İki farklı kuşağı bir araya getiren “Kırmızı Balık Cinayeti”, siyasi polisiye türüne dünya genelinde gerek biçim gerek içerik açısından büyük katkı sağlayan İtalyan geleneğinin iyi bir örneği.
İki yazarın birlikte kaleme aldıkları roman sayısı azdır. Daha baştan deneysel bir metin üretildiğini düşünürsünüz. “Kırmızı Balık Cinayeti”ni okuduğunuzda, düşüncenizde haklı olduğunuzu anlayacaksınız. Andrea Camilleri ve Carlo Lucarelli’nin 2005 yılında bir belgesel çekimi için biraraya geldiklerinde doğmuş böyle bir polisiye yazma fikri.
Polisiye okuyucuları Andrea Camilleri isminin yabancısı değildir. Birisi hikaye, ikisi roman olmak üzere üç kitabı Türkçeleştirilen İtalyanın bu ünlü yazarı, Salvo Montalbano adlı dedektif tipinin yaratıcısı. Montalbano’yu Türkçedeki üç kitapta yakından tanımıştık. Carlo Lucerelli ve yarattığı kadın dedektif Grazia Negro ile ilk kez karşılaşıyoruz.
Tuhaf bir yazma serüveni
Aralarındaki yaş farkına rağmen edebiyata yaklaşımları benzeşen bu iki yazarı karşısında bulan belgeselin yapımcısı Daniele di Gennaro, eğer dedektifleri aynı soruşturmayı birlikte yürütürlerse nasıl bir sonuç çıkacağını merak etmekten kendisini alamamış. Verdikleri yanıtlar kışkırtıcı olmalı, hemen bir deneme yapmaya girişmişler. Sonuçta oracıkta başlayan işini genişletme ve romana dökme kararı alınmış. İki yazarın mektuplaşarak geliştirdikleri hikayenin anlatım tekniği de değişmemiş; iki dedektifin birbirine yazdıkları mektuplarla ilerleyen çok değişik bir polisiye çıkmış ortaya. Değişiklik sadece iki yazar, iki dedektif ve mektup tekniği ile sınırlı kalmıyor; kitapta soruşturma belgeleri, fotoğraflar, nüfus cüzdanları gibi görsel malzeme de kullanılmış. Roman kişilerinin fotoğrafları nereden alınmış, sorusu gelebilir aklınıza. En azından Montalbano için bir yanıtım var; İtalyan RAI kanalında gösterilen dedektif Montalbano dizisinin baş rol oyuncusunun yüzü, “Kırmızı Balık Cinayeti”nde de kullanılıyor.
Hemen belirtelim; polisiye roman tarihinde bu tarz “deneyler” ya da “gösteriler” daha önce de yapılmıştı. Camilleri ve Lucarelli’ye ilhamı veren Denise Wheatley’in 1936 yılında yayımlanan “Miami’de Cinayet” romanı olmuş. Her bir bölümü -aralarında Agatha Christie’nin de yer aldığı- ondan fazla tanınmış klasik dönem polisiye yazarının elinde çıkma bu tarz bir polisiyesi yıllar önce okumuştum. Bizde ise 2004 yılında beş yazarın –Murathan Mungan, Faruk Ulay, Elif Şafak, Celil Oker, Pınar Kür- ortak imzasıyla yayımlanan “Beşpeşe” adlı polisiyeyi örnek gösterebilirim. Verdiğim örneklerde her yazar kendi sırası geldiğinde, daha önce yazılanları okuyarak yeni bir bölüm ekliyordu. “Kırmızı Balık Cinayeti”ni bir bölüm Lucarelli yazmış bir bölüm Camilleri. Her yazar kafasında tasarladığı finali karşısındakine benimsetmek için satranç oyununa benzer hamleler yapmış.
Buraya kadar işin magazin tarafı üzerinde durdum. İster iki, ister beş, isterse daha fazla yazar eli değsin, bir romanı başarılı kılmaya yetmiyor. Hele ki söz konusu ettiğimiz bir polisiye romansa, bakış açısının dağılması tehlikesi de var. Aslında sayfa sayısı hem kısıtlı, hem de görsel malzemenin istilasına uğramış kitabı elime aldığımda fazla umutlu değildir. Ancak Andrea Camilleri ve Carlo Lucarelli ustalıklarını konuşturmuşlar ve “Kırmızı Balık Cinayeti”nde iyi bir iş çıkarmışlar.
Bologno-Sicilya hattı
Olaylar Bologna’da işlenen bir cinayetle başlıyor. Üstü başı ıslak halde bulunmuş balıklara alerjisi olan bir erkek cesedi ve ortalığa saçılmış üç kırmızı süs balığından başka elinde herhangi bir kanıt bulunmayan başmüfettiş Grazia Negro, soruşturmayı derinleştirmek istese de amirleri tarafından engellenmiştir. Bunu Salvo Montalbano’ya yazdığı mektuptan anlıyoruz. Zaten pek çok şey açıkça anlatılmıyor, mektuplarda söylenenler ve gizlenenler sayesinde sezilebiliyor. Çok ekonomik bir anlatım kullanmış yazarlar.
Grazia Negro, işin aslını öğrenebilmek için, Sicilya’da görev yapması nedeniyle mafya ve derin devlet bağlantıları hakkında deneyimli meslektaşı Montalbano’ya başvurur, ama tuhaf biçimde terslenir. Ne var ki başka bir kanaldan yolladığı ikinci mektupta, Montalbano kabalığı için özür dileyecek ve güvenlik açısından mektuplarını büyük bir gizlilikle, hatta şifreli cümlelerle yazmaları gerektiğini hatırlatacaktır. Dedektif Grazia işin mahiyetinin farkına varmıştır. O da gizlice soruşturma raporlarını gönderir Montalbano’ya. Montalbano öldürülen kişiyi ve kirli bağlantılarını bildiği için soruşturmanın derinleştirilmesi gereken noktalar hakkında meslektaşını bilgilendirecek ve her seferinde uyarmayı ihmal etmeyecektir. Çünkü karşılarındaki teşkilat polis ve orduyla bağlantılıdır ve soruşturmanın kendilerine dokunacağını hissettiklerinde dedektiflerimizi hedef almaktan çekinmeyeceklerdir. Gerçekten de can güvenlikleri tehdit altındadır. Bologno-Sicilya arasındaki mektuplaşmalar olayı çözümlemeye yetmediği anda Grazia ve Montalbano bir araya gelecekler ve kıyasıya bir çatışmaya girişeceklerdir…
Andrea Camilleri ve kahramanı Montalbano’yu “Montalbano ile Bir Ay” adlı kitaptaki otuz kısa hikaye ile tanımıştık. Sicilya’ya özgü tuhaf ve biraz da komik olayları Sicilyalılara özgü mantığı, pragmatizmi ve hoş görüşüyle çözümleyen Camilleri, ustası L. Sciasca, hatta ünlü İtalyan yazar Luigi Pirandelo kadar Sicilyalıydı. İtalya’nın; feodal ilişkilerin tümden tasfiye edilemediği ve Mafya’nın neredeyse yasal bir güç sayıldığı bu en geri kalmış bölgesinde yaşanan “gündelik” olaylar, herhalde polisiye kurgularda bulabilirdi en iyi temsilini. Ardından “Tindari Gezisi”ni okuduğumda Montalbano hakkındaki kanaatim kesinleşti. Hayat okulunda pişmiş bir dedektif o; Sicilya’nın, Sicilyalı’ların ruhunu çok iyi tanıyor. Bir çok öyküde kafasını yormuyor bile. Kadın-erkek ilişkilerinin veya maddi çıkarların insanları nelere sürükleyebileceğinin farkında. “Kırmızı Balık Cinayeti”nde de iyice ortaya çıkacak; yüce bir adalet duygusu yok Montalbano’nun. Siyasetçi, iş adamı, mafya, polis işbirliğinin hüküm sürdüğü İtalya’da suçluları yakalamanın adaleti tesis etmekte yeterli olmayacağını biliyor. “Montalbano ile Bir Ay”ı okuduğumda şu notu almıştım; “Montalbano, suç işleyen hemşerilerini sorgulamayarak, Sicilya’da sürüp giden yaşamın kendisini sorguluyor. Çünkü suçlar ve cinayetler, o toprakların yüzlerce yıllık siyasi/toplumsal/ekonomik tarihini taşıyorlar.”
Yirmi kadar roman yazması dışında senaryolar ve radyo oyunları yazan, gazetecilik ve TV programcılığı yapan Lucerelli ilk kez Türkçeleştiriliyor. “Kırmızı Balık Cinayeti” de yazar ve dedektifi hakkında kesin bir yargıda bulunmamıza kuşkusuz el vermiyor. Ancak eğitimi sırasında İtalyan faşizmi üzerine tez yazmışlığına, dedektif tiplemesine ve dedektifin olaylara yaklaşımına baktığımızda, Lucerelli’nin de geleneğin takipçisi olduğunu anlayabiliyoruz. Siyasi polisiye yazma geleneğinden, siyasi polisiyelerin İtalya’daki saygınlığından söz ediyorum.
Gerçekten de İtalya’nın kirli tarihini sergilemek konusunda İtalyan polisiyeleri gözü pek ve açık sözlüdür; belki de “temiz eller operasyonuna” ilham verecek kadar. 1925 doğumlu Camilleri ile 1960 doğumlu Lucerelli’yi, yani iki farklı kuşağı bir araya getiren “Kırmızı Balık Cinayeti”, siyasi polisiye türüne dünya genelinde gerek biçim gerek içerik açısından büyük katkı sağlayan İtalyan geleneğinin iyi bir örneği. Siyasi entrikalar etrafında kurgulanmış, eğlenceli, dinamik ve süprizlerle dolu bir roman…
|
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017
FACEBOOK YORUMLARI