Ena Mahibbik Mama *

Sana dair yazdığım bu satırları ne yazık ki okuyamazsın! Belki birileri sana-senin ana diline- çevirirse;  sevgiyle, hüzünle dolan yüzün, hafif bir tebessümle aydınlanacak, biliyorum anne.

Bir arkadaşımın önerisiyle Dünya Emekçi Kadınlar Gününe dair bir yazı yazmak heyecanlandırdı beni.

Amacım; kadın hareketinin ne tarihsel gelişim sürecinden, ne kazanımlarından ne de siyasal boyutundan söz etmek değil.  Bu harekete gönlünü ve bilincini koyan Rosa Luxemburg  gibi kadınların sadece adını anmakla yetineceğim,  çünkü tarih onları hakkettiği yere, o altın sayfalarından birine, çoktan kaydetti bile…

Yazmak istememin bir nedeni, yıllarca içimde kalan bir uhdeyi, sahibine ulaşması gereken bir teşekkürü dile getirmek.

Dolayısıyla anlatacaklarım kurmaca bir öykü olmadığı gibi, adı geçen de kurmaca bir öykü kahramanı değil.  Ömrü boyunca ne kadın hareketinin ne de Rosa’nın kim olduğunu bilmeden yaşayan bir kadının- görünmez emekçim, annemin- öyküsü bu!

Dile kolay!
On yedi doğum!
İki düşük!
Dokuz ölü!
Sekiz sağ!

Kimi doğum anında, kimi doğduktan hemen sonra, kimisi de birkaç ay veya birkaç yıl yaşadıktan sonra ölen dokuz bebek.

Nasıl ölmesin ki?

Birini tarlada çalışırken, ötekini pamuk toplarken, bir diğerini de sırtında odun tomarı taşırken doğurmak zorunda kalınca, acı son kaçınılmazdı.

Doğurmak; tabiat ananın sana bahşettiği bir lütuf değildi, yoz ve cahil toplumun sana yüklediği ağır sorumluluk duygusundan kaynaklıydı. Çok çocuk doğurmadığın zaman sen eksik kadın sayılıyordun.

Hiçbir çocuğunu doyasıya koklamaya, sarmaya, kucaklamaya vaktin olmadı. Hep bir yerlerde bitirilmeyi bekleyen işlerin vardı ve sen hem anne hem baba rolünü üstlendiğin için her şeye ve her yere koşturmak zorundaydın  çünkü babam çoğu zaman hastaydı ve çalışmayı sevmeyecek kadar tembeldi.

Sana yüklenilen bu ağır işçiliğin seni nasıl gerdiğini, yorduğunu ancak senin gibiler anlayabilirdi. Kaderleri sana benzeyen onlarca kadın vardı  ama onlara destek çıkan eşleri varken sen bu şanstan mahrumdun. Bu yüzden yüzünün güldüğünü pek görmezdim. Tahammülün neredeyse sıfırdı. Bağırmaların, kızmaların, arada bir hırpalamaların ondandı anne!

Fedakardın. Yemez yedirir, içmez içirirdin. Hali vakti yerinde akrabaların gönderdiği giyilmiş ayakkabı ve giysileri yüreğin el vermese de giydirirdin bayramda seyranda. Daha iyilerini alacağını söylesen de bunun mümkün olmayacağını bile bile, bir hayale inandırman da güzeldi.

O ağır koşullarda bizleri ihmal etsen de o yorgunluğunla anlattığın masallar kulağımdan gitmiyor anne!

Öyle heyecanlı zamanlardı ki!  Televizyon, cep telefonu, bilgisayar hatta oyuncak yoktu  ama tadına doyulmaz masalların vardı. Her akşam bizi etrafına toplayıp sonsuz bir hayal alemine götürüşün gözümün önünden gitmiyor. Okuman yazman, okul yüzü görmüşlüğün yoktu  ama o masalları nasıl hafızanda saklıyordun hala aklım almıyor.

Düşünüyorum da, beni okula gönderme nedenin, cehalete olan kızgınlığın, kadınlığının ağırlığı altında ezilişindi; yarım bırakılmış hayallerini yaşayamamanın, gezip görememenin ve başka başka dünyaları tanıyamamanın yoksunluğuydu.

Seni hayal kırıklığına uğratmadım anne! Senin gidemediğin yerleri gördüm. Hayalini kurduğun okulları bitirdim. Okuyamadığın kitapları okudum. Ama bir şeylerin eksikliğini hep yüreğimde hissettim: Beni kucağına alamayışının, kucaklamayışının ve kokunu yeterince duyumsayamayışımın!

Şimdi ben de bir anneyim. Yüreğimdeki o yoksunlukla çocuklarımı seviyor, öpüyor, kokluyorum. Çocukluğumun doyurulamamış eksik özlemlerini çocuklarımda tamamlıyorum; her an yanlarında olmaya çalışıyorum.

Her şeye rağmen itiraf ediyorum: Senin koşullarının çok ötesinde bir yaşantım olsa da yine senin fedakarlığının üstüne çıkamıyorum.

Elektriğin, ocağın olmadığı, mumun bile lüks sayıldığı o zamanlarda -gecenin bir vakti- bir türlü gelmeyen sütünün yerine, o yoksullukta ve yoksunlukta mama hazırlamak zorunda kalışını, uykusuz kaldığın gecelerin sabahında dinlenmek yerine, bağa, bahçeye gitmek zorunda oluşunu düşününce, yüceliğinin önünde eğiliyor, diz çöküyorum! Zaman zaman sana duyduğum kırgınlıklarımdan dolayı da utanıyorum anne!

Sana olan sevgimi, minnettarlığımı gözlerinin içine bakarak haykırmak isterdim  ama şu an uzaklardayım.

Sana dair yazdığım bu satırları ne yazık ki okuyamazsın! Belki birileri sana-senin ana diline- çevirirse;  sevgiyle, hüzünle dolan yüzün, hafif bir tebessümle aydınlanacak, biliyorum anne.

(*) Seni Seviyorum Anne!

Vinkmag ad

Read Previous

Aslı Erdoğan New York Times’a konuştu

Read Next

Yön Dergisi yayına başladı: Yürümek, yürekten gülerekten yürümek…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *