Harari, Sapiens tarihini sürükleyici bir hikaye gibi anlatıyor ve geleceğe bakıyor. Ama etrafından dolaştığı toplumsal çözüm meselesinden kaçınıyor.
Şoför Remzi basmış gaza gidiyor. Az önce dolmuşa binen öğrenciyi sınava yetiştirecek. Gencin kaygılı haline dikiz aynasından biraz da öfkeyle bakarken, ah bu çocuklar, diye aklından geçiriyor; bu kadar önemli konularda nasıl da ihmalci davranabiliyorlar! Geç kalınacak gün mü bu? Ama onlar da haklı, hele şu üniversite giriş sınavları, büyük stres yaşamalarına neden oluyor. Bağlaraltı ve PTT duraklarında inecek var mı, diye sorduktan sonra, pek de yanıt beklemeden direksiyonu kırıyor, güzergahın dışına çıkıyor. Bu yaptığı, ilerideki duraklardan müşteri alamayacağı anlamına geliyor. Ama çocuğu sınava yetiştiriyor.
İyi insan mı, Remzi?
Remzileri tanırsınız. Böyle davrandıklarına işyerinde, apartmanda, sokakta defalarca tanık olmuşsunuzdur.
Ne var ki, bizim Remzi’nin, bazen bir yolcu fazla almak için trafiği felç etmekten kaçınmadığını biliyorsunuz. Yağmurlu havada kaldırım kenarında karşıya geçmeyi bekleyen yayaya yol vermediğini, hatta üstüne su sıçramasına neden olduğunu da görmüşsünüzdür.
Hele kendine uzak yerlere öyle duyarsızdır ki? Bursa’da sigortasız çalıştırılan işçiler, Cizre’de evinin önünde öldürülen insanlar, Afrika’da aç susuz yaşayanlar sanki Remzi’den başka bir dünyadadır.
Aslında içinde yaşadığı hayatın da pek farkında değildir. Bir öğrencinin üniversitede bir bölümü kazanmasının, başka bir öğrencinin orayı kazanamaması anlamına geldiğini göremez. Sonuçta kazanların ve kaybedenlerin genel anlamda değişmediği bu hayatı değiştirmek gibi bir konusu yoktur.
Gündelik hayatını yaşadığı dünyasında ise bazı manevi değerlere öylesine körü körüne bağlıdır ki, gözünde diğer insanların bir değeri kalmıyordur. Oruç tutmayanlara karşı nefret düzeyinde tepkilidir, milli duyguları da çoğu zaman çevresindekileri sevmekten çok yabancılara düşmanlık duymaya karşılık geliyordur.
E, iyi insan mıdır Remzi?
Yuval Noah Harari’nin Sapiens kitabını okuduktan sonra, bizim Remzi’ye yüz binlerce yıllık bir perspektiften bakarsınız; onun dedeleri-nineleri de böyleydi, diye düşünürsünüz. 10- 15 bin yıl önceki yakın zamana kadar, yüz binlerce yıl boyunca, birbirini tanıyan küçük gruplar halinde yaşamıştı onlar. Kuşaklar kuşaklar boyunca, grup içinde birbirlerine sahip çıkmak ve ortaklaşmacı biçimde hareket etmek en temel ilkeleriydi. Grup dışındaki bütün canlılar, hatta bütün doğa, onlar için birer tehditti. Seyrek de olsa karşılaştıkları diğer insan gruplarını da, kendileri dışındaki dünyanın tehdit yaratabilecek unsurları biçiminde görüyorlardı.
Sistemler, Toplumlar, Uygarlıklar
Evrimin bir aşamasından sonra, yani dik durmaya başladıklarından dolayı meydana gelen fiziksel değişikliklerden beri, insan yavrusunun doğması öyle zor bir olay haline geldi ki, ancak erken doğum yapan genlere sahip dişiler sağ kalabiliyordu. Yani gebelik süresi 9-10 ay olanlar. Bu zorlu ve riskli evreyi atlattıktan sonra, insan türü, tam gelişmemiş yavrular doğuran bir canlı olarak varlığını sürdürdü. Herhalde bu evreyi geçemeyen veya geçtiği halde sürekliliği sağlayamayan çok sayıda çeşit vardır. Ama bebeklerin, bebekli kadınların, yaşlıların, engelli üyelerin, gruptaki herkesin gereksinimini hep beraber sağlayan Remzi’nin dedeleri ve nineleri, doğadaki varlıklarını sürdürebildiler.
Doğanın en güçsüz canlısı olarak doğmak, insan türünün en fazla dayanışma ve paylaşma geliştiren çeşidinin varlığını sürdürmesine ve onun uygarlıklar yaratan bir canlı haline gelmesine neden olmuş görünüyor.
Fakat bu uygarlaşmaya geçiş süreci, insanın yaşam biçiminde niteliksel bir değişime neden oldu. Daha büyük organizasyonlar gerçekleştiren, kalabalık gruplar halinde yaşayan bir canlı haline geldi, Remzi’nin ataları.
Peki, birbirini tanımayan milyonlarca insan nasıl kendilerini aynı grup içinde hissedecekti? Ortak semboller, inançlar, sistemler olmadan olur mu? İşte burada işin içine din giriyor. Elbette önce sihircilikle falan, bugün Remzi’nin çok ilkel ve putperestçe bulacağı biçimde başladı bu inanç meselesi.
Hepsinden önemli gelişme ise, kuşkusuz, insanın günlük gereksinimini aşan bir üretim aşamasına ulaşmasıydı. Artık değer! Bu durumda, herkesin çalışmasına gerek kalmıyordu. Çalışmayan bir kesim, kaynaklarının kullanılması ve üretimin planlanması gibi konuları yönetebilirdi. Elbette mülkiyetle, yani paylaşımı düzenlemek ve artık değere sahip olmakla ilgili bir gelişmeydi bu.
Burada aşırı özet biçimde değindiğimiz insan türünün tarihi için elbette başka kaynaklardan da faydalanabilirsiniz. Doğrusu, Harari’nin konuya odaklanışındaki bazı tercihlerine katılmayabilirsiniz. Örneğin Alaeddin Şenel gibi akademisyenlerin insan türünün yaşamındaki belirleyici değişimleri daha derinlikli biçimde yorumladığını düşünebilirsiniz. Ama Sapiens kitabına benzersiz bir güzellik veren yönleri mutlaka fark edeceksiniz. Her şeyden önce böyle uzak ve soyut bir konuda bu kadar akıcılık, bu kadar somutluk, okurda adeta bir sevinç yaratıyor. Harari konuyu gündelik hayattaki algı sınırlarımızın içine almayı başarıyor.
Sürekli daha güzel ve daha kolay yaşama uğraşıyla geçen insanlık tarihinin, bir anlamda doğayla mücadele tarihi olduğunu berrak biçimde görüyorsunuz. Atom bombası gibi korkunç güçlere ve büyük uygarlıklara ulaşan insanın, bu mücadeledeki aşamalarını sürükleyici bir hikaye gibi okuyorsunuz.
Üyelerine zararlı gruplar
Bu arada, Harari dikkatinizi çekiyor, insanın doğaya karşı bu başarıları, özünde evrime bir müdahale niteliğinde. İnsanların hayvanları ve bitkileri evcilleştirmesi, doğal seçilimin yerine geçmiş durumda. İneklerin, domuzların, enginarların doğal koşullara en uygun olanları değil, insanın en tercih ettiği çeşitleri varlığını sürdürüyor. Agresif koçları ve huysuz koyunları kesip yemek, önündekini takip ederek yürüyen uysal ve bol süt verenlerin daha uzun yaşamasına, dolayısıyla öyle olanların neslinin sürmesine izin vermek… İnsan müdahalesi olmasaydı herhalde koyun türü böyle “koyun gibi” hale gelmezdi.
Fakat karmaşıklaşan üretim ve paylaşım ilişkileri, ihtiyaç duyulan ortak sembolleri, dinleri, yönetim biçimlerini de daha karmaşık hale getirmeye başladı. İnsanların organizasyonları, insanların çoğu için daha güzel ve kolay yaşamayı günah saymaya başladı. İşte bunca zenginliğin ve bilimsel ilerlemenin bizim Remzi’ye mutluluk getirmemesi, özünde bu yöneten-yönetilen ayrımına dayanıyor. Ortaya çıkan çalışan-çalıştıran ayrımı, sonuçta bir tür çalışanları evcilleştirme durumu değil mi?
Kitabın en iddialı ve en ilgi çekici bölümü, kuşkusuz, insanlığın geleceğiyle ilgili tezlerden oluşan son sayfaları. Artık insanlığın evrime müdahale etmeyi de aşarak, doğrudan evrimi yönetecek aşamaya yaklaştığına dikkat çekiliyor. Genetik bilimindeki canlı özelliklerinin kopyalanması gibi gelişmeler, yeni türler veya çeşitler üretme olanağı yaratıyor. Artık itaat için silahlı güçlere, gönüllü kölelik için çeşitli medya manipülasyonlarına gerek kalmayabilir, genetik bilimi bu işi çok daha sade biçimde halledebilir.
Tarım üretiminde büyük bir bolluğa ve enerji kaynaklarında neredeyse sonsuz bir güce ulaşılabilir.
Peki, böylesine geniş olanaklara sahip ayrıcalıklı ve üstün nitelikli bir insan grubu ortaya çıkınca, etik ve hukuk gibi meseleler nasıl çözümlenecek? Yani, bizim Şoför Remzi’ye ne faydası olacak, bütün bunların?
Diyeceksiniz ki şimdiye kadarki gelişmelerin ne faydası oldu ki? Daha çok şeye sahip olması Remzi’yi mutlu mu yaptı? Bundan sonra, sahip olma tutkusuna veya çeşitli yanılsamalara gerek kalmadan, ömrünü ayrıcalıklı kesimlerin çıkarına açıkça adayacaksa, çok mu büyük bir değişiklik olacak?
Gücü ele geçiren insan çeşidinin, diğer insanlara, süt ve et için yaşatılan diğer canlılara davrandığından farklı davranması neden beklensin?
Böyle bakınca, insanlık için “bilimsel ve ekonomik gelişmeler”den daha önemlisinin “boyun eğen veya başkaldıran kişilikler” olduğu görülüyor. Harari bu konuya öncelik vermese de, galiba “artık değer”in yönetilmesi meselesi belirleyici olacak. Kaynakların kullanılması, üretilenlerin paylaşılması… Üretenler mi yönetecek hayatı, üretenleri yönetenler mi? Başka bir deyişle, barbarlar mı sosyalistler mi?
- Hayvanlardan Tanrılara Sapiens
- Yazan: Yuval Noah Harari
- Çeviri: Ertuğrul Genç
- Yayınevi: Kolektif Kitap
- Basım yılı: 2015
- Sayfa sayısı: 411
- İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - 16 Şubat 2017
- Karanlığı Dağıtan Aydınlık - 5 Ocak 2017
- HAYIR’lı Bir Roman - 2 Şubat 2017