Hikayelerin Asıl Yaratıcıları: Fazlalıklar

Fazlalıklar sadece insan hikayelerinden oluşan bir öykü kitabı değil. Fazlalıklar, hayatı ve yaşamayı değerli kılanların fazlalıklar diye nitelendirdiğimiz insanlar olduğunu bizlere hatırlatması açısından da okunması gereken, sancılı tarafları da olan ama bir o kadar da umutlu olmamızı söyleyen bir kitap.

Sinan Sülün ile üçüncü kitabı Fazlalıklar odağında söyleşirken sadece hayatın fazlalıkları olarak nitelendirilen insanlardan bahsetmediğimizin, hikaye anlatıcılığının kadim geleneğinden ve dilinden de bahsettiğimizin, edebiyatın dönüştürücü gücünün etkisinin okuyucuya nasıl yansıdığından da bahsettiğimizin altını özellikle çizmek isterim.

Fazlalıklar sadece insan hikayelerinden oluşan bir öykü kitabı değil. Fazlalıklar, hayatı ve yaşamayı değerli kılanların fazlalıklar diye nitelendirdiğimiz insanlar olduğunu bizlere hatırlatması açısından da okunması gereken, sancılı tarafları da olan ama bir o kadar da umutlu olmamızı söyleyen bir kitap. Sinan Sülün ile tüm fazlalıkları kapsayıcı nitelikte yapmış olduğum söyleşi için buyurun lütfen.

  • İktisat Fakültesi mezunusunuz ve ayrıca İletişim Anabilim Dalı üzerine eğitim gördünüz. Edebiyata olan ilginiz, edebiyatla olan bağınız ne zaman başladı? Çünkü zamanla edebiyat ile olan bağınız öyle bir noktaya geliyor ki, “Hikaye Anlatıcılığı” üzerine eğitim ve danışmanlık hizmeti veren  bir şirket kuruyorsunuz.

Goethe’nin çok sevdiğim bir sözü var; “İnsan bir başka insanda tanır kendini.” Benim kendimi tanımam, kim olduğumu keşfetmem ve var oluşumu adlandırmam İstanbul Üniversitesi’nde tanıştığım devrimciler sayesinde oldu. Hikâye anlatmaya ve yazmaya meyilim olduğunu, bunun üzerine gitmem gerektiğini keşfettim. Ardından Marmara Üniversitesi’nde iletişim alanında yüksek lisans yapmaya karar verdim. Orada okurken Öküz Dergisi geleneğini takip eden Hayvan Dergisi’nde editör olarak çalıştım. Metin Üstündağ, Hatice Meryem, Yaşar Kemal, Oruç Aruoba, Latife Tekin, Ahmet Erhan gibi bu memleketin en önemli hikâye anlatıcılarıyla bir arada oldum ve onlardan çok şey öğrendim.

Sonra hayat gailesi kurumsal hayata doğru sürükledi beni. Uzun yıllar bir yandan kitaplarımı yazarken, bir yandan da global şirketlerde pazarlama ve eğitim alanlarında çalıştım. 2015 yılında ise sanat ve iş dünyasını bilen birisi olarak, yurtdışında Storytelling diye adlandırılan bizde hikâye anlatıcılığı diye çevrilen alanda eğitim ve danışmanlık yapmak için istifa ettim. Yaklaşık altı senedir iş dünyasına sanattaki hikâye anlatma tekniklerini paylaşarak, etkili bir iletişim kurmanın inceliklerini anlatıyorum.

  • İlk kitabınız öykülerden oluşan Karahindiba, ikinci kitabınız bir roman Kırlangıç Dönüşümü ve son olarak yeni yayınlanan Fazlalıklar öykü kitabınız. Bu üç kitap birbirlerine doğru nasıl yol aldılar? Sinan Sülün’ün edebi yolculuğunda nasıl bir seyrin iz düşümü olarak karşımıza çıktılar? Mesela Fazlalıklar kitabınız isminin ironisiymişçesine zamanla seyreltilmiş bir anlatının sonucunda ortaya çıkmış gibi. Ne dersiniz?

Karahindiba’dan beri aynı sebeple yazıyorum. Bir derdim var… Karahindiba’yı yazarken kendimle, toplumun dayattığı rollerle, ötekini sevmekle ilgiliydi. Kırlangıç Dönümü’nde başka türlü bir dünyanın ve aşkın mümkün olabileceğini anlatmak istedim. Fazlalıklar’da ise geçmişten bugüne hiç değişmeyen, insanın en derin yerinde alev almak için bekleyen o koru, hakikati paylaşmak istedim. Bu yüzden açıkçası biçim veya form olarak kitapların türüyle çok ilgilenmiyorum. İçimden geldiği gibi yazıyor, editöre teslim ediyorum.

  • Fazlalıklar üç bölümden oluşuyor ve hayatı eksi hanesinden yaşamaya başlamış insanların hikayelerini anlatıyor. Kalenderlerin idam edildiği minik bir hikayeyle başlıyorsunuz anlatmaya. Hikayelerini anlattığınız insanlar kalender kelimesinin de tanımını yansıtır şekilde mala, mülke önem vermeyen, toplumdan önemli ölçüde kendini tecrit etmiş insanlardan oluşuyor. Kalenderler nasıl oldu da toplumların fazlalıkları haline geldi? Ki bir de hikayeleri asıl yaratanların bu “Fazlalıklar” olduğunu düşünürsek!

Evet, çok güzel ifade ettiniz. Hikayeleri asıl yaratanlar Fazlalıklar… Hep böyle olmadı mı aslında. Sadece bizim toplumumuz için değil insanlık tarihindeki bütün toplumlarda gerçeği söyleyen, hakikati haykıran, kimseye minnet eylemeyen insanlar hep fazlalık olarak görüldü. Kitabın başındaki alıntı aslında bu fazlalıklara bir selam vermek için konuldu. Tabii bir de Zarif ve Kemal gibi kendilerinin fazlalık olduğunu bilmeyen ancak ölünce fark eden veya ölmeden ölen insanlar var.

  • Belki de biçimsel olarak da benzeştikleri için daha çok Karahindiba ve Fazlalıklar öykü kitaplarınızda ama elbet Kırlangıç Dönümü romanınızda da dikkatimi çeken karakterlerin bir boşluk duygusu içerisinde olmaları hali var. Boşluk mu sıkışmışlık mı acaba diye sormak isterim çünkü bana daha çok içinde bulunduğumuz çağ ve yaşam zorlukları da düşünüldüğünde sıkışmışlık gibi geldi.  

Ben içinde bulunduğumuz çağa ait olduğunu düşünmüyorum bu sıkışmışlık ve boşluk hissinin. Bütün çağlarda ve zamanlarda var. Her çağın filozofu, yazarı, şairi bu boşluğu doldurmaya, sıkışmışlıkta bir delik açıp o kötümser havayı dağıtmaya çalışıyor. Ben bunu yazarak yapıyorum. Bir başkası sevgiyle sokak hayvanlarını besliyor. Bir başkası hastanede hiç tanımadığı bir insanın başında nöbet bekliyor. O yüzden insan var oldukça bu sıkışmışlığın olacağına ve insan var oldukça birilerinin de bu sıkışmışlıktan kurtulmanın yollarını bulacağına inanıyorum.

  • Yaşam şartlarının ağırlığına karşı “fazlalığına karşı” duyguların azalması, gittikçe küçülmesi söz konusu sanki. Fazlalıklar olarak tabir edilen her bir karakter için söylersek -Zarif için mesela, Kemal için- bu karakterlere onları okurken empati duyuyor, onlara çok üzülüyor, hatta kendimizi onların yerine koyuyorken, onlarla gerçek hayatta bu derece empati kuramıyoruz. Yok sayıyoruz hatta, görmüyoruz. Bunun neden böyle olduğunu nasıl yorumlarsınız?  Edebiyatın dönüştürücü gücü mü bu yoksa kendimizle ve çevremizle kurduğumuz ilişkinin düzelmeyecek derecede marazi olması mı? 

David Foster Wallece’ın Bu Su kitabı şöyle bir hikaye ile başlar. “İki genç balık birlikte yüzüyorlarmış. Yanlarından geçen yaşlı balık başıyla onlara selam verip, “Günaydın çocuklar. Su nasıl?” diye sormuş. Biraz daha yüzdükten sonra genç balıklardan biri diğerine dönmüş ve sormadan duramamış:
“Su da neyin nesi?”

Çoğu zaman hepimiz içinde yaşadığımız suyun farkına varmıyoruz. Edebiyatın dönüştürücü gücü içinde yaşadığımız suyun farkına varmamızı sağlıyor.

  • Fazlalıklar kitabınızda daha belirgin hale gelen masalsı, yer yer epik anlatı, epik şiire kaçan, bu tanımlarla benzerlikler gösteren bir hikaye anlatıcılığı tarzınız var. Kadim anlatıcılığı tercih etmenizin nedeni her şeyin çok fazla bozulmuş olmasına bir vurgu mu yoksa içimden hikayeyi böyle anlatmak geliyor ve kendimi bu türlere yakın hissediyorum mu dersiniz?

Kültürümüzdeki kadim hikâye anlatıcılığını çok önemli buluyorum. O yüzden de üçüncü bölümdeki hikayelerin tamamını bu geleneği takip ederek yazmak istedim. Diğer bölümlerde ise karakterlerin kendi anlatma biçimlerine razı oldum. Zarif bir sisin ovaya çökmesi ve yayılması gibi anlatılmak istedi, Kemal kabaran, coşan fakat sonunda sakince denize dökülüp yok olan bir nehir gibi.

  • Son dönemlerde türlerin birbirine yaklaşmasını (roman,öykü, hikaye) hatta birbirinin içene geçerek var olmasını, genişlemesini nasıl buluyorsunuz? Anlatının, bir konuyu hikayeleştirmenin yeni açılımı olarak düşünebilir miyiz bu konuyu? Son zamanlarda yayınlanan kitaplarda türlerin birbirine olan yakınlığını çok fazla görür olduk çünkü.

Dediğim gibi biçimi hiç önemsemiyorum. İsterse bir insan emojilerle kitap yazsın. Eğer anlattıkları bizim içinde yaşadığımız suyun farkına varmamızı sağlıyorsa, düşünce dünyamızda yeni pencereler açıyorsa bundan mutluluk duymamız gerekir.

  • Bir pandemi dönemi yaşadık. Hala da geçmiş değil. Bu süreç size ne düşündürdü, ne oldu da böyle bir şey geldi başımıza? Pandemi sürecinin etkisiyle farklı türde hikayeler okumaya başlar mıyız sizce, ne düşünüyorsunuz?

Açıkçası ben de bazı insanlar gibi hayatını önceden de pandemi sürecinde yaşayanlardandım. O yüzden pandemi zamanı benim için sağlık ve salgın tehlikesi dışında hiç önemli olmadı. Fakat benim hayatımı etkilemeyen bu süreç birçok insanın hayatını ekonomik olarak derinden etkiledi. Birçok yazarın öngörüsü bundan sonra distopik bir dünyanın içinde geçecek hikayeler yazılacağı. Ben bu konuda farklı düşünüyorum. Bence bundan sonra kapitalizmin duvarlarında çatlaklar yaratacak, toplumsal ve sınıfsal hikayeler okumaya başlayacağız.

  • Fazlalıklar
  • Yazar: Sinan Sülün
  • Türü: Öykü
  • Baskı Yılı: Ağustos 2020
  • Sayfa Sayısı: 105 Sayfa
  • Yayınevi: İletişim Yayınları
Aynur Kulak
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Almarpa’nın Gizemi ”Tudem Modern Klasikler” Koleksiyonuna Katılıyor

Read Next

Hadi Uç: Özgürlüğe Uçan Küçük Bir Kuşun Öyküsü

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *