
Marquez eserin tümünde bağnazlığın nelere yol açtığını sarsıcı bir şekilde önümüze koyar. Kara bağnazlık rüzgarı tüm kötücül yanlarıyla rüzgarını estirir.
“Aşk ve Öbür Cinler” ilk kez yayımlandığı 1994 yılından bu yana ülkemizde tam yirmi altı baskı yaptı. Büyülü gerçekçilik denince aklımıza muhtemelen ilk gelen ismi; Marquez’i bilenler büyükannesinin yaratıcılığının pekişmesine ve yazın hayatına yaptığı katkıyı bilir. Masallar, efsaneler anlatan büyükannesi Marquez’in mayasına kendi tılsımından katar. Yazar çocukluk dönemini belki biraz da bu yüzden eserlerinin kaynağı olarak gösterir. Kendi ifadesiyle “olmadık şeyler”, en renkli hayaller bir yerden sonra sırf o yazarak oldurabildiği için ete kemiğe bürünmeye başlar. Yaratma gücü biraz da akıl almaz hayallerin, masalların gerçekliğine inanmaktan geçer. Onun öyküleri tam da böyledir. “Aşk ve Öbür Cinler” de Marquez’in gazetecilik yaptığı yıllarda karşılaştığı bir olayı büyükannesinin ona anlattığı bir hikaye ile birleştirmesi sonucu yazıya dökülür. Tıpkı Kolera Günlerinde Aşk’ta insanlar için; “İnsanlar bir kere doğmazlar. Bu iş annelerinin onları doğurduğu gün bitmez. Fakat hayat yeniden ve yeniden onları kendilerini doğurmaya mecbur eder” diye yazdığı gibi hikayeler de böyledir, yeniden doğarlar.
Değişen koşullara uyup otel halini almak üzere yıkılmaya hazırlanan Klaris Manastırı’nın mezarlığında dönüşüme hazır olmayan biri vardır… Mezardan çıkan saçlar herkese sıradan gelse de hayal gücünün mahareti burada devreye girer; Marquez mezarın sahibi kız çocuğuna, büyükannesinden dinlediği bir kızın başına gelenlerden esinlenerek yeni bir hikaye verir. O mezarın sakini kız çocuğu Sierva Maria çarşıda kuduz bir köpek tarafından ısırılır. Durumu öğrenen babası Marki onun için endişelenmeye başlar. Bu endişe doğrudan olmasa da Sierva Maria’nın hayatında sonun başlangıcını hazırlar. Marki korkusundan ve topluma hakim bağnazlıktan kendine düşen pay gereği, kızın içindeki cin çıkartılsın diye onu bir manastıra yollar. Kızına karşı sevgi yerine utanç besleyen, onu anormal bulan ilgisiz annesinin bu gidişe kılı dahi kımıldamaz. Marquez’in satırlarında ifade edilişiyle; o ana kadar “kimsenin özgür olmadığı bu baskı dolu dünyada özgür olan” tek kişidir Sierva Maria. Manastırdaki koşullara boyun eğmeyip tüm cesaretiyle direnişine tanık oluruz. Aslında başka bir yere ait gibidir; bir yanı gerçek diğer yanı doğa üstü. Üstelik “İncil onun gibi hatta daha beter kusurları olan kadınlarla doludur.” Manastıra kapatıldığında on iki yaşındadır ve hikayenin yol ayrımını ortaya çıkaran şey de burada, otuz üç yaşındaki rahip Cayetano’nun, başta ailesininki olmak üzere her türlü korumadan mahrum kıza çarpık hisler beslemesiyle başlar. Bu durum zamanla karşılıklı bir hal alır.
Hikayenin üzerine inşa edildiği temel zıtlık gerçek ile fantastik olan arasında. Buna içinde yaşanılan düzenle ilgili unsurlar da eklenir; bilimi bağnazlıkla mücadele ederken buluruz örneğin ya da bazı kadın kahramanlar hapsedildikleri kalıptan çıkıp diğer tarafa geçmek, “erkek işleri” yapmak, erkeklerin düzenine meydan okuma niyetine girerler. Bilime sırt dönenlerin yarattığı zifiri karanlığa yakından şahit oluruz. Aklı başındaların dünyasında, Marquez’in yapıtlarının vazgeçilmezi deliler hayata meydan okumaya devam eder. Tezatlar seçimleri üzerinden karakterlere de yansır. Cesur olmak ile hayattan korkarak yaşamayı karşı karşıya getirir yazar. “Galile’nin ihtiyaç duyduğu inanç değil ama, yürektir.” Bir yanda kurallara boyun eğerek esaret altında ve mutsuz yaşamak, diğer yanda cesaret edip kendi kendini özgür ve mutlu kılmak. Kıymetlidir mutluluk, yazarın ifadesiyle “mutluluğun iyi edemediğini iyileştirecek ilaç yoktur”. Böylelikle hayatın ellerimizden kayıp gidebileceğini yüzümüze vurur Marquez. Talih kimseye acımaz ve mutluluk uğruna mücadele etmemek sonsuz bir karanlığın peşinde sürükler insanı. Tıpkı Rahip Cayetano’nun Sierva Maria’yı manastırdan kurtarmak adına neredeyse eylemsizliğe dönüşen temkininin her ikisinin de mutsuzluğuna sebep olması gibi.
Marquez eserin tümünde bağnazlığın nelere yol açtığını sarsıcı bir şekilde önümüze koyar. Kara bağnazlık rüzgarı tüm kötücül yanlarıyla rüzgarını estirir. Sadece Sierva Maria’nın mengeneye sıkışan çocukluğu değil; baskı altında yaşayan insanlar, yasaklanan kitaplar, bilimden uzak bir toplum vardır. Eserin tamamına yayılan, yazarın gerçek dışı yanı eleştiri ve mizah gücü ile birleşip okuyucuyu kolaylıkla etkisi altına alır. Kupkuru gerçeklerin karşısında rengarenk duran tuhaflıklar yüzümüzü güldürür. Marquez yarattığı dünya ile yazın hayatındaki yerini bir kez daha ortaya koyar.
![]()
|
- “Burada Kalmak” ister misiniz? - 12 Temmuz 2018
- Sadeliğin güzelliği: Bir Kırık Segah - 16 Haziran 2018
- Toni Morrison’dan cesur bir adım; Sula - 10 Haziran 2018