Sürekli elimin altında olmasını isteyeceğim kitaplardan birisi Görünmez Kentler. Sonsözünde söyledikleri bugün bizim sıkı sıkı tutunacağımız cinsten…
Bir kenti bırakıp gittiğimizde ya da kentin hafızası olan mekanları yerle bir ettiğimizde beynimizin ince kıvrımlarında ter ü taze bekleyen geçmiş de siliniyor mu?
Görünmez Kentler’in Kubilay Han’ı, Marco Polo’ya “Hep başın arkaya dönük mü ilerlersin sen?” diye soruyor. Marco Polo’nun yaptığı, geçmişte önüne çıkan farklı yaşam olasılıklarına bugün durduğu yerden bakmaktır. Neye sahip olduğunu anlamanın yolu budur çünkü.
“ ‘Bütün bu yolculuklar geçmişini yeniden yaşamak için mi?’ diye sordu bu noktada Han. Şöyle de sorabilirdi aslında: ‘Bütün bu yolculuklar geleceğini yeniden bulmak için mi?’
Şöyle cevap verdi Marco: ‘Başka yer negatif bir aynadır. Yolcu sahip olduğu tenhayı tanır, sahip olmadığı ve olamayacağı kalabalığı keşfederek.’ “ (sayfa 76)
Tarihteki Kubilay Han ne muratla yaptı bilinmez ama Kuzey Çin’in topraklarını ele geçirdikten sonra, 1264’te, idare merkezini Pekin’e (Hanbalık) naklediyor. Üç yıl sonra da kentin kuzeydoğusunda yeni bir kent kurduruyor. Avrupa kaynaklarında “Tatar kenti” adıyla anılan Yeni Hanbalık’ın geometrik planının düzeninden Marco Polo ve diğer gezginler övgüyle söz etmişler.
Görünmez Kentler, yeni bir kent kuran Kubilay Han ile kent kent dolaşan Marco Polo’nun söyleşisi. Fakat burada Marco Polo, Uzak Doğu’nun kıyısını bucağını dolaşan gezginin dilinden konuşmuyor. Milione (Marco Polo’nun Geziler Kitabı) ve Yeni Hanbalık, Italo Calvino’ya ilham vermiş vermesine de Calvino bir kent imgesiyle insana ve hakikate ulaşıyor. Hem de bilimi ve masalı iç içe geçirerek.
Kaderinden kaçmaya çalışan Oidipus, Thebai’ye geldiğinde Sfenks’in kentin kapısını tuttuğunu görür. Sfenks, içeri girmek isteyenlere cevabı “insan” olan soruyu sormakta ve bilemeyenleri öldürmektedir. Oidipus cevabı bilerek kenti canavardan kurtarır. Calvino’nun her birinin mekanı da kişisi de kendisi olan masal kentleri de bize bu soruyu soruyor ya da bu cevabı veriyor:
“…Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır.
Ya da onun sana sorduğu ve ille de yanıtlamanı beklediği sorudur, tıpkı Thebai’nin Sfenks’in ağzından sorduğu soru gibi.” (sayfa 88)
Görünmez Kentler dokuz ana bölümden oluşuyor. Bu bölümlerin içine yerleştirilen kentler ve anı, arzu, göstergeler, takas, gözler, ad, ölüler, gökyüzü; ince kentler, sürekli kentler ve gizli kentler adlı tekrarlanan başlıklar kendi içinde numaralandırılmış. Kitap biçim olarak tam bir matematiksel düzen taşıyor. Bu düzen içinde kadın adları verilmiş elli beş masal kentini anlatıyor Calvino. Marco Polo ile Kubilay Han’ın söyleşmelerini anlatan kısımlar her bölümün başında ve sonunda yer alıyor; bunlar öykünün ana olayını örüyor, elli beş masal kentinin tutkalı oluyor. Özgür aklın ürünü bir düş makinesinin gerekliliğine inanan bir yazar Calvino. Geometrik akılcılık ile kördüğüm olmuş bir yün yumağına benzettiği insan varoluşu arasındaki gerilimi anlatmayı hedeflemiş.
Kubilay Han Pers, Ermeni, Süryani, Kıptî, Türkmen ulakları ve vergi tahsildarlarını uzak kentlere gönderiyor. Döndüklerinde sarayının manolya bahçesinde, onların sayılarla ve adlarla dolu, uzun raporlarını dinliyor. Rapor verenlerden birisi de Doğu dillerini hiç bilmeyen Marco Polo. Polo’nun ilk raporları jestlerle, taklalarla; şaşkınlık ve korku çığlıkları, havlamalar ve çulluk sesleriyle dolu. Kimi zaman da heybesinden çıkan ve satranç taşları gibi dizdiği deve kuşu tüyü, kuvars vb. nesneler imdadına yetişiyor. Kubilay Han nesnelerin anlamını çözüyor ama bu göstergelerle kentler arasındaki ilişkiyi bir türlü anlayamıyor. Oysa zihnine kazınacak olan, o kentle ilgili bütün o temsili şeylerdir.
Marco Polo zamanla Tatar dilini; kavimlerin lehçelerini, deyimlerini öğreniyor ve Han’ın sorularını ayrıntılı bir biçimde cevaplamaya başlıyor. Fakat Venediklinin anlattıkları, Kubilay Han’a ilk jestleri ve nesneleri hatırlatıyor hep.
Kitabın bir yerinde “Belleğin imgeleri bir kez dile vurulup sözlerle sabitleşti mi silinip gider.” diyor Marco Polo. Bana, nesnelerin çağrışımlarını düşündürdü bu söz. Ağaç biçimini zihnimizde canlandırdığımızda baharı, kırları, ormanı, pikniği, sevgilimizi ya da direnişi düşünebiliriz. Görsel olan, çağrışımlardan bağını koparmamıştır çünkü. O nedenle zengindir; çeşitli biçimlerde anlamlandırılabilir. Oysa sözcük nedensizdir. Yazı yazdığımız nesneye “kalem” demek konusunda anlaştığımız için kalemdir o. Günümüzden yirmi bin yıl önce mağara duvarlarına insanlığın ilk resimleri çizilmiş. O günden bu güne resimle, bedenle, sözle, yazıyla hatta susarak ne çok şey söylenmiş yeryüzünde. Yazı ustası Italo Calvino, bedenin ve nesnenin söylediklerinin de peşinde.
İkiye Bölünen Vikont’ta her şeyin ikiye bölünmesini istediğini söylüyor Calvino. Çünkü ona göre güzellik, bilgelik ve adalet parçalardan oluşan şeyde vardır. Bütünlüğü olan beyinlerin her şeyi gördüğünü sandığını, aslında gördüklerinin sadece bir kabuk olduğunu söylüyor. Görünmez Kentler’in tamamına da bu bölünmüşlük hakim. Marco Polo düşü temsil ederken Kubilay Han yaratan akılla karşımıza çıkıyor. Rastlantıların ve düşüncenin yön verdiği Kubilay Han, hakim olmanın, denetlemenin ve yönlendirmenin ardı sıra giderken Marco Polo arzular ve korkularla kentler kuruyor.
“Yüksek burçlarıyla Zaira’yı boşuna anlatmaya çalışacağım sana gönlüyüce Kubilay. Merdivenli yolların kaç basamaktan oluştuğundan, kemer kavislerinin açı derinliğinden, çatıların hangi kurşun levhalarla kaplandığından söz edebilirim sana; ama şimdiden biliyorum, hiçbir şey söylememiş olacağım sonunda. Zira bir kenti kent yapan şey bunlar değil, kapladığı alanın ölçüleri ile geçmişinde olup bitenler arasındaki ilişkidir: bir sokak lambasının yerden yüksekliği ve orada idam edilen zorbanın sallanan ayakları ile yer arasındaki uzaklıktır; o lambadan karşı parmaklığa gerilen ip ve kraliçenin düğün alayının geçeceği güzergahı donatan süslemelerdir; parmaklığın yüksekliği ve şafakta onun üzerinden atlayıp kaçan gizli sevgilinin sıçrayışıdır; bir saçağın eğimi ve aynı pencereye süzülen bir kedinin o saçak üzerinde kayarcasına yürüyüşüdür; burnun arkasından birden çıkıveren harp gemisinin toplarıyla çizdiği siluet ve saçağı yok eden bombadır; balık ağlarındaki yırtıklar ve ağlarını yamamak üzere iskeleye oturmuş, kraliçenin gayri meşru oğlu olduğu ve kundağıyla, oraya, iskeleye bırakıldığı rivayet edilen zorbanın harp gemisinin hikayesini yüzüncü kez birbirlerine anlatan o üç yaşlı adamdır.” (sayfa 62)
Okuduğum her kitabın ilk sayfalarından birine o kitabı temsilen birkaç sözcük yazıyorum. Kitabın kapağını her açtığımda gördüğüm amblem o sözcüktür artık. Görünmez Kentler benim için arzuların, korkuların ve labirentlerin kitabı oldu. Labirentle belirsizliği, iç içe geçmeyi ve iç içe geçen şeylerin içinde kaybolmayı kastediyorum. Tıpkı hayat gibi…
Calvino’nun hangi şehri anlatsa Venedik üzerine bir şeyler söylediği kitabında arzulara göre şekillenen ütopik kentler, korkuların şekillendirdiği cehennem kentlerle iç içe geçmiş. Bazen kırlangıçların kenti neresi, farelerin kenti neresi anlamakta zorlanıyor insan. Kentleri de rüyalar gibi arzular ve korkular kurduğuna göre rüyalarımızdan yola çıkarak kendi kentlerimizi kurabiliriz belki biz de. Bazen de elimize kalemi alır çizeriz de bu kentleri; ben okurken ara ara öyle yaptım. Başkaları da öyle yapmış; gördüm.
Görünmez Kentler’in çevirisini yapan Italo Calvino üzerine çalışan Işıl Saatçıoğlu, çeviriyi yaparken izlediği yolu da anlatmış okuyucuya. Bunun okuyucu için bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Bu güzel çalışması için de kutluyorum Işıl Saatçı’yı.
Sürekli elimin altında olmasını isteyeceğim kitaplardan birisi Görünmez Kentler. Sonsözünde söyledikleri bugün bizim sıkı sıkı tutunacağımız cinsten:
“Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir; cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”
|
- Baudelaire’e Nazire: Bizden Bir Aylak - 2 Ocak 2019
- New Orleans’lı Yaratıcı Filozof Ignatus J. Reilly - 10 Aralık 2018
- James Joyce: Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi - 10 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI
One Comment
Gerçekten çok doyurucu….teşekkürler