Her Zaman En Çok Okunan; “Komünist Parti Manifestosu”

Herhangi bir Manifesto okuru, şunu da kolaylıkla kavrayacaktır: Marx ile Engels, bu kitabı, “devrim için mücadele” çağrısında bulunmak için kaleme almıştır.

Komünist Parti Manifestosu, dünyanın ve Türkiye’nin en çok “okunan” kitaplarından biri. Bugüne kadar farklı dillerde kaç baskısının yapıldığını kesin olarak saptamak mümkün değil. Kısa bir araştırmayla, Türkiye’de, çok sayıda yayınevi tarafından en az 50 baskısının yapılmış olduğu sonucuna ulaşılabiliyor. Bunlara, Marksist klasiklerin yasaklı olduğu dönemlerde gizlilik içinde çoğaltılan kopyaları da eklemek gerekiyor.

Manifesto’nun bazı Türkçe çevirileri, uzun yıllardır İnternet’te de bulunuyor. Yine de farklı yayınevleri tarafından yeni baskıları yapılıyor ve hepsi görece kısa süreler içinde tükeniyor.

Sürekli yeni baskılara ihtiyaç duyulması, Marksizmin (Türkiye’de de) öyle kolay kolay ölmeyeceğinin kanıtlarından biri olarak görülebilir. Herhalde, yalnızca kitaplığı daha ihtişamlı görünsün diye bir de Manifesto alıp kapağını bile açmayanların sayısı çok yüksek değildir (kitaplarının toplam sırt kalınlığıyla övünmek isteyenler açısından, Kapital’in üç cildi çok daha “verimli” bir tercihtir!).

Peki, Manifesto’yu okuyanlar, onu ne kadar anlıyor? Bu soruya iki farklı düzeyde cevap verilebilir.

Geçmişte ellerine pek az kitap almış olanlar da, Manifesto’yu okuduklarında, Marx ile Engels’in temel mesajlarını kolaylıkla anlayacaktır: Komünistler, her şeyden önce, insanların eşitlik içinde yaşamasını istemektedir… Bunun için, burjuvazinin egemenliğine son vermek gerektiğini savunmaktadırlar… Komünistler, tam da bu nedenle, özel mülkiyete (daha doğrusu üretim araçlarının özel mülkiyetine) karşıdır… Komünistlere göre, burjuvazinin egemenliğine son verecek olan, işçi sınıfıdır… İşçi sınıfı, burjuvazinin egemenliğine, devrim yaparak son verecektir…

Bazı açılardan bakıldığında, bu kadarı da yeterlidir.

Manifesto, komünistlerin en temel tezlerini ve hedeflerini gereken açıklıkla ortaya koymaktadır. Yine herhangi bir Manifesto okuru, şunu da kolaylıkla kavrayacaktır: Marx ile Engels, bu kitabı, “devrim için mücadele” çağrısında bulunmak için kaleme almıştır.

İlginç olan şu: Manifesto’dan çok daha fazlasını okumuş olanların önemlice bir bölümü, bu kitabın en temel tezlerini bile unutabiliyor! Hatta, “Marksist” olduklarını iddia edip de “devrim için mücadele” gibi bir dertleri bulunmayanlar çıkıyor…

Açıkçası, yalnızca Manifesto’yu okuyup da işyerindeki arkadaşına dilinin döndüğü kadarıyla burjuvazinin egemenliğinden, devrimden, sosyalizmden söz eden bir işçi, Marksizmin kurucularının temel dertlerini pek çok “okumuş” insandan çok daha iyi kavramış demektir.

Kuşkusuz, bu kadarı yetmez. Yüzyıllardır bu dünyaya hükmeden ve kendisinden önceki binlerce yıllık sınıfsal egemenlik ilişkilerinin mirasçılığını yapan burjuvazinin iktidarına son vermek için, bunu istemekten daha fazlası gerekir.

Ama bu söylenen, Manifesto’nun önemini azaltmıyor.

Marksizm ve komünizm hakkında bilgi edinmek isteyenler için çok iyi bir başlangıç kitabı olan Manifesto, Marx’ın, Engels’in ve Lenin’in diğer temel çalışmalarını okuduktan sonra yeniden okunmalı. Hem eksiklerini görmek, hem de gücünü daha iyi kavrayabilmek için…

Aslına bakılırsa, her yeni okumasından yeni sonuçlar çıkarılabilecek bir kitaptan söz ediyoruz. Bu yapılmadığında ne olur? Bunu yapmayanların başına ne geliyorsa o olur…

Kimileri, tam da Marx’ın öngördüğü türden gelişmeleri gerekçe göstererek, kapitalizmin nitelik değiştirdiğini, hatta ortadan kalktığını düşünür… Kendilerini Marksist sayan kimileri de, Manifesto’nun kaleme alınmasının üzerinden 159 yılın geçmiş olmasına rağmen, “demokrasi”nin her şeyden önemli olduğunu savunur.

Bu dünyayı değiştirmek isteyenler açısından, Manifesto, gerisine düşmemek için sürekli çaba harcanmasını gerektiren bir çalışma…

Bu satırlar yazılırken, uluslararası komünist hareket, 1917 Ekim Devriminin 90. yıldönümünü, son yıllarda olduğundan daha etkili bir şekilde kutlamaya hazırlanıyordu. Manifesto’nun bugün de çok okunan bir kitap olmasında, ilk sosyalist devrimin ve başta Sovyetler Birliği olmak üzere dünyanın ilk sosyalist ülkelerinin yaklaşık 70 yıllık deneyimlerinin önemli bir payı var.

Bu deneyimleri sahiplenmeden Manifesto’yu yerli yerine oturtmak da, Manifesto’nun hakkını vermeden bu deneyimleri anlamak da mümkün değil.

Yaşanmış deneyimlerden bağımsız bir Marksizm tarifi yapmaya çalışanlar, “Marksizm öldü” diyenlerle şu iddiada ortaklaşıyor aslında: “Marksizm hiç yaşamamıştı”…

Bu iddia, tek başına teorik düzeyde çürütülemez. Ama Manifesto’dan hareketle söylenebilecek olanlar var.

Marx ile Engels’in 1882 tarihli Rusça baskıya önsözde belirttikleri gibi, Manifesto’nun son bölümünde anılmayan ülkelerden biri Rusya’ydı. Çünkü, “O dönemde, Rusya, bir bütün olarak Avrupa gericiliğinin son büyük yedek gücünü oluşturuyor[du]” (s. 74).

1848’de anılmayan Rusya, 1882 önsözünde, “Avrupa’daki devrimci eylemin öncüsü” (s. 75) ilan edildi. O tarihte bu ülkenin bir komünist partisi bile bulunmuyordu!

Ne Marksizm ne de Manifesto, tarih dışı birtakım idealler tarif etmekle yetinir.

Komünist Parti Manifestosu’nun son bölümünde şu da vurgulanıyordu: “(…) komünistler, her yerde, mevcut toplumsal ve siyasal koşullara karşı olan her devrimci hareketi destekler.” (s. 52.)

Bu dünyayı gerçekten değiştirmek isteyenler, insanlığın devrimci birikimine sırtlarını çeviremez. Çevirenler, Manifesto’nun da gerisine düşmüş olur. Belki de, Manifesto, bir de bu gözle okunmalı…

Erkin Özalp

  • Komünist Parti Manifestosu
  • Yazar: Karl Marx, Friedrich Engels
  • Çeviri: Erkin Özalp
  • Baskı Yılı: 2017
  • Sayfa Sayısı: 124 Sayfa
  • Yayınevi: İleri Kitaplığı
Vinkmag ad

Read Previous

Yaz aylarında en çok okunan 12 kitap

Read Next

Bir Albert Camus Romanı; Yabancı

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *