İktidarın Benlikte Açtığı Yaralar

Hüseyin Kıran, Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’da, iktidarın benlikte yarattığı yaraların peşine düşerek derinleştiriyor anlatısını.

Hüseyin Kıran’ın Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’unun edebiyata dair umutlarımızı yitirmemizi engelleyen bir roman olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kıran, Resul’den Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’a kadar süren edebi yolculuğu boyunca romanda hem kendi dilini aradığı hem de bu dili paramparça edecek araçlar kullandığı için heyecan verici bir yazar. Sınırları kabul etmeyen biri Hüseyin Kıran. Edebiyatta yeni bir dilin olanaklarını zorlaması bu yüzden.

Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor, bilinmeyen bir zamanda, küçük bir ülkede ceza memurluğu yapan Yakup’un elçi olarak görevlendirilmesini, komşu bir ülkeye yolculuğa çıkışını ve yolculuk esnasında başına gelenleri anlatıyor. Bu kısa özete bakarsak, romanın “yol hikâyesi” alt türü içerisine yerleşebileceğini düşünüyorsunuz. Ama Kıran, romanını herhangi bir alt türün sınırlarına hapsedecek bir yazar değil! Yol romanlarının ana karakteri dönüştürmesi beklenir. Ancak Yakup dağ yolunda ilerledikçe içine işlemiş marazlar birer birer açığa çıkıyor. Romanı alegorik bir eser olarak okumaya çalıştığımızda ise Hüseyin Kıran’ın evrenselliğiyle karşılaşıyoruz: Kıran, Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’da belirli bir dönemde, belirli bir iktidar biçimini betimlememiş çünkü; derdi genel olarak iktidarın yapısını, işleyişini ve etkilerini anlatmak.

Benliğe Yerleşen İktidar

Peki, Kıran, iktidarın yapısını, işleyişini ve etkilerini nasıl anlatıyor? Öncelikle dil üzerindeki iktidar biçimlerine saldırmakla başlıyor işe. “Can atıyordum, ivecendim asla sevecen değil, çünkü sevinçliydim duygularıma karşı, onları özenle ayıklıyor ve görevi beni atılgan kılmak olanların işlemesine izin veriyordum poh poh, mesela gurur, mesela görev bilincinin yarattığı utkunluğun yaşattığı coşkunluk”, cümlesindeki gibi, duraksamalar, kesintilerle ilerliyor anlatı. Üçüncü tekil anlatımda normalleşecek gibi olsa da birinci tekile geçildiğinde, parçalanmış ve sakatlanmış bir dilin akışını takip ediyoruz satırlar boyunca. Yakup’un iktidar tarafından belirlenmiş zihninin sabuklamalarını takip ediyoruz. Burada insanın özne oluşunun imkânsızlığı da tartıştırılıyor sanki. Hatta bir adım ileri gidip romanın iktidar olma arzusunu değil, iktidarın benlikte yer etme becerisini anlattığını iddia edebiliriz.

Burada ufak bir parantez açalım: Yakup’un dili, ilk yola çıktığında düzene giriyor; kendini ifade etme biçimi değişiyor. Bu bölümde kısa süreli bir üslup kayması yaşanıyor. İnsanın, devletten, sınırlardan, sistemin kendini yeniden üretme mekanizmalarından uzaklaşmasının nasıl sağaltıcı olabileceğini vurguluyor sanki Kıran. Ne zamanki insan ilişkileri yeniden başlıyor, ne zaman ki Yakup yeniden görevinin başında olduğunu hissediyor, onarılmış benlik yeniden iktidarın etkisine giriyor ve sabuklamalarına kaldığı yerden devam ediyor.

“Bir Halk Yaratmak!”

İktidar, Yakup’un benliğine öyle bir işlemiş ki, dağ insanlarıyla karşılaşınca, iktidar kodları ile eyleme geçiyor. Benedict Anderson, Hayali Cemaatler’de, “yeni devletlerin ‘ulus inşa etme’ politikalarında, gerçek, popüler bir milliyetçi coşku ile kitle iletişimi, eğitim sistemi, idari düzenlemeler ve benzeri yollarla sistematik hatta Makyavelci bir tarzda milliyetçi ideolojinin yaygınlaştırılmasını  sıklıkla yan yana görebiliyoruz”, dedikten sonra bunlara ek olarak, nüfus sayımı, haritalandırma ve müze kurmanın uluslaşma için ne kadar kritik olduğundan bahseder. Tüm bunlar egemenlerin madunları zapt etme stratejisinin bir aracı olarak işlev görmektedir.

Yakup’un ‘dağ insanları’ ile ilişkilerini anlatırken Kıran da uluslaşma sürecinde iktidar stratejilerini tartıştırıyor. Yakup’un, sömürgeci İspanya’nın II. Felipe’sinin Filipinler’in isim babası olması gibi, ‘sömürgesine’ Yakupistan ismi vermesinden tutalım, ülkesinin sınırlarını çizme çalışmasına, tüm tebasını türlerine göre nüfus sayımına tâbi tutmasından, bir halk yaratma başlığında nasıl bir hayali cemaat kurguladığına kadar pek çok bölüm modern iktidarın ipliğini pazara çıkarmak üzerine kurgulanıyor. Yakup’un, parçalanmış bilinci ile dünyanın bugünkü halinden sorumlu kapitalist akıl arasında o kadar da büyük bir fark olmadığını okuyoruz sayfalar boyunca.

Kısacası, Hüseyin Kıran, Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’da, iktidarın benlikte yarattığı yaraların peşine düşerek derinleştiriyor anlatısını. Yakup’un sabuklamaları sayılan her cümleye her gün, durmaksızın maruz kaldığımızın farkına vardığımızda ise romanın asıl gücünü hissediyoruz. Hüseyin Kıran’ın eserini nitelikli yapan şey tam da bu bence.

  • Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor
  • Yazar: Hüseyin Kıran
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Kasım 2016
  • Sayfa Sayısı: 96 Sayfa
  • Yayınevi: Sel Yayıncılık

Doğuş Sarpkaya
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

“Bugün Işığı Yarattım Yarın Da Işık Kaynağını Yaratırım”

Read Next

Anayasa Mahkemesi’nden ‘Yumuşak Makine’ isimli romanla ilgili önemli bir karar.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram