
40 yıla yakın süredir karikatür çizen BAKLAN, ‘Gaga’ isimli e- mizah dergisi çıkarıyor. Ayrıca çizerin karikatürleri Cumhuriyet Gazetesi Ege ekinde yayınlanıyor.
Dostoyevski külliyatı orada öyle duruyor bir kaya gibi. Hiç eskimiyor, yıpranmıyor, modası geçmiyor. Tam tersi yıllar geçtikçe daha çok göz kamaştırıcı… Karamazov Kardeşler’i, Yeraltından Notlar’ı okurken bir tapınağın gizemli dünyasında dolaştığınızı hissederek yazarın ruhsal gelgitlerinde kendi derinliklerinize daha çok gömülüyorsunuz. Neredeyse her satır içinizde bir yerlere saplanıp kalıyor. Hep nasıl bir şey bu diye düşünmüşümdür, nasıl bir şey bu? Bir insan bunları nasıl yazabilir? İnsan ruhunun detayını bu kadar basit ve etkileyici bir şekilde ifade edebilme gücünün akılcı bir açıklaması var mıdır yani bilimsel bir bakış açısıyla Dostoyevski’nin yıllara meydan okuyan sanat gücünü açıklayabilir miyiz? Sanatçıdaki fark nedir? Doğuştan getirilen bir yetenek mi? Beynin farklı bir anatomik detayı mı? Varoluşumuzun en karmaşık bilmecesi olan ruhumuzun beyinle bir ilişkisi var mı? Yoksa son günlerin modası kişisel gelişim ve yaratıcı yazarlık kurslarıyla bir Dostoyevski olabilir miyiz? Bütün bu soruları cevaplaması için Prof. Dr. Barış Baklan’la konuştum. Dr. Barış Baklan konunun uzmanı olarak ne kadar rahatsa ben bu ilginç konunun derinliklerine gireceğimden o kadar heyecanlıydım.
Prof. Dr. Barış Baklan: İzmir/Dokuz Eylül Üniversitesi Nöroloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesidir. Epilepsi ve uyku bozuklukları ilgilendiği ana konulardır. 40 yıla yakın süredir karikatür çizen BAKLAN, ‘Gaga’ isimli e- mizah dergisi çıkarıyor. Ayrıca çizerin karikatürleri Cumhuriyet Gazetesi Ege ekinde yayınlanıyor.
Feride Cihan Göktan: Dostoyevski’ye geçmeden önce, benim gibi okuyucuların da çok merak ettiği bir soruyla başlayayım. Sanatsal yaratı beynin içinde midir? Beyinde buna ait bir merkez var mı hani bir kafe ismi koyar gibi “Art Center” diyeceğimiz, beyin içinde sanatın böyle bir yerleşim yeri var mı?
Barış Baklan: Bizi insan yapan sanattır, diğer canlılarda da beyin var ve ona uygun da zekâ var. Ama sanat insana özgü… Sanatsal yaratı da tabii ki beynin bir fonksiyonu. Ama konuşma merkezi gibi şu veya bu beyin alanı bundan sorumludur diyemeyiz. İnsan beyninin birçok fonksiyonu sanatsal yaratının özelliğine göre faaliyete geçecektir. Bilindiği üzere sol beyin yarım küresi büyük çoğunlukta konuşma ve dolayısı ile yazma, hesap yapma, anlama- anlatma fonksiyonlarını üstlenirken sağ beyin ise konstrüksiyon; mimari yetenek dolayısı ile resim yapma, çizme, müzik çıkarım gibi görev paylaşımına sahiptir. Bununla birlikte sağ yarı sol olmadan, sol yarımküre de sağ olmadan eksik işler yaparlar. Yetenek, maharet doğuştan ve genetik özellikler gerektirmekle birlikte çok çalışmak ve eğitimi zorunlu kılar. Sanatsal yaratı tüm beyin alanlarının işe karıştığı karmaşık bir süreç… (Art Center) yok yani
F.C.G: Siz beyin bilimciler sanatsal ürünlere bilimsel açıdan bakıyorsunuz. Bir sanat eserine ve dolayısıyla sanatçı beynine bilimsel olarak bakmak nedir kısaca anlatır mısın lütfen?
B.B: Sanatsal ürünlere bilimsel olarak bakmak… Güzel bir soru bu. Biz bilim adamlarının sanata bakışı tabii ki bildiğimiz veriler üzerinden. Her bilim dalı sanat eserine ve sanatçıya kendi bilimsel görüş açısıyla bakıyor. Örneğin biz nörologların bakışı ile psikiyatrların bakışı ayni değildir. Hatta göz hekimlerinin ve kulak burun boğaz hekimlerinin de bakışları farklı olabilir. Nörolog (ben mesela) bir tabloda; yerleştirmedeki farklılığa bakıp, bu sanatçının beyin arka lobunda bir sorun mu var? Ya da, objeleri olmadık yerlere kondurmuş, beden parçalarını asimetrik çalışmış ise paryetal lobunda(beynin üst dış yan kısmı) hasar mı var, diye düşünebilir. Göz hekimi ise bulanık çizmiş, konturlar net değil, katarakt olabilir ya da resimdeki yamukluk astigmata mı bağlı veya bu sarı renk kullandığı ilaca mı bağlı acaba, diyebilir. Kulak Burun Boğaz uzmanı bir müzik eserini dinlediğinde bu bestede tiz seslerde ihmal var, işitme kaybı başlamış, diyebilir. Psikiyatr ise, eserdeki coşkuya yönelik, bu besteci biraz hipomanik ya da tam tersi melankoli hüküm sürüyor, bu sanatçıya antidepresan başlamak gerek, diyebilir. Ama en çok psikiyatrlar ve nörologların ilgisinin olması doğal, çünkü sanat beynin ürünüdür.
F.C.G: Fakat esas olan bir esere “sanatsal açıdan bakmak” değil mi? Bilim adamları belki sanat eserini veya sanatçıyı bilimsel olarak inceleyebilirler. Ama yaratının sanat olduğuna ait kararı vermek sanatsal bakış açısıyla olur, bilimsel bakışla değil. Yanılıyor muyum?
B.B: Tabi ki, bir sanat eserine sanatsal açıdan bakmak sanatçıların, sanat eleştirmenlerinin, sanat tarihçilerinin işidir. Psikiyatr sanat eserini incelerken o eserin yapıldığı zamanki ruh hali ile ilgili tahminlerde bulunabilir. Nörologlar göz hareketlerini kayıtlayarak kişinin hangi noktalara önce baktığını veya bir tabloyu izleyenin, bir müzik eserinin dinleyenin beyin görüntüleme teknikleri ile hangi beyin lobunda daha fazla aktivasyon olduğunu gösteren araştırmalar yapabilir. Tabii en önemlisi, bir yaratı sanat eseri midir, değil midir? Bu da bizim işimiz değil. Dediğin gibi sanatçıların, sanat tarihçilerinin ve sanat eleştirmenlerinin işi…
F.C.G. Bence en önemlisi de yaratının insan ruhunu yıllarca etkilemeye devam etmesi. Gerçek sanat ve sanatçı işte bu. Peki konumuza dönersek Dostoyevski’nin ölümsüz sanatının bilimsel yönden bir açıklaması var mıdır?
B.B: Dostoyevski bir deha… Hastalığını (epilepsi) olumlu yönde kullanmış birisi. Çağına göre farklı bir yazar. Hastalığı ile ilgili özellikler var. Geçirdiği nöbetlerin bir kısmını anımsayabiliyor. Temporal epilepsisi var. Bu tür nöbetlerde önce bir “aura” olur. Yani hasta nöbet geçireceğini hisseder. Bu dönemde aslında nöbet başlamıştır, ilk safhadır. Ardından elektriksel yayılım beyinde ilerledikçe etkilenen beyin alanlarının uyarıma katılması ile bellekteki, depolardaki deneyimler bilgiler ortalığa saçılır adeta. Tam bilinç yitimi olmadan bunları kayıtlarsa, sonradan da nöbet sırasında yaşadıklarını anlatır ya da yazar veya çizer. Budala romanında Prens Mişkin epileptiktir (aslında Dostoyevski kendi deneyimlerini ona yaşatır). Zaten her romanında epileptik karakter muhakkak vardır.
Dostoyevski’nin epileptik olduğu için hipergrafisi var. Yani çılgınca yazma arzusu. Bu da sürekli yazmasına, kâğıtları doldurup durmasını sağlıyor. Çağdaşı yazarların çoğu onu beğenmiyor. O zaman dil kullanımındaki hataları görüp, yazar bile kabul etmeyenler var. Diğer yandan onun dilinin modern edebiyatın habercisi olduğunu öne sürenler de yok değil.
Dostoyevski edebiyatına bir de psikiyatrinin bilimsel yaklaşım var (Freud’un makalelerinden söz edeceğim ki). Büyük yazarın erken anne kaybı, onu askeri mühendislik okuluna gönderen alkolik hekim babasının ölümü ile başlayan içten içe, ben babamın ölümünü istedim, tarzında suçluluk duygusu… Psikiyatrlara göre de Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan bu ruhsal patoloji.
F.C.G: Sen epilepsi uzmanısın. Yıllardan beri bu işin içindesin. Peki, neden her epileptik, sanatçı olmuyor? Burada epilepsinin türü mü özel, yoksa bu epilepsinin Dostoyevski’nin beyninde oluşması mı? Yani başka bir ifade ile burada epilepsi mi özel, Dostoyevski’nin beyni mi?
B.B: Epilepsisi olan çok sanatçı var. Epilepsi ilginç bir hastalık. Bilinen en eski nörolojik hastalıklardan. Hastalığın özelliği sürekli hastalık halinin olmaması… Elektriksel boşalımlar beynin hangi bölgesinde oluyorsa ona özgü deneyimler yaşatması hastalığı farklı kılıyor. Eski yıllarda ilaç tedavisi de yok. Nöbet geçirip duruyor hastalar. Dostoyevski gibi yetenekli kişiler yaşadıkları deneyimleri ziyan etmezler, yazıya, sanatsal esere döndürebilirler. Yani hem Dostoyevski özel, hem de epilepsi özel bir hastalık.
F.C.G: Epilepsinin kutsal hastalık diye adlandırılması ne zamandan beri?
B.B. : Çok çok eski. İnsanlık tarihi kadar eski bir hastalık bu. Hıristiyanlıkta bu tür hastaları İsa Peygamber iyi edebiliyor. Mısırlılar örneğin, onlar da epilepsiyi tanımlamış. Kutsal kabul edilmesi, hastaların nöbet sırasında neredeyse öldü sanılıp sonra kendine gelince tekrar dirildi sanılması, onları kutsal kılıyor. Örneğin; Sokrates epileptik. Nöbet geçireceği zaman aurası var yani haberci, nöbet geçireceğini hissediyor. Ama o zamanın yorumu ya da hınzırlığı ile etrafındakilere, cinlerimle görüşeceğim beni yalnız bırakın, diyor. Böylesine dahi birinin hastalığı da öğrencilerince kutsal kabul ediliyor tabii ki. Laf aramızda bence de kutsal hastalık.
F.C.G: Peki, sabırsızlandığım bir soruyu sorarak röportajı bitireyim diyorum. Yoksa saatlerce konuşabiliriz. Dostoyevski, Van Gogh, Leonardo gibi olmak için insanın mutlaka beyninde bir problem mi olması gerekiyor? İnsanın neredeyse epilepsi olsaydım keşke diyesi geliyor…
B.B. : Epileptik çok sanatçı var. Ama sanatçı olmak için illaki epilepsi olmak gerekmiyor tabii ki.. Dostoyevski ve Van Gogh epileptik. Leonardo’yu bilemiyorum. Ama mesela Picasso’nun beyin hastalığı yok. Bunlar gibi olmak için zekâ, yetenek, genetik yatkınlık, çevresel koşulların uygunluğu bir yana çok çalışmak ama bitmeyen bir tutkuyla ve aşkla çalışmak gerekiyor sanırım…
Çok teşekkür ederim bu güzel sohbet için.
Ben de…
- YOKSULLUĞUN DERİN HALİ: AÇLIK - 18 Mart 2021
- Mahcubiyet ve Haysiyet - 7 Kasım 2020
- Martin Eden’i Okumak veya Okumamak - 22 Ağustos 2020
One Comment
Biz çok faydasını gördük. İzlemenizi tavsiye ediyoruz. Şifa olsun: https://www.youtube.com/watch?v=mEPoE3Ku4J0