Yazar bu sefer aldatılmış, kandırılmış, yalnız bırakılmış, duygularıyla oynanılmış bir kadın karakterle karşımızda. Olga, otuz dört yaşlarında, alımlı, çekici ve kendine güvenen bir karakter.
Elena Ferrante’nin kimliğinden çok kitaplarıyla gündeme gelmesi doğru bir şey olduğu su götürmez ama bu gizemli yazarın dünyasını, yaşadığı ortamı, fikirleri, ne düşündüğü edebiyat dünyası için önemli olmalıdır. Her eser yazar hakkında bize bilgi verse de bunun yeterli olmadığını çoğumuz biliriz. Yazarın Napoli serisi tüm dünyada ses getirmiş, eleştirmenlerce beğenilmişti. Ben tüm seriyi okumasam da okuduğum kadarıyla kalemini sevmiş, diğer kitaplarını da merak etmiştim. Çoğunu okumayı da istediğimi buradan belirtmeden geçemeyeceğim.
Ağustos ayında Everest Yayınları’nın yeniden bastığı bu kitabını görür görmez elime aldım ve okumaya başladım. Dilinden ve kurduğu atmosferden haberim vardı, yeteri kadar okuyamasam da. Yazarın kurduğu cümlelerin, kitap boyunca okuyucu üstündeki etkisini ve bu havada devam eden okuma zevkini sayfa sayfa yaşadım. Yazarın nasıl bir dünya yaratmaya çalıştığını anlamak zor değildir zira sürprizleri seven bir yazar değil.
Yazar bu sefer aldatılmış, kandırılmış, yalnız bırakılmış, duygularıyla oynanılmış bir kadın karakterle karşımızda. Olga, otuz dört yaşlarında, alımlı, çekici ve kendine güvenen bir karakter. Kocasıyla, biri erkek biri de kız iki çocuk ve köpeğiyle gayet mutlu bir hayat yaşamaktadırlar. Bu mutluluk ilk yıllarda çok güzel bir şekilde devam etse de Olga zaman zaman aradaki soğukluğu hisseder, ihaneti görür gibi olur, aile saadeti için, iki çocuğu için bunları görmezden gelir, kendini kötü fikirlerin kollarına bırakmak istemez. Ama kötü fikirler her saat her dakika beynini kemirmekte ve Olga’yı içten içe esir almaktadır. Zira komşuların genç kızı olduğundan daha samimi hareketler sergilemeye başlar kocasına karşı. Mario da Olga’dan sıkılmış, yeni bir aşkın rüzgârına kapılmış durumdadır. Ve bu durum uzun sürse de Olga her şeyin farkında olsa da belli etmemeye çalışır ve her şeyi ailesini eski saadetine kavuşturmak için çabalamaktadır. Mario, uzun seyahatler bahanesiyle eve gelmemeye başlar, çocukları umursamaz, Carla ile yeni aşkın koynuna bırakır kendini.
Olga bu süreçte hem ruhen hem de bedenen çökmeye başlar, çocuklarla diyalog kuramaz, çalışamaz, içemez, yiyemez, çalışamaz ve yazmaya çalıştığı kitabı yazamaz hale gelir. Hayaller görmeye başlar, eskiyi ve hafızasına kazanmış olayları tekrar tekrar hatırlar, bir yerden sonra akli dengesini kaybetmeye başlar. Bir kadının nasıl çökebileceğine tanıklık edeceğimiz geniş bir okuma alanı da böylece açılmış oluyor. Zaman zaman Olga’nın ezilmiş, dışlanmış ruhuna tanıklık etmek bizi rahatsız etse de her defasında ayağa kalkmasını bilmesi okuyucuya biraz umut veriyor (burada yazarın okuyucuyu hikâyeye dâhil etme becerisinden bahsedebiliriz). Güçlü bir karakter olan Olga’nın bir diğer dayanak noktası ise ilk başlarda bir türlü sevmediği, Mario’ya olan öfkesinden bir gece ilişki yaşadığı komşusu Carrano’dur. Carrano iyi huylu, kibar, olgun elli beş yaşlarında bir müzisyendir. Olga’nın kötü zamanlarında yanında olmaya çalışan bu adam zamanla çocuklara da kendini sevdirir. Ve Olga’nın kalbini kazanmasını becerir ve sonrasında yeni bir hayatın başlangıcı olacak ilk adımlar atılmaya başlar.
Yazarın bu kitabında eleştirecek bir nokta varsa o da şu olmalıdır: Çocuk karakterlerin diyalog konusunda sıkıntı yaşamaları. Çocuk dilliyle konuşmak çocuk edebiyatına has bir şey değildir. Her yazarın bu konuda daha hassas davranması gerektiğini biliyoruz. Burada çocukların ağzından çıkacak cümleler okuyucuya abes ve uçarı gelmemelidir. Karakter yaratmak özel bir durum olabilir ama sınırları ve bunu diyaloglara dökerken nelerin göz önünde bulundurması gerektiğini de unutmamak lazım. Yazarın edebi dünyasında en dikkate değer yanlar; olay veya kurgunun etkisinden çok karakterlerinin özellikleri ve dünyaları bundan da öte oluşturduğu dil atmosferi. Ayrıca bu kitabında olabildiğince cüretkar sahneler olması ve feminist bir bilinçle yazılmış olması kitaba ayrıca bir hava katıyor. Her kadının yaşadığı, yaşıyor olduğu ve yaşayacağı bir dünyanın varlığına şahit olmak ve bir kadının küllerinden yeniden doğmasına şahit olmak bunun yanında yine dilin olabildiğince büyüsünde kalmak heyecan verici olduğu kadar buruk bir tat bırakıyor okurda. Ferrante, ne yazarsa okunacak ve etkisini uzun süre kaybetmeyecek, yıllarca okunabilecek bir yazar olmayı çoktan hakketmiş.
|
- Musa’nın Uykusu - 9 Ağustos 2019
- Varoluşun İçsesi: Nefaset Lokantası - 30 Temmuz 2019
- Yürümenin Felsefesi - 6 Temmuz 2019
FACEBOOK YORUMLARI