İç İçe Geçmiş Çemberler

Yazar, bizi intikam, cinayet ve kıyamet çemberlerinden geçirip sorularla baş başa bırakıyor. İki elimizi çenemize dayayıp başlıyoruz düşünmeye: Peki ya benim hikâyem nasıl bitecek?

Tol’u, Har’ı, Merhume’yi bir lokmada yuttum, kafamı yastığa vurup rüyaya yattım. Dört bir yandan periler misali kanatlı harfler sardı etrafımı, uzandım, hepsini yakaladım. Fısıldaşan kanatlıları görebilmek için sımsıkı parmaklarımı yavaşça aralar aralamaz, önceden anlaştıkları gibi sıraya dizildiler, bana üç kitabın özünü bahşettiler: Hayatıyla hesaplaşan aciz beden ve ruhların tekerrürden ibaret hikâyeleri.

Hikâyeler… Uyurkulak’ın önce yüreğinden, sonra da kaleminden dökülenler, iç içe geçen, paralel ilerleyen ve birbirine dolanan hikâyeler. Sokaklarda, saraylarda, gecekondularda, dağlarda karşımıza çıkan veya çıkmayan onlarca insanın ruhu vakumlanır gibi göğe doğru çekiliyor, oradan da Tol, Har ve Merhume’nin sayfalarına kelime suretinde üfleniyor. Bu ruhların taşıdığı hikâyelerin her biri can acıtacak kadar gerçek ve çiğ. Yutmaya çalışılırken boğazda yer eden aspirinler gibi iz bırakıyor okuyanda. Gazetenin bir köşesine iliştirilivermiş küçük bir haberde adına rastladığın veya sokakta her gün yanından geçtiğin ama sonra derhal cisimleri buğulu bir hatıraya dönüşen insanların, kâğıtta can bulmuş hikâyeleri bunlar. Ve daha da güzeli, sanki ortaya bir yumak atılmış, yumak baş döndürücü bir hızla açılmış ve hikâyeler iple birbirine bağlanmış. Okuyuculara da oyuncu bir kedi gibi bir oraya bir buraya koşturarak ipin ucunu bulup bu karmaşayı çözmek kalmış. Bir kitapta damaklık zevk verecek kadar bahsedilen bir hikâyenin, diğer kitapta başköşeye kurulması tadından yenmezken, bazı gereksizce uzatılan ipler varmış ki çözenin başını döndürüp oyun hevesini kaçırmış. İnsanın dalgalarda gemi gibi bir sağ yana bir sol yana yatan ruhunun ikiliği kitaplara yansımış, ortaya paralel hikâyeler çıkmış. Tarihin tekerrür etmesiyle aynı kaderi paylaşan baba oğlun, kat kat bulutlarla birbirinden ayrılan yüce varlıklarla zavallı fanilerin ve tarihteki eski şahsiyetlere benzeyen zamane insanlarının yan yana uzanıp giden hikâyeleri…

 

Hikâyeler ki karakterlerin sırtında ağır bir çuval, üstü açık kanlı bir yara… Ekseriyetle tüm karakterler kendinden umutsuz, hayata karşı kayıtsız ve karamsar. Tek biriyle bağ kurmak istemiyor ama hepsiyle bir oluveriyor okuyan. Beynimizin gerilerine yollayıp yokmuş gibi davrandığımız her türlü dehşet, irin ve kan toplayıp daha da irileşmiş bir biçimde yuvarlanıp geliyor davetsizce. İyilik diye bir şey insanın mayasında yok, kibir, hırs ve şehvetten ibaret yapılmış ve yapılacak olan. En masumun bile bu düzende masum kalamadığını anlatmak için karakterlerin çocukluğuna götürüyor bizi yazar. Sevgisizlikten, adaletsizlikten, yoksulluktan, şiddetten veya ailelerinin ihmali yüzünden kaybetmişler, boş vermişler ve ne yapacaklarını bilemediklerinden ikiye bölünüvermişler. Biliyorlar ki bu vaziyetin tek merhemi, “ruhunun fermuarını kapatmak”, hayatlarıyla hesaplaşmak ve böylece iki benliğini birbirine dikerek bütün olmak. Çocukluktan başlayarak bir karakteri çeşitli zamanlara ve mekânlara demirlemek, başından geçenleri olduğu kadar etrafındaki insanları da tanıtmak, anlatının harcını kuvvetlendirip soru işaretlerini ortadan kaldırıyor. Sakat ve acizlerin yaşadığı zorluklar ve beraberken birbirlerine ayna olup acizliği çoğalttığı fikri hayli farklı görünen üç kitabı sımsıkı birbirine lehimliyor.

Karamsar hikâyeler anlatsa da üslubu karanlık değil Uyurkulak’ın, her korkunç hakikate mizah katmayı biliyor. Kara mizah genelde boğazımızda oluşuveren düğümü birazcık rahatlatıp nefes aldırsa da, bazen de karakterlerin böylesine hazmetmesi zor meselelere duyduğu kayıtsızlık sıkıntıyı daha da pekiştirebiliyor. Uyurkulak, dörtlüklere, kıssadan hisselere ve abartmaya başvurarak sözlü gelenek formlarını hikâyenin içinde başarılı bir şekilde eritiyor, okuyanda bitmeyecek bir masal hissi uyandırıyor. Karakterleri konuştururken onların etine kemiğine bürünüp gerçekçi diyaloglar yazıyor, kimi zaman tahsilli kibar bir beyefendi, kimi zaman umarsamaz bir serseri, yeri geldiğinde de akıl sağlığını yitirmiş biri gibi yazabiliyor. Bu kendine özgü üsluplar çok başarılı olsa da onlarla yazılan uzun bir monolog akıcılığı azaltıp okuyucuyu sıkabiliyor.

Tarihte belirli aralıklarla görülen ayaklanmalar, darbeler, savaşlar, katliamlar gibi karakterlerin hikâyeleri ve kaderleri de birbirine benziyor, anadan kıza, babadan oğla geçip tekerrür ediyor. Yazar, bizi intikam, cinayet ve kıyamet çemberlerinden geçirip sorularla baş başa bırakıyor. İki elimizi çenemize dayayıp başlıyoruz düşünmeye: Peki ya benim hikâyem nasıl bitecek?

Pelin Su Özdoğan
Latest posts by Pelin Su Özdoğan (see all)
Vinkmag ad

Read Previous

Türk Korku Sineması Kronolojisi

Read Next

Her şeyi bırakıp inzivaya çekilmiş 9 yazar

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *