
Ütopik kurgu diye nitelendirebileceğimiz Kadınlar Ülkesi, Amerikalı üç erkeğin çıktıkları keşif gezisiyle başlıyor ve onların başından geçenleri, bu üç erkekten biri olan Van bazı bilgileri gizleyerek aktarıyor.
Kadınlar Ülkesi’nin yazarı Charlotte Perkins Gilman; 1860-1935 yılları arasında yaşamıştır ve döneminin önde gelen sosyal aktivistleri arasında yer almaktadır. Otobiyografik unsurlar taşıyan “The Yellow Wall-Paper” isimli kısa hikâyesiyle tanınmaktadır. Söz konusu eser dilimize, “Sarı Duvar Kâğıdı” şeklinde çevrilerek kazandırılmıştır. Kadınlar Ülkesi ise 1915 yılında yazılmış, Gilman’ın kurduğu The Forerunner isimli dergide tefrika hâlinde yayımlanmıştır. Kitap olarak basılması, yazarın ölümünden onlarca yıl sonra, ancak 1979’da gerçekleşmiştir.
Ütopik kurgu diye nitelendirebileceğimiz Kadınlar Ülkesi, Amerikalı üç erkeğin çıktıkları keşif gezisiyle başlıyor ve onların başından geçenleri, bu üç erkekten biri olan Van bazı bilgileri gizleyerek aktarıyor. Evet, Van bize tüm bildiklerini anlatmıyor. Neden mi? Siz okumaya devam edin, ben de yazmayı sürdüreyim ve elimden geldiğince açıklamaya çalışayım.
Van, Terry ve Jeff
Öyle anımsıyorum ki, kitapta adı geçen yalnızca üç erkek vardı: Van, Terry ve Jeff. Bu üç erkek, bir grupla beraber çıktıkları keşif gezisi sırasında rehberlerinin “Kadın Diyarı” diye anılan bir yerden söz ettiğine şahit olurlar. Ancak rehberin, sözünü ettiği diyara onları götürmeye niyeti yoktur; zira oranın erkeklere göre olmadığından ve çok tehlikeli olduğundan söz etmektedir. Diğer taraftan rehberin söyledikleri, bu gizemli yeri üç erkek için -özellikle de Terry için- ayak basmadan duramayacakları kadar çekici hâle getirmiştir. Nitekim keşif grubuyla beraber evlerine döndükten sonra yeni bir seyahat planı yapmaya girişirler ve istikametleri de bellidir: Kadınlar Ülkesi.
Kötümser, iyimser ve gerçekçi
Nasıl bir yerin onları beklediğine dair tahminler yürüten üç gencin farklı farklı fikirleri vardır. Çıkacakları yolculuğu sahip olduğu servetle mümkün kılan, şımarık, tahammülsüz ve genellikle kadınlar tarafından ilgi odağı olan Terry birbirleriyle kavga edip duran, geçinemeyen bir güruhla karşılaşacaklarını düşünmektedir. Bir taraftan da kendini bu güruhun gelecekteki kralı ilan etmektedir. Son derece duygusal ve uyumlu olan Jeff, kadınları daima yücelten bir karaktere yaraşır şekilde, onları bekleyen keşifle ilgili tozpembe hayaller kurmaktadır. Van’ın beklentileri ise ne Terry’ninkiler kadar karamsardır ne de Jeff’inkiler kadar iyimserdir. Söz konusu duruma bakış açısını bilimsel ve fizyolojik unsurlara dayandırmaktadır. Tabii Van’ın anlatıcı olduğunu göz önünde bulundurursak kendisi için söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu da masaya yatırabiliriz.
Üç erkeğin neyle karşılaşacaklarına dair görüşleri birbirinden farklı olsa da hemfikir oldukları bir tahminleri bulunmaktadır: Gidecekleri yerde muhakkak erkeklerle de karşılaşacaklardır. Rehber sözünü ettiği yerde çocukların –yalnızca kız çocukları- da yaşadığını söylemiştir. Bu durumda az sayıda ya da tutsak da olsalar, erkeklerin varlığı kaçınılmazdır.
Ne umdular, ne buldular?
Üç Amerikalı gencin Kadınlar Ülkesi’ne gittiklerinde nasıl bir ülkeyle, nasıl bir düzenle ve kimlerle karşılaştıklarını az çok anlayabilmeleri için aradan bir miktar zaman geçmesi gerekecektir. Tabii beklemek ya da suallerine yanıt alabilmek için emek harcamak hiç de Terry’nin harcı olmadığından onun zorlamalarıyla kaçma girişimlerinde de bulunacaklardır. Ancak bu girişimler, merak içerisinde çıktıkları yolculuğun son durağı olan ülkede yaşayan kadınlar tarafından nazikçe engellenecektir çünkü bu esrarengiz kadınların da yurtlarına giren -onlar için son derece gizemli olan-erkeklerden öğrenmek istedikleri vardır ve böylece karşılıklı eğitim seansları başlayacaktır.
İlk olarak Kadınlar Ülkesi’nde konuşulan dili öğrenmeleri için ders alan Terry, Jeff ve Van’dan kendi dillerini öğretmeleri de istenmiştir. Zamanla her iki taraf da anlaşmalarına imkân sağlayacak düzeyde diğer tarafın dilini öğrenmiştir. Bu süreç, tahminlerinde hiç kuşkusuz en fazla yanılan Terry için eziyet veren bir tutsaklıktan ibarettir.
Terry yalnızca yürüttüğü tahminlerin hiçbirinin gerçekleşmediğiyle değil, aynı zamanda kurduğu hayallerin de ete kemiğe bürünemeyeceğiyle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Üç genç de kadınların ilgi odağı olmuştur ancak bu ilginin nedeni Terry’nin hayal ettiği gibi cinsel çekime dayanmamaktadır. Her daim bilgiye aç kadınlar için Terry, Jeff ve Van dış dünya hakkında kendilerine bilgi sağlayabilecek birer elçidirler ve onlara duydukları ilginin yegâne sebebi budur.
Terry’nin yanıldığını söyledim ama tek yanılan o değildi; üçünün de yanıldığı bir nokta vardı: Şiddetin, savaşın, açlığın olmadığı; sadeliğin öne çıktığı; bizlerin gözlerinden bakılınca oldukça ütopik görünen bu ülkede bir tane bile erkek yoktur.
Belirli bir türe dâhil edilmesi oldukça güç bir kitap
Bu başlığı atabilmek için tam da şu cümleyi yazacağım kısma gelmeyi bekliyordum: Kadınlar Ülkesi’nde çocuklar var, ürüyorlar, çocukların hiçbiri erkek değil ancak o diyarda erkekler yok. Kadınların erkekler olmadan üremesi ya da doğurdukları tüm bebeklerin aynı cinsiyete sahip olması değil de Gilman’ın söz konusu durumu kitapta ne şekilde temellendirdiği bir okur olarak kafamın karışmasına ve kendi kendime “Bu kitap bilim kurgu türüne dâhil edilebilir mi?” diye düşünmeme neden oldu. Farklı görüşlere sahip ya da benim göremediğim bir pencereden bakabilen okurlar da vardır elbette ki, ancak ben ülkede erkeklerin bulunmamasına ilişkin anlatılanları -bilim kurgu çerçevesinde- doyurucu bulmadım.
Terry hakkında
Kadınlar Ülkesi’ni okuyanlar o diyarda karşılarına çıkan ütopyayı masaya yatırılması gereken başat unsur olarak görebilirler ama onlarca sayfayı devirip de son sayfanın son cümlesini okuduğumda benim üzerinde en fazla tartışmak istediğim Terry adındaki karakter oldu. Zengin, şımarık, sabırsız biri hakkında konuşmak istemedim elbette; sabırsız, tahammülsüz, maddi olarak her türlü imkâna sahip bir insanın Kadınlar Ülkesi’nde geçirdiği zamana ilişkin sohbet etmek istedim.
Terry; geçmişte ya da günümüzde kendi yarattığı dünyaya uymayan hiçbir doğruyu kabul edemeyen, tatmin olmayı beceremeyen, bencil bir insanı simgeliyor. Tam da bu noktada Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan, Kadınların En Güzel Tarihi isimli kitaptaki bir cümle takıldı aklıma. Adını andığım eserde Nicole Bacharan,“Erkekler namuslarını kızlarının, kız kardeşlerinin, eşlerinin bedeniyle özdeşleştirdikleri için, bugün bile kadınlar dövülüyor, hatta öldürülüyor.” diyor. Sözün özü; belleğinizde, okuduğunuz kitaplar sayesinde tanıştığınız “unutulması güç, kötü karakterler” için ayrılan bir bölüm var ise Terry, o bölüme girebilecek güçlü bir aday.
Van’ın bizden gizledikleri ve sürgün
Yazımın başında da belirttiğim gibi, Van bize Kadınlar Ülkesi’ni anlatırken bazı bilgileri gizliyor. Nedenini ise artık anlayabiliyoruz çünkü Terry gibilerin o ülkeye ulaşmasını istemiyor. Biz ise Kadınlar Ülkesi’nden sürülen Terry’nin de bildiklerini gizli tutmasını ummakla yetiniyoruz.
Kitap hakkında verdiğim bilgiler ışığında, Terry’nin ülkeden sürüldüğünü okurken eminim ki pek şaşırmayacaksınız. Kim olursak olalım ya da nasıl bir toplumda yaşıyor olursak olalım, kimi zaman bireysel ve toplumsal olarak hiç istemediğimiz kararlar almak zorunda kalırız. İsteksizliğimizi tamamen bastıran ve kararı kaçınılmaz kılan genellikle bardağı taşıran son bir damla olur ama öncesinde bardağı dolduran sayısız damlanın da göz ardı edilemeyeceği bir gerçektir. Terry’nin ise o bardağı koca koca damlalarla ve arsızca doldurduğunu söylemek lafügüzaf olmayacaktır.
Devamı da var
Kitabı okuyup beğenenler için bir bilgi paylaşmak istiyorum. Kadınlar Ülkesi’nin devamı niteliğinde, Otonom Yayıncılık tarafından yayımlanmış ve Bizim Ülkemiz adında bir eser de mevcut.
Son noktayı, üzerinde düşünülmesi gerektiğine ve önemli olduğuna inandığım kitaptan bir alıntıyla koyuyorum.
“ ‘Geçmişe hiç saygınız yok mu? Ata annelerinizin düşündüklerine ya da inandıklarına?’
‘Elbette hayır,’ dedi. ‘Neden olsun ki? Onlar çoktan gitti. Ayrıca bizim bildiğimizden daha az şey biliyorlardı. Eğer geçmişimizin ötesine geçememişsek ona layık değilizdir; ve bizleri geçmesi gereken çocuklarımıza da layık olamayız.” ( syf.161-162)
![]()
|