Turgut Yasalar, Ben Bir Dâhiyim ama Henüz İlk Filmimi Çekmedim adlı kitabında her tür zorluğa rağmen filmini yapmanın bir yolunu bulan yönetmenlerin hikâyelerini anlatıyor.
Herkesin hayatında yer eden bir film vardır. Kimi zaman hüzünlenir, kimi zaman mutlanır, kimi zaman hayallere dalarız o büyülü perdede gördüklerimizin ardından. Bazılarımız ise o perdeye kendi hikâyemizi yansıtmanın peşine düşeriz ve bu çoğu zaman hiç de kolay olmaz… Bazen beş paranız olmadan bir film çekmeniz gerekir, bazen filminizi gösterecek salon bulamazsınız, bazense tüm ekibin boğaz tokluğuna ve haftalarca çalışması gerekir. Peki, usta yönetmenlerin bu zorlukları nasıl aştıklarını bilmek ister misiniz?
Usta sinemacı Turgut Yasalar Karakarga Yayınları etiketiyle yayımlanan Ben Bir Dâhiyim ama Henüz İlk Filmimi Çekmedim adlı kitabında her tür zorluğa rağmen filmini yapmanın bir yolunu bulan yönetmenlerin hikâyelerini anlatıyor. Serdar Akar, Kudret Sabancı, Handan İpekçi, Reis Çelik, Derviş Zaim, Uğur Yücel ve Yüksel Aksu’nun da aralarında bulunduğu 16 yönetmenin ve filmlerinin beyazperde yolculuğuna tanık olacağınız bu kitap aynı zamanda yönetmen olmak isteyenler başta olmak üzere yeni bir işe başlayacak herkes için bir motivasyon kitabı olma özelliği taşıyor.
-
Ben Bir Dâhiyim ama Henüz İlk Filmimi Çekmedim adlı kitabınızda adeta tüm olumsuzluklara karşın bir film nasıl çekilir dersi veriyorsunuz meraklılarına… Nasıl ortaya çıktı bu kitap?
Elbette önce kendi hikayemden yola çıktım; maksadım “bakın ben Leoparın Kuyruğu’nu çekerken ne zorluklar yaşadım,” demek değildi elbette, ama kitapta hikayesi anlatılanlar ve daha başka pek çok filmin yapım öyküsünün mutlaka özellikle sinema eğitimi alanlara anlatılması gerektiğini düşündüm.
-
Tiyatro için “iki kalas, bir heves” diye bir tabir vardır. Kitabınızı okuduktan sonra anlıyoruz ki sinemada da aslolan aynı, yani o istek, o aşk temelini oluşturuyor işin. Neden bu kadar zor Türkiye şartlarında bağımsız bir film yapmak?
Bence sadece Türkiye şartlarında değil, dünyanın neresine giderseniz gidin farklılıklar arz etse de özellikle ilk filminizi yapmak zor. Ben Bir Dâhiyim Ama Henüz İlk Filmimi Çekmedim’in son sözünde şöyle bir bölüm var:
“Dünya sinema tarihi ne hikâyelerle dolu… Filmini çekebilmek için film okulundan kamera çalan mı ararsın (Werner Herzog), çok istediği kamerayı satın alabilmek için kanını satan mı ararsın (Zhang Yimou), ilk filmi Pi’yi arkadaşlarından topladığı yüzer dolarla çeken mi ararsın (Darren Aronofsky), Sarhoş Atlar Zamanı adlı ilk filmini çekerken, yapımcısının ortadan kaybolması üzerine evindeki eşyaları satan, herkesten borç alan mı ararsın (Bahman Ghobadi); Clerks-Tezgâhtarlar adlı ilk filmini çekebilmek için çok sevdiği Spider Man koleksiyonunu satan mı ararsın (Kevin Smith);
Following-Takip adlı filmini ekip ve oyuncular hafta içi çalıştığı için cumartesi günleri çekip dört ayda tamamlayan mı ararsın (Christopher Nolan), Coffee and Donuts adlı filmini sadece 400 dolara mal eden mi ararsın (Adam Green), tamamen amatör oyuncularla ve deneyimsiz bir teknik ekiple çekilen ve sadece üç bin dolara mal olan Pather Panchali-Yol Türküsü adlı filmini parça parça çekilebildiği için beş yılda tamamlayan mı ararsın (Satyajit Ray)… Örnekler saymakla bitmez.” Meraklısı bu öyküleri de bir yerlerden bulup okur…
-
Uluslararası festivallerde büyük başarılar kazanan filmler kitapta anlattıklarınızın hemen hepsi. Fakat ülkemizde izleyiciyle buluşamamış, doğru düzgün salon bulamamış bazıları. Bu sorunlar hala yaşanıyordur kuşkusuz. Peki, neden ve daha da önemlisi çözüm ne sizce?
Bu sorunun cevabı o kadar kapsamlı ki… Neresinden başlasam bilemiyorum. İzleyiciyle buluşamamalarının başlıca sebebi dağıtımın tekelleşmesinde. İşletmeciler, dağıtımcılar kendi açılarından haklı olabilirler, çünkü onlar birer ticari kurum ve kar elde etmeliler. “Başka Sinema” adı altında alternatif bir dağıtım fırsatı var mesela ama Handan İpekçi’nin haklı bir itirazı var; kitapta buna ilişkin bölüm aynen şöyle:
“Bugün sinema salon sayısının binlerle ifade edilmesine, kimi filmde izleyici sayısının milyonları bulmasına rağmen, ele aldığı konu itibariyle ticareti öncelemeyen filmler bugün de aynı handikapla karşı karşıya. Tekelleşmiş dağıtımcı ağında kendilerine yer bulamayan bağımsız filmler “alternatif dağıtım ağı” olarak ortaya çıkan Başka Sinema ile çalışmak zorunda kalıyorlar; ancak o da başka bir sorun ortaya çıkarıyor. Başka Sinema ağında dağıtıma evet diyen filmler vizyona en fazla beş ya da on kopya girebiliyor ve iki, bilemedin üç bin seyirciye razı oluyor. Potansiyel olarak 50-100 bin seyirciye ulaşabilecek olan kimi filmlerin önü̈ de bu şekilde kapanmış oluyor. Buradan bakıldığında 10 bin seyirci sayısı bugün bile iyi bir rakam. Ama bu başka bir iş elbette. Bir yaratıcının yapması gereken bir iş değil, çok yıpratıcı bir süreç.”
-
Birbirinden ilginç hikâyeler var kitapta anlattığınız 16 filmin arkasında. Ortak sorun ise filmi çekmek için para bulmak gibi görünüyor! Fakat bu sorunların hepsini aşmanın yollarını da öğreniyoruz. Bu bakımdan film çekmek isteyen herkes için bir rehber olarak da görebiliriz kitabı. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Bu kitabı neden almalı sinema tutkunları?
İlk filmlerini çekenlerin başlarına neler geleceğini görmeleri bakımından önemli. Ama daha da önemlisi iyi bir fikrin etrafından insanların nasıl gönüllü olarak bir araya gelebileceğini, kenetlenerek nasıl canla başla çalışacağını anlatmaya çalıştım. Dayanışmanın, el ele vermenin ne kadar önemli olduğunu göstermeye çalıştım. Evet, para önemli, ama hikayelerin hemen hepsinde görüldüğü gibi birileri mutlaka size inanıyor, küçük de olsa maddi katkıda bulunuyor. Ben Robert Rodriguez’in günlüklerini okuyup, “Tamam, İstanbul’a dönüyorum, otomobilimi satıp filmime ilk kaynağı yaratıyorum,” demem gibi, bir film çekmek isteyip de yolunu bulamayanların da benim kitabımı okuduktan sonra kollarını sıvayıp, senaryoları yazıp, ekiplerini kurup yola çıkmalarını istiyorum… Bu kitap bir kaç genç sinemacıya bile olsa ilham verirse ne mutlu bana.
-
Anlattığınız bu hikâyeler içinde sizin en sevdiğiniz hangisi? Kısaca söz eder misiniz?
Hepsi diyerek politik bir cevap veren durumuna düşmek istemem ama gerçekten hepsini çok seviyorum, sevmesem anlatmazdım. Çünkü her biri bir ilk çekilirken karşımıza dikilen sorunları aşmanın örnekleriyle dolu; kimisi para nasıl bulunur, kimisi dağıtım sorunları nasıl aşılır, kimisi omuzlara binen yükten nasıl kurtululunacağını anlatıyor. O bakımdan hepsi çok değerli hikayeler. Biri diğerinden daha az veya daha çok ilginç değil, hepsi ders dolu. Hepsi ayrı ayrı motive edici.
|
Turgut Yasalar Kimdir?1956’da Bursa’da doğdu. Annesi terzi, babası kunduracıydı. İki aylıkken İstanbul’a taşındılar. Tarihi Sur içinde, Edirnekapı, Karagümrük, Yedikule, Samatya, Kocamustafapaşa’da büyüdü. On yedi yaşına geldiğinde Ortaköy’e taşındılar ve burada otuz beş yıl yaşadı, sonunda oradan kaçtı. Dört yaşındayken burnuna çıtçıt soktu, ateşi çıktı, hastaneye götürecekler, sokağa çıkma yasağıyla karşılaştılar. 27 Mayıs darbesi olmuştu. İlkokuldayken kırmızı kurdeleyi ilk o taktı. Mümtaz öğretmeni annesine Darüşşafaka’dan söz etti. İlkokulu bitirince devlet parasız, Darüşşafaka, Arifiye Öğretmen Okulu sınavlarına girdi, hepsini kazandı ama Darüşşafaka tercih edildi. Ve fakat 12 Mart sonrası lise ikiye giderken bir grup arkadaşıyla sahaflardan sol kitaplar aldı; bu onun kaderini değiştirdi. On dört arkadaşıyla birlikte okuldan atıldı. Bir daha da okula gitmedi, liseyi bile bitirmedi. Zaten on yaşından beri her yaz çalışırdı, o yaz da Büyük Tarabya Oteli’nde santral memuru oldu, ilk sigortalı işiydi. Yıl 1975. Bir yıl sonra Ayrıntılı Haber adlı günlük bir gazetenin dış haberler servisinde çevirmen oldu. O sıra Türkiye Sosyalist İşçi Partisi üyesi olmuş, Osman Saffet Arolat, Oya Baydar, Aydın Engin’le tanışmıştı. Onların kurduğu İSTA Haber Ajansı’nda muhabirliğe başladı. Solcu olduğu için okumaya başlamıştı ama yazmayı orada öğrendi. Gerçekte sinemacı olmak istiyordu. Lisedeyken on dakikalık bir kısa film çekti, ilk hayal kırıklığını yaşadı; film maalesef kayıp. Derken er olarak askere gitti. Döndüğünde Politika Gazetesinde çalışmaya başladı. Gazeteciliği sevdi. Politika sıkıyönetim tarafından kapatıldı. Bir naylon gazetede, ardından Milliyet Gazetesinde çalışmaya başladı. Gazeteci olarak parlak bir kariyer yapacağını düşünürken Kasım 1981’de TKP üyeliğinden tutuklandı. Yirmi altı ay cezaevinde yattı. 1983’ü 84’e bağlayan yılbaşı öncesi tahliye oldu. Gazeteciliğe devam etmek istedi, iş bulamadı uzun süre. Cezaevinden arkadaşlarıyla Mat Yapım adıyla bir reklam ajansı işine girişti, altı ayda mat oldu. Tekrar Bab-ı Ali’ye döndü, bir süre Dünya Gazetesinde editörlük yaptı, fakat gazetecilikle yaptığı evlilik bitmişti. İş aramaya başladı. Sonunda İzmir Tolga ve Ali Taran’ın ortak olduğu Birleşik Reklamcılık’a metin yazarı olarak girdi. Fakat kısa bir sürede her şeyi yapmaya başladı. Derken reklam filmleri setini gördü, lise aşkı depreşti. Bir yıl sonra reklamcılığı terk etti; hâlbuki patronları onu sevmişti. Yeni patronu Tunca Yönder’di; daha üç günlükken onu çekime gönderdi. Hiç bir şey bilmiyordu, idare etti o gün. Güya Yönder’in asistanıydı ama birden kendini denizde buldu, reklam çekti, tanıtım filmi çekti. Ve ilk senaryosunu yazdı: Ayaşlı ve Kiracıları. Memduh Şevket Esendal’ın eseri TRT’de 6 bölümlük bir mini dizi olarak yayımlandı. Bir ara sinema dergileri çıkardı: Sinema Gazetesi ve Aylık Antrakt Sinema Dergisi. Film Yönetmenleri Derneği ve Senaryo Yazarları Derneği yönetim kurullarında bulundu, Sinema Yazarları Derneği’nin kuruculuğunu yaptı. Filmler, diziler yazdı, çekti. Çokça iflas etti… İstanbul’dan kaçtı, Küçükkuyu’ya gönüllü sürgün gitti. Şu aralar Bodrum’da yaşıyor, daha çok okuyor, yazıyor. |
- Netflix Türkiye mayıs programı belli oldu - 23 Nisan 2022
- Halsey’den İstanbul konseri - 23 Nisan 2022
- Sepultura Türkiye’ye geliyor - 23 Nisan 2022
FACEBOOK YORUMLARI