Can Yayınları tarafından Türkçe Edebiyat serisinin ‘Miras’ kategorisinde yayımlanan Gulyabani hem Açıklamalı Orijinal Metin hem de Günümüz Türkçesiyle iki ayrı kitap olarak raflardaki yerini aldı.
“Hüseyin Rahmi’nin batıl itikatları kendine mevzuu edindiği romanlarının arasında -bir romancı gözüyle- en kusursuzu, -bir okuyucu gözüyle- en eğlencelisi Gulyabani’dir.” – Halide Edip Adıvar
Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan bahsetmek demek bir ülkenin iki farklı (hatta bambaşka) döneminden bahsetmek demektir hiç şüphesiz. Çok az yazara nasip olabilecek, nasip olsa bile çok az yazarın kotarabileceği bir şeydir, bir ülkenin bambaşka dönemlerine şahit olup o dönemlere ait kusursuz eserler ortaya koyabilmek. Mesela Gulyabani 1915 (Cumhuriyetin ilanından 8 yıl önce) ve Çalıkuşu 1922 (Cumhuriyet’in ilanından bir yıl önce) eserlerini örnek verebiliriz. Bir ülkenin edebiyatı için ‘kilometre taşı olabilecek yazar’ tespitini Hüseyin Rahmi Gürpınar için kesinlikle yapabiliriz.
Can Yayınları tarafından Türkçe Edebiyat serisinin ‘Miras’ kategorisinde yayımlanan Gulyabani hem Açıklamalı Orijinal Metin hem de Günümüz Türkçesiyle iki ayrı kitap olarak raflardaki yerini aldı. Yayınevinin bu özenin yanı sıra kitapların kapaklarının eserin renkli içeriğine, yapısına, Türk okuyucusunun Gulyabani eseri ile olan ilişkisinin yansıtılmasına özen gösterildiği belli olan dizaynları gayet yerinde unsurlar olarak ilk etapta dikkat çekmekte.
Korku temelli kurguların sınırlı olarak yer bulabildiği Türk Edebiyatı’nda erken dönem diyebileceğimiz yıllarda Gulyabani romanını Gara’ib Faturası Külliyatı/Birinci Hikaye (İkincisi Cadı romanı idi) başlığı altında yayınlatan Hüseyin Rahmi böylelikle Türk Edebiyatı’nı korku türü ile tanıştırmış oluyordu. Naturalist ve realist anlatımın doğal sonucu olarak gotik anlatım özelliklerini kullanmak isteyen yazar bu konuda son derece başarılı olmuş Gulyabani isimli korku romanını hiç çıkmamak üzere edebiyat klasiklerimiz arasına sokmuştur.
Romanın girişinde Hanımnineden Yazara Mektup ve Cevap başlığı ile iki mektup karşılar bizleri. Bu mektuplar gerçekten var mıdır bilemiyoruz fakat Hüseyin Rahmi’nin bu mektupları Servet-i Fünun döneminde yazmasına rağmen sanat için sanat ilkesini değil de halk için sanat ilkesini benimsemesinden kaynaklı eleştirilere karşılık “tarafını belli etme” maksadıyla kitabın girişine yerleştirdiği neredeyse aşikar. Servet-i Fünun’culara karşılık halk için sanatı seçen ve bu yönde eserler veren Hüseyin Rahmi, Hanımnineden gelen mektuba karşılık şöyle bir şey yazarak kendisine karşı yazılan eleştirilere cevap vermiş oluyordu aslında.
“… Teknik ve ciddi bilimadamlarının tenkitlerini ve azarlamalarını çekmeksizin sizi manevi âlemin kendimce olan sırlarında dolaştırdıktan sonra gene madde dünyasına döneceğiz. Roman, bir gariplik toplamı olmakla birlikte yirminci medeniyet yüzyılının zihinler için seçtiği akla uygun sınırlar içinde son bulacak.”
Eserin ana karakteri Muhsine erken yaşta anne babasız kalan, ayyaş bir adamla evlendikten sonra evliliğini yürütemeyip kocasından boşanan, boşandıktan sonra konaklarda hizmetçilik yapıp oralarda da doğru düzgün tutunamayan saf, temiz bir kadıncağızdır. Bir gün eski aile dostu Ayşe Hanım İstanbul’un epey dışında bir çiftlik olan Yedi Çobanlar Çiftliği’nde ona bir iş bulduğunu söyleyerek çıka gelir. İki kadını çiftliğe götüren arabacının sözleri okuyucuyu nasıl bir romanın beklediğine dair ip uçları içerir.
“… Çiftliğin sahibi Hanımefendi perilere karıştı, çıldırdı. İç bahçedeki havuzun kenarında her akşam cinler toplanırmış. Hanımefendi gidip onlarla oturur, konuşurmuş. Hanım’dan başka gece bahçeye çıkanları periler boğarmış. Oraya giden erkek, kadın hizmetçilerden hiçbiri sağ dönmez. Sular karardıktan sonra o yakınlarda kimseler dolaşmaz. Kurtları kuşları bile çarparlar.”
Muhsine vazgeçmek ister ama olmaz. Çiftlikte yaşayan Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen Kadın sürekli cinlerden, hayaletlerden, olağanüstü olaylardan bahsederek Muhsine’yi iyice korkutmaktadırlar. Hüseyin Rahmi bu iki kadın üzerinden toplumun bilimden ve sanattan uzak bir şekilde cinlere ve hurafelere inanma, birbirlerini böyle hikayeler üzerinden korkutma meselesine büyüteçle bakar. Tam da burada Ruşen Kalfa’nın Muhsine’ye söyledikleri içler acısı bir durumdur aslında ama Hüseyin Rahmi bu içler acısı durumu mizahi öğeler kullanarak verir.
“… Mavili esvap giyme. Uçkurunu Kıble’ye karşı bağlama. Kuşağını kördüğüm etme. Yatağını duvar kenarına yapma. Akşamları saç örgülerini çöz. Gözlerini birbiri üstüne yedi defadan fazla kırpma. Seni korkuttukları vakit ayak başparmaklarının tırnaklarını birbirinin üstüne sürt. İki elinle kulaklarının memelerini tut. Bir demir bulabilirsen üzerine bas. “Emret ey Cin! Hazırım” diye bağır. Gönlünü ferah tut, inancın tam olsun. Bir şey olmazsın.”
Gulyabani, Yedi Çobanlar Çiftliği’nin mekan özellikleriyle, içinde yaşayanların korkutucu halleri gotik edebiyatın temel özelliği olan mekan-korku hissini roman boyunca bize verirken, roman Hüseyin Rahmi’nin başta söylediği ruhani dünyadan maddi dünyaya dönerek yirminci yüzyılın akla uygun haliyle son bulur.
Hüseyin Rahmi Gürpınar natüralist ve gerçekçi özellikler taşıyan yapıtlar üretmiş toplumcu bir yazardır. Ve iyi ki de toplumcu bir yazar olmayı tercih etmiştir. Hala Hüseyin Rahmi ile tanışmadıysanız tanışın lütfen; tanıştıysanız da tekrar alıp okumaya başlayın eserlerini. Yirmi birinci yüzyılda da topluma ayna tuttuğu özelliklerin -değişmiş gibi gözükse de- temel noktada bazı şeylerin aynı kaldığını şaşırarak göreceksiniz. Okumanız dileğiyle.
|
- TOPRAKTA BÜYÜR, TOPRAKTA YAŞAR, TOPRAKTA ÖLÜR İNSAN - 9 Ağustos 2021
- NE TAM OLARAK SUYA, NE DE TAM OLARAK GÖKYÜZÜNE AİT: SAKARMEKE - 8 Temmuz 2021
- YÜRÜMEMİŞ İLİŞKİLERİN, HAYAL KIRIKLIKLARININ, VAZGEÇİŞLERİN VE KABULENMELERİN ÖYKÜLERİ - 20 Haziran 2021
FACEBOOK YORUMLARI