Ferit Edgü içinden geldiği gibi denemiş bence. Korkmamış. Yazmanın özgürlüğüne bırakmış kendini. Yazarken bir kaygı, bir ispat arayışına da girmemiş.
Elimde Ferit Edgü’nün iki kitabı: Yazmak Eylemi (Sel Yayıncılık, 2014, 13. baskı) ve Nijinski Öyküleri (Sel Yayıncılık, 2007).
Ferit Edgü, yazmayı çeşitli biçemlerde denemeyi seviyor. Yazarken kendi denemelerini de yazıyor bana kalırsa. Onu okurken, kendi yazma eylemini keşfettiği hissine kapıldım.
Yazma eylemi içinde olan herkes bilir ki bir konu, bir duygu, metin olarak birbirinden farklı kaleme alınabilir. Ferit Edgü de “Yazmak Eylemi” nde işte tam olarak bunu yapmış. 14 Şubat 1980 günü kendilerini devrimci olarak tanımlayan örgüt üyeleri bir eylem yapıyor. İstanbul’un birçok semtinde bu eylem nedeniyle dükkânlar kepenk açamıyor. Edgü de işte buradan yola çıkarak bu eylemi 101 farklı metinde kaleme almış. Nasıl? Sorusunu duyar gibiyim.
Bir olay yaşanıyorsa, bu olayın farklı kişiler üzerinde farklı etkileri, farklı duygu durumları oluşturacağı kesindir. Ve bu olayı yazan bir kişi kendine pek çok noktadan başlayarak bir yol çizebilir, metni bunun üzerine kurgulayabilir. Eseri oluşturan da bu çıkış noktaları ve ayrı ayrı noktaların kesişimleridir. Yazmak Eylemi’nde de Edgü her bir öyküsüne farklı bir başlangıç noktası bulmuş. Öykülerini; sokağa soğan, patates almak üzere çıkan bir kişinin gözünden, ekmek almaya gidip de ekmek bulamayan bir kişinin dilinden, dükkânını kapatmak zorunda kalan bir kişinin yaşadıkları açısından ele almış örneğin.
Kitap kısa öykülerden oluşuyor. Hatta sadece yedi cümleden oluşacak kadar kısa öyküler var. Dil sade ve basit Kimi öykülerde bir konu ya da bir durum yok; bir iç döküş, aklına geleni ya da hissettiğini yazma durumu. Öykü başlıkları bir ya da iki kelimeden oluşmuş tıpkı Nijinski Öyküleri’nde olduğu gibi. Öykü başlıkları; metnin bakış açısını (öykümsü, öznel, nesnel), öykü kişisinin ruh hâlini, durumunu, mesleğini (kızgın, soylu, metin yazarı), metnin yakın olduğu türü (masal, roman, akademik) veriyor.
Ben yazsaydım böyle yazardım, buradan başlardım diye düşünebilir okuyucu. Bu kitabın okurunun da muhtemelen yazmak eylemine bir yerden girmiş olma ihtimali yüksektir. Yazmanın farklı boyutlarını merak etmektedir. Okurken o da kendine farklı bir başlangıç noktası bulabilir bu kitapla. Yazma süreci içinde neyi, nasıl yazabilirim diye düşünenler için bu kitap ders niteliğinde bir örnek olabilir.
Ferit Edgü, Nijinski Öyküleri’ni yazarken de bence kendi yazma eylemini gerçekleştirmiş. Rus bale sanatçısı Nijinski’nin hayatına her daim özel bir ilgisi olan Edgü, Nijinski Öyküleri’nin makaslanmamış son baskısını okuduğunda kendi Nijinski öykülerini yazmaya karar vermiş. Günlüklerde verilen fikirlerin, duyguların ve olayların aslına sadık kalarak yazmış öykülerini. Kitabın yazarının Ferit Edgü olduğunu bilmeden bu öyküleri okusanız sanırsınız ki Nijinski bir öykü kitabı yazmış. Yani o denli Nijinski bu öyküler. Öykülerde sanatçının şizofrenik hâllerini de açıkça algılayabiliyorsunuz. Ancak pek çoğu bir öyküden çok bir iç dökme biçiminde yazılmış metinler. Tıpkı Yazmak Eylemi’nde olduğu gibi.
Edgü diyor ki “…kimi parçaları aktarırken de resim sanatıyla ilgili bir yöntemi kullandım… ressamlar zaman zaman kendilerinden önceki ustaların yapıtlarına başvumuşlardır, kopya ederek onların yaratma süreçlerini izleyip sanatı öğrenmek ya da yorumlayıp (bir yapıttan yola çıkıp) kendi resmini, resimlerini yaratmak için… Benim izlediğim yol merceğimi karşımdaki resmin belli bölgelerine çevirmek oldu.” (s.10-11)
Ferit Edgü’nün bu iki kitabına bakarak şunu söyleyebilirim ki Edgü öyküde denemeyi seviyor. Yazmak isteyen okur da onun bu denemelerinden yararlanarak kendince bir fikir edinebilir, biçemini oluşturmak için farklı bakış açıları geliştirebilir. Edgü içinden geldiği gibi denemiş bence. Korkmamış. Yazmanın özgürlüğüne bırakmış kendini. Yazarken bir kaygı, bir ispat arayışına da girmemiş.
Tüm bunların yanında; kuru baklayı her gördüğümde aklıma gelecek bir de metafor kaldı bende Nijinski Öyküleri’nden. Kuru’yu yazarken, kuru bakla ve İsviçre arasında bir ilişki kurmuş Edgü. “Kuru bakla sevmem, çünkü içinde yaşam yok. İsviçre hasta, çünkü dağlık, kuru bir ülke. İsviçre’de insanlar kupkuru, çünkü içlerinde hayat yok.” (syf.15)
Benden de; içinde hayat olan öykülerde buluşmak dileğimle…
|
|
- ÖLMEYEN ÖLÜLER, SESLENEN CANSIZLARLA GAMZE ARSLAN’DAN KANAYAK - 16 Nisan 2020
- GORKİ, BEN VE HİKÂYELERİMİZ - 11 Temmuz 2019
- FERİT EDGÜ’YLE KISA BİR YOLCULUK - 7 Şubat 2019
FACEBOOK YORUMLARI