Eyüp Aygün Tayşir: “Tuhaflıklar Fabrikası’nda anlatıcı da anlatısının merkezine aldığı mekânı sık sık zikredeceği için baştan iyi düşünüp karar vermem gerekiyordu. Yani her roman için farklı bir süreç yaşanıyor sanırım.”
Eyüp Aygün Tayşir’in ikinci kitabı Tuhaflıklar Fabrikası İletişim Yayınları’ndan yayımlandı. 4 Hane 1 Teslim’le okurların ve eleştirmenlerin dikkatini çeken yazar, ikinci romanında da tarihî bir üniversite binasında anlatılan Büyük Âlim mitinin sırrını çözmek için kayıp bir elyazmasının peşine düşen genç asistanın hikâyesi anlatılıyor…
-
Kitabın ismiyle başlamak istiyorum, Tuhaflıklar Fabrikası, her şeyden önce tınısı çok güzel, kulağa hoş ve davetkâr geliyor. Keza 4 Hane 1 Teslim de öyle. Nedir sizi kitaplarınıza bu gibi adlar tercih etmeye iten?
Çok teşekkür ederim. İlk romanım olan 4 Hane 1 Teslim’in adı, yazım süreci devam ederken eşimle yaptığım bir sohbet esnasında ortaya çıkmıştı. Ben yine her bölüme 1. Hane, 2. Hane gibi isimler vermeyi ve son kısma Teslim demeyi düşünüyordum ama romanın adı olarak aklımda farklı bir düşünce vardı. Ben, “Dört hane olacak bir de sonda teslim…” şeklinde anlatırken ve bu kurgunun saz semaileri ile ilişkisini açıklarken eşim önerdi, “Neden adı bu olmuyor?” diye sorarak. Bana da iyi bir fikir gibi geldi; sonra çevremden farklı arkadaşlarımın da “iyi fikir” demesiyle ikna olmuştum 4 Hane 1 Teslim adına.
Tuhaflıklar Fabrikası ise daha yazmaya başlamadan adını koyduğum bir roman oldu. Bizler sürekli içinde olduğumuz mekânlara, sürekli birlikte olduğumuz kişilere genelde adı ile hitap etmeyiz; farklı bir ad koyar öyle çağırır, öyle anarız. Tuhaflıklar Fabrikası’nda anlatıcı da anlatısının merkezine aldığı mekânı sık sık zikredeceği için baştan iyi düşünüp karar vermem gerekiyordu. Yani her roman için farklı bir süreç yaşanıyor sanırım.
-
Hikâyenin merkezinde genç bir asistan var. Tuhaflıklarla örülü bir üniversite binasında “Büyük Âlim” diye anılan, bir mit, bir efsane haline gelmiş bir karakterin gizemini çözecek olan el yazmasının peşinde. Tüm bunları nasıl okumalı ve anlamlandırmalıyız; biraz ipucu verebilir misiniz? Karakterin peşinde olduğu ne tür bir arayış?
Tuhaflıklar Fabrikası kesinlikle farklı okumalara açık bir roman. Akademi, benim tecrübe ettiğim kadarıyla, evrensel olarak hemen her yerde aynı. Keza bilim insanlarının bilgiyle ilişki kurma biçimleri de. Kibriyle, mütevazılığıyla, çılgınlığıyla, icatlarıyla, gerçeği kişisel çıkar için eğip bükmesiyle, haksızlığa karşı duruşuyla, öğrenci olaylarıyla, hiyerarşisiyle, titrini cehaletine zırh edinenleriyle, devletle kurduğu ilişkilerle, yani iyisiyle kötüsüyle, dünyanın her yerinde bu denli benzerlik gösteren az sayıda kurum vardır.
Ordu, büyük bankalar, büyük üretim işletmeleri ya da kilise gibidir akademi. Kendine has bir dünyası vardır, evrenseldir ve aslında çok da kapalı bir yapıdır. Kendi seçer, kendi yükseltir, kendi cezalandırır ya da cezalandırmaz, kendine hesap verir ya da kimseye hesap vermez… Fildişi kule benzetmesini herkes duymuştur. Oradaki yapıyı ve bizlerin orada bilgiyle ilişki kurma biçimimizi merkeze alan ve bunu yaparken okuru hem hüzünlendiren hem de neşelendiren bir roman; bir arayışın, bilgiyi arayışın romanı. Neyin bulunduğunu ise romanı okuyanlara bırakalım…
-
Biraz da kitapta bazı yazarlara selam göndermeniz üzerine konuşalım isterim. Örneğin, Orhan Pamuk’a bir selam var. Başka bir yerde “Karanlık Orman”a yerleşen Rondo Hoca ile sanırım bir Italo Calvino göndermesi yapıyorsunuz. Bunlar bence dikkatli okurlar açısından heyecan verici nüanslar…
Tuhaflıklar Fabrikası’nı yazarken, “metinlerarasılık”, “üstkurmaca” gibi postmodern kurgunun temel araçlarından çokça faydalandığımı belirtmeliyim. Roman çok katmanlı ve standart bir okumaya açık olduğu gibi içinde pek çok oyun da var, dikkatli okurun eğlenmesi için yerleştirilmiş. Yani isteyen kitabı sadece anlatılanları takip ederek okuyabilir isteyen satır aralarına dikkat ederek farklı, gizlenmiş anlamlar yakalayabilir. Bilgisayar oyunlarında da vardır bu. İsteyen düz bir ilerleme ile oyunu bitirir, isteyen oyun içine gömülü oyunları da oynamayı tercih eder öyle bitirir.
Ben edebiyata olan tutkusunu öncelikle okurluğu ile tanımlayan biriyim. Aynı eseri okumuş ve çok sevmiş iki kişinin bunu fark ettikleri anda nasıl heyecana kapıldığını çokça gözlemlemişimdir. O nedenle, yazarken edebiyat zevkimizin ortaklaştığı okurları gülümsetmeyi çok isterim. Öte yandan, okuyup çok sevdiğim romanlara, özellikle de o romanlardaki karakterlere yaklaşımım, onların bir hayal ürünü değil gerçekten var olan kişiler oldukları şeklindedir. Benim hayal dünyamda Mevlut da Rondo da gerçekten vardırlar, ben onları romanların son sayfasını okuduktan sonra unutmam, onlar artık benim için gündelik yaşamda tanıştığım kişiler gibi olur. Ders verirken de sohbet ederken de onlardan, onların maceralarından bahsederim. Bu yüzden, onlara romanlarımda “usulüyle” selam vermeyi seviyorum. Kimi zaman anagramlar da kullanıyorum; 4 Hane 1 Teslim’de de vardı bu tip selamlar, göndermeler. Genel olarak muzipliği seviyorum da denebilir. Bir de, eğer benim romanlarımda karakterlerimin bir eylemi, bir sözü, düşüncesi vb. ilhamını bir başka metinden alıyorsa, hem saygımı sunmak hem borçlu olduğum ustayı göstermek adına bu tip selamlar gönderiyor ya da kimi zaman epigrafları bu niyetten hareketle seçiyorum.
-
Edebiyatta karşılaşmak istemediğiniz, hoşlanmadığınız, sizi rahatsız eden şeyler neler?
Hangi ideolojiye ilişkin olursa olsun herhangi bir ideolojik mesajın, ahlaki öğretinin, politik kaygının vb. sanata öncelendiği, sanatın bu ideolojik mesajlara araç kılındığı metinleri kesinlikle hoş karşılamıyorum. Maduniyet, toplumsal hassasiyetleri sanat eseri görünümlü anlatılarla sömürenlerden, bu yolla kendi artistik yetersizliklerini görünmez kılmaya çalışanlardan çok rahatsızım. Yazarın kendi iyisini, doğrusunu okurlara karakterler aracılığıyla ilettiği anlatılara da mesafeliyim. Okura açıkça ders veren, yazarı gösteren, biçimi önemsemeyen, karakterin “ağzına oturmayan” sözlerle bezeli malumatfuruş anlatıları sevmiyorum. İç gerçekliğini inşa edemeyen romanları genelde yarım bırakıyorum. Yine kişisel iç dökmelerin, ağdalı, nağmeli sözlerin, yakarışların, salt kelime oyunlarının edebiyat sanıldığı metinlerden uzak duruyorum. Ajitasyonla edebiyatı karıştıran metinler de mesafeli olduğum metinler…
|
OKUMA ÖNERİSİDoğan Yalçın’ın incelemesini okumak için TIKLAYINIZKitap,1970’lerin başlarında Siirt’ten göç edip İstanbul’a gelen bir ailenin 4 evde geçen hayatlarını anlatmaktadır. Yazar, “4 Hane 1 Teslim” ismiyle aslında kitabı hakkında bize ipuçları vermektedir. |
- Farklı okumalara açık bir roman: Tuhaflıklar Fabrikası - 12 Kasım 2018
- Ece Erdoğuş:”Dipsiz mutsuzluk insanı öldürebilir.” - 12 Ekim 2016
- Eyüp Aygün Tayşir: “Galiba artık bir ilk romana cesaret edebilirim dedim.” - 30 Temmuz 2016
FACEBOOK YORUMLARI