitabı alacak ona vakit ayıracak. Ama bu başka bir konu biz zaten okur olan bir okurdan bahsediyoruz. Ben çok güzel kitabevlerini geziyorum İstanbul’da ya da gittiğim yerlerde. Orada da aynı şey var. Gayet güzel ışıklandırmalar, oturma yerleri… Ama aynı! Okur geliyor kitabı karıştırıyor, gidip onlarla görüşseniz aynı şeyi anlatırlar. Orada özel, ev yapımı kurabiyeler de var, kahve de var ama asıl mesele, ana materyal kitap olduğu için erozyonun etkilerini görüyorsunuz. Bir kültürün yok olması bu döneme denk geldi.

Geçen gün katıldığımız Günışığı Yayıncılık Konferansı’nda da benzer şeyler söylendi.

Fatoş: Evet. Yayıncılık kurultayında bir bağımsız kitapçı yayınevleri için şunu söyledi: “Siz internet satış mecralarına %70’ten, %80’den kitaplarınızı verdiğinizde ben kitabevi olarak kapanıp başka bir iş yapabilirim ama siz yayıncılara, size soruyorum, siz ne iş yapacaksınız?”

Kitapçıların çoğu özellikle son dönemde yapılan girişimleri olumlu bulduklarını ancak çok geç kalındığını söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bugüne kadar bu bağımsız kitapçı meselesi neden ana gündem olmadı, siz kendi aranızda neden örgütlenemediniz? Vakti zamanında kitapçı derneği, birliği olmuş sonra kırtasiyeciler birliğine dönüşmüş hatırlar mısınız o dönemi ya da içinde miydiniz?

Zana: Hayır ben yoktum, kitapçı cephesinde hiç olmadım. Hep kendimi yayıncı olarak gördüm. Böyle bir oluşumun içinde olmadım. Asıl mesleğim yayıncılık. Oluşumlar hakkında pek bir şey diyemem, ama ciddi oluşumlar olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de bu konuda yayıncılar bile çok zayıf. Yayıncılar Birliği bir şeyler yapmaya çalışıyor, ama onun dışında pek bir şey yok. Sadece yayıncılar değil, kitabın bütün cephelerinden bahsediyorum.

Türkiye’nin markalaşmış kitapçıları var. Yıllarını vermiş olanlar mesela Kitapsan, İnsancıl, Dost, Karahan Kitabevi gibi. İsmini şu an hatırlayamadığım her ilde böyle çok kemikleşmiş kitabevleri var. Onların bir şekilde getirilmesi lazımdı toplantılara, katkısının çok daha fazla olabileceğini düşünüyorum. Zincir mağazalarla internet satışının onlara etkisini çok daha iyi ölçebilecek verilere sahipler. Daha başarılı olabilirdi, daha iyi bir sonuç çıkabilirdi, ama tabii 15-20 kişiyle pek bir şey olmaz. Fikir jimnastiği gibi oldu, tanışıldı. Belki bir sonraki oluşumlara katkısı olur. Sabit fiyat fikri çok uzatıldı. Buna yok diyen kitapçı var mıdır, bilmiyorum.

Sabit fiyat bilinirliğinde de hala problemler var belli ki.

Zana: Ben yıllardır Yayıncılar Birliği’nin sosyal medya hesabından takip ediyorum, duyuyorum biliyorum. Toplantılara gidiyorum, ama her bilgiye  sosyal medya hesaplarından da ulaşabiliyorsunuz. Her gün bizim için bir kayıp, her gün kapanan birkaç tane kitabevi var. Kırılma noktasını geçtiğiniz an bitti. Kurtaramazsınız o kitabevini. Bununla ilgili yapılması gereken en önemli şey, sabit fiyat yasasının çıkmasıdır. Yasa taslağı oluşturarak, ki çok teferruatlı bir iş değil, daha önceki örneklerine bakarak, Yayıncılar Birliği bize bunun taslağını üç saatte hazırlar. Dünya örneklerini alır, Türkiye gerçeğine uygular. Oradaki ilgililer bu sektörden gelme insanlar, bilirler az çok. Hükümetin önüne konur. Zorlanır bununla ilgili. Daha önce bandrol ile ilgili meselede çıkabileceğine inanmıyorduk. Ama çıktı. Ya da kapalı alanda sigara içilmesinin engellenebileceğine ben inanmıyordum, ama oldu. Yasa taslağını bir an önce geciktirmeden planlamak lazım. Diğer yayıncıların, dağıtımcıların da sonudur. Okur ilelebet internetten beslenemez, okur internetten yalnızca kitap alır.

Fatoş: Hangisinde indirim varsa onu alacak.

Zana: Biraz önce Fatoş’un bahsettiği bu kültür ortamının yok oluşuyla, kitap okuma hevesi azalacak ya da yeni okurlar pek fazla katılamayacak. İnternette ben en fazla 10 dakika vakit geçirebilirim nasıl bakacağım kitaba? Ancak kapağına bakabileceğim.

Fatoş: Ben ilk geldiğimde buraya gelip, ben mali müşavirim kafam çok şişti, bana bir kitap önerir misiniz diyen biri romantik komedi kitabı alıp bir iki yıl süreyle de yüksek edebiyat okuru olma yoluna girerdi. Bir seyirdir okur olmak. İnternette bunu yaşayamazsınız. Eğitim sistemi de buna pek hizmet etmeyen bir sistem. Sonra da yayıncılar şunu konuşmaya başlayacaklar: Sosyal medya fenomenleri nasıl yazar oluyor? Ben çok uzun bir kitabı Macarcadan çevirdim, neden satamıyorum? Bağımsız kitabevleri bir kültürdür. Bir alandır. Kütüphaneler kadar kıymetlidir. Bazı müşterilerimiz gelip diyor ki, ne olur kapanmayın. Bir alışkanlık haline gelmiş çünkü. Cumartesileri mesela boşanmış babalar çok gelir bize çocuğuyla. Kitabını alır, sonra yemek yer belki. Okurlarımız da fark ediyor. Kitabevi daralmış, kitaplar azalmış, her zaman gördüğü eleman yok. Yaptığımız indirimi kaldırdığımızda mutlu olan okurlarımız da oldu. Eğer sizin 3 ay 4 ay ya da 1 yıl daha burada kalmanızı sağlayacaksa indirimi kaldırmanız çok iyi olmuş diyorlar.

Her şey öldükten, yok olup gittikten sonra kıymete biniyor bizde. Kitapçı kapanır, çocukluğum orada geçti denir. Dergi kapanır, muhteşem bir dergiydi denir. Üzerimizde nostaljik bir yas tutma hali var. Şu an bu kitabevi hâlâ hayatta. Bununla ilgili bir çağrı ya da söylemek isteyebileceğiniz bir şey var mıdır?

Zana: Bu sorun sadece  kendi özelimizde değil. İnsanlara illa ki buradan alacaksınız diye dayatmada bulunamayız. 10 liraya aldığı şeyi 20 liraya almaz kimse. Bunun bedelini insanların yüzde doksanı ödemek istemez. Fatoş’un anlattığı gibi var tabii ki bir okur kitlesi ancak… Taşıma suyla değirmen dönmez. Diyelim ki bir çağrı yaptık ve birkaç  ayı kurtardık. Sonra? Bu tip şeyler pansuman çözümlerdir. Bazı sahici şeyler yaratılarak ancak tüm kitabevleri için çözüm bulunabilir. Bu da bahsettiğimiz yasanın çıkmasıdır. Zamanla herkes farkına varacak, birçok kişinin canı da yanacak. Kitap okurları kitabevleri sayesinde artar. İnternetin okur kattığını pek zannetmiyorum ben. Daha önce bahsettiğimiz indirimler okurun kitaba olan saygısını da azaltıyor. Burada bazen görüyorum 5 liralık kitap almış biri indirim istiyor. Soruyorum onlara markete gittiğinizde de bunu soruyor musunuz? Hayır diyor. 10 liraya kitap almaya alışınca 20 liralık kitabı alırken kazıklandığını hissediyor. Bir şey söyleyemezsiniz  bu durumda. Çok yüksek indirimlere alışmış. Biz bindiğimiz dalı kestik! Hepimiz. Başta yayıncı, dağıtımcı, kitapçı üçgenini aradan çıkararak hata ettik. Eskiden vadeler, yüzdeler sabitti. Konuşulmazdı bile aramızda. Bu çok faydalı bir şeydi. Genel kural, kaide, etik vardı.

Sizin kendi gözleminize göre Altın Çağ ne zamandı? Yayıncı ve kitapçı olarak baktığınızda en düzgün ve en makul yıllar hangileriydi?

Zana: 2000’li yıllar, benim Cağaloğlu’na geldiğim zamanlar iyiymiş. Yaşarken fark etmedik tabii. 2004 yılında Ataşehir Atriumda küçük bir kitap büfemiz vardı. O zaman kitap yetiştiremezdik. O zamanlar Soner Yalçın’dan Efendi kitabını çok satıyorduk mesela, 500 tane alıyorduk, 200 tane Melekler ve Şeytanlar alıyorduk. 100’er 200’er adet kitaplar alırdık neredeyse her hafta. Şimdi durum bambaşka. Çok satanın bile anlamı çok değişti.

Vaktiniz için çok teşekkür ederim sevgili Zana ve Fatoş, anlattıklarınız çok kıymetli.

Biz teşekkür ederiz.

Nazlı Berivan Ak
Vinkmag ad

Read Previous

DEĞİŞEN DÜNYADA ROMAN: ROMAN KURAMINA GİRİŞ

Read Next

ŞEKER PORTAKALI

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *