Çarpıcı açılış sonrasında sakince ilerleyen, karakterlerin her birini olay akışının içinde tanıtan, büyük düğümü çözmeyip o kozu okurun karşısında hep diri tutan, iyi gitmiyor gibi gözüken hallerdeki iyileşme umudunu loş ışıkta belli belirsiz sergileyen “Salon Salam”a hoş geldiniz!
Küçüklüğümde bidon amcayı konuşturup benimle dertleşen, ilk oyun arkadaşım, ilk terapistim, ilk dert ortağım anneme…
Birinci nesil ikinci nesil derken sayıları karıştırdık, ama ısrarla gurbetçi futbolcu demeye devam ediyoruz, mübadelenin sıkışmış kitlesine yapılan muameleyi biz de yurtdışında yaşayan soydaşlarımıza yapmaktan utanmıyoruz. Almancalaşmış Türkçelerine burun kıvırıp, liralaşmış avrolarına göz dikiyoruz. Politika hep tuhaf, sosyoloji insan tekine karşı insafsız, kala kala edebiyatı can simidi biliyoruz.
Kıta Avrupası’nın ve “es reicht”ın [1] bağrından çok güçlü ve hayırlı bir Çocuk Edebiyatı dalgası yükseliyor. Almanya’nın, Avusturya’nın ve Hollanda’nın çocuk edebiyatçıları çoğu zaman kitabın ortasından konuşuyor. Eğip bükmeden, laboratuvara sokmadan, hijyen saplantılarına aldırmadan, çöpten zibilden, şiddetten, yıkımdan ürkmeden, nefes alma ve iradeyi kullanma mesafesi bırakarak, gereğinde kılavuzluğunu seferber ederek takip ediyor çocuğu.
Nöstlinger ve Wegmann şölenlerinden sonra, Benjamin Tienti’nin iyi niyet abidesi cins edebiyatına, henüz kitabın kapağına bakıp sezdiğim güzellikten cesaret alıp daldım.
Dikkat bu bir soygundur! Evet on iki yaşındayım karıştırmayın, tamam domates bıçağı elimdeki küçümsemeyin, fazlasıyla iyi niyetliyim elinizi korkak alıştırmayın. Ne oldu artık kodeste miyim? Neden değilim, ne biçim adalet bu?
Çarpıcı açılış sonrasında sakince ilerleyen, karakterlerin her birini olay akışının içinde tanıtan, büyük düğümü çözmeyip o kozu okurun karşısında hep diri tutan, iyi gitmiyor gibi gözüken hallerdeki iyileşme umudunu loş ışıkta belli belirsiz sergileyen “Salon Salam”a hoş geldiniz!
Goethe nasıl Hafız’dan el aldıysa, Tiente de Sâdi’nin hikmetinden kopya çekiyor. Kitabın özeti o dört buçuk satırda saklı. Göçmenlik ve yasanın gerilimi o dayanışmayla, çamura saplanan eşekle yalandan dertleşmekle değil, onu oradan çekip çıkarmakla mümkün.
On iki yaşındaki Hani, berber salonu işleten babası, tuhaf İbo amcası, kardeşi küçük afacan, herifçioğlu Mamo ile yaşıyor. Annesinin iş seyahatine çıktığı, çapanoğullarını seferber edecek denli inandırıcılıktan uzak sıklıkta vurgulanıyor. Domates bıçaklı banka macerasından sonra sosyal hizmet uzmanı Mira ile tanışıyor ve hayatı değişiyor.
İlk olarak Wegmann’ın kitabında, Alman çocukların arasında Türk çocukların olumlu bir şekilde aktarıldığını görmüş heyecanlanmıştım. Dahası kitabın ana karakterleri Ben ve Fritz’e rağmen Türk çocuklarının pırıltısı, başarısı sönük kalmıyor, farklılıklar usta yazarlığın kıvamlı potasında eritilip kaynaştırılıyordu. Tienti bir adım daha atıyor, göçmen aileyi merkeze almakla birlikte onu yıkayıp yağlamıyor, güzelleme derdine düşmüyor, günahıyla sevabıyla iradelerine saygı duyarak, kurgunun izlerini mümkün olduğunca silerek capcanlı anatomiye, derinliği olan sosyolojiye ulaşıyor.
Berber dükkanı kozmik merkez, göçmenlerin dayanışma bürosu, memleket nostaljileri burada tütüyor, çayla birlikte hatıralar da demleniyor, dertler diniyor gam kasavet yükleri boşaltılıyor. İbo amca tekinsiz tekinsiz market poşetleriyle gelip gidiyor bir işler çeviriyor. Etnik vurgudan bir ölçüde kaçınılmış. İşin hoş yanı; doğulu, epeyce Asyalı bir aile olduğu belli. Türk, Kürt, Arap, Acem biraz zorlayarak Hint kökenli bir aile. Memleket havaları ve kitabın baba ağzından çıkan müthiş leitmotivi buralı okurların içini ısıta ısıta yakıyor adeta: “Bizim memlekette bir at karpuz tarlasının yanından koşarak geçtiğinde birkaç karpuz diriliğinden çatlardı”. Baba ile lokantacı Basim Amca arasındaki mali anlaşma incelikler yüzünden anlam kazanan hayatımızın portresi. Annesi olmayan evin yemek sponsorluğunu üstleniyor Basim Amca. Lübnan’da geçirdiği kaza yüzünden bir elinde yalnızca iki parmağı kalan güzel komşu, kendisinden para istemeyen berber komşusuna ödeme için ısrar ediyor. Yazar Tiente, hem kitlesel kodları hakkıyla yansıtıyor hem kuşaklar arası söz ve davranış modellerinden örnekler veriyor hem de çocuk dünyasının acımasız alaycılığını, oyunbazlığını, hayatı tepetaklak eden yaratıcı zekâsını bir çeşni de burada olsun anlayışından çok uzakta, inandırıcı bir akışta sunuyor. Berber salonunun etrafında dolanan yapyaşlı sevimliler Mert ve Ozan isimleriyle şaşırtıyor bizi. Adbilim çeperimiz yüz yaşındaki Mert’i içine almakta zorlanıyor. Bu tercih, bu kültürel yeniden üretim bile sevimli bir detay.
Anne – çocuk, çocuk – sosyal uzman, çocuk – çocuk iletişimindeki ayırıcı noktalara da dikkat edilmiş. Çocukların iletişimleri doğrudan ve oldukça sert, hele arada dört-beş yaş olduğunda, sevdaları da kavgaları da birbirleriyle oluyor. Alevler ve buzullar. Sosyal uzmanın öğrenilmiş, hesaplı kitaplı sıcaklığı belli oluyor. Onun sert olma seçeneği yok. Anne sıcaklığı ise taklit edilemez kıvamda ve hatıralar aracılığıyla olsa bile annenin kitabın merkezine oturmasını sağlıyor.
İbo Amca ve Bay Graf! Biri göçmen, ayaktakımı, pislik sürüsünün üyesi, ötekisi de Alman toplumunun saygın bir bireyi. Öyle değil mi? Öyle değil! Yazar dosdoğru gidiyor ve iki kaka karakteri tüm çıplaklığıyla sergiliyor. Bahaneler dünyasına geçiş yapmak yok. Göçmen düşmanlığı da, karanlık işler de kötü damgasıyla damgalanıyor. Ne olursa olsun ve nasıl darlık çekilirse çekilsin.
Berbere gelenlerin “önce – sonra” fotoları çekiliyor ve duvarlarda sergileniyor. Sosyal uzman Mira’nın makyaj hazırlığına hayretle tanıklık ediyor Hani. Annesi, Mamo’ya kukla canlandırması yaparken kukla Dinni’ye saç, şapka ve yüz de ekliyor. Sırları dökülmüş aynada müşterilerin yüzleri bir tuhaf gözüküyor. Hani annesi gittikten sonra saçını biçimsiz kesiyor ve annesine giderken, annesinin tişörtünü giyiyor. Böylesi birçok unsur öz biçim dengesini vurguluyor ve çoğunlukla biçimin belirleyici olduğunu hatırlatıyor adeta.
Biçimlendirmenin zirvesi olan, annenin kukla Dinni’yi canlandırma şeklini biraz daha irdeleyeceğim. Ritüelin kusursuz kalıpları ve tutarlı zamandizini Mamo’nun oyuna inanmasını, oyun ve anne aracılığıyla kendisini sağaltmasını sağlıyor. Anlatıcı Hani’nin ısrarla vurguladığı gibi, Mamo’nun, annesinin oynayan dudaklarını görmesi bir şeyi değiştirmiyor. Mamo annesine inandığı gibi inanıyor Dinni’ye. Öyle ki annesini Dinni’ye şikayet ediyor.
Peki anne nerede? Takılmayın biçimlere, zaman-mekanın gözbağlayıcılığına anne her yerde ve hep bizimle.
Hani’nin yollara düşüp bir yerlere ziyarete gitmesi annesinden değil, şüpheye düştüğü kendisinden emin olma çabası.
[1] Alman topraklarını belirten I. Reich ve II. Reich sonrasında, Hitler’in temsil ettiği III.Reich kastedilerek, yetti artık anlamına gelen “es reicht” esprisi kullanılmıştır.
|
- ANNESİZ OLMAKTANSA ANNESİ GORİL OLMAK ÇAĞI… - 18 Nisan 2021
- Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar - 25 Şubat 2021
- Masal: Milletleri Bağlayan Ana Damar - 3 Haziran 2020
FACEBOOK YORUMLARI