
“İnsan” olarak rahatsız edilmeye, değerlerinizi yeniden gözden geçirmeye hazır olduğunuz zaman Mecburiyet’in sürükleyiciliğine kapılıp sizler de kendinizi Ferdinand ile bir uçurumda bulacaksınız.
İlk çevirisi 1944 yılında Nevzat Güven tarafından Adana’da Türksözü gazetesinde ‘Satranç Oyuncusu’ adıyla tefrika edilen[1] Satranç, Zweig’ın çok okunan yazarlardan olmasını sağlayan kitaplarından biri oldu. Olağanüstü Bir Gece, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu gibi eserleri de en çok okunan kitapları arasında yer almaya devam ediyor. Stefan Zweig, otobiyografik ögelerin yer aldığı, “vatan” kavramını sorgulamamızı sağlayacak MECBURİYET adlı eseriyle bizleri yeniden kitap raflarına çağırıyor.
“İnsan” olarak rahatsız edilmeye, değerlerinizi yeniden gözden geçirmeye hazır olduğunuz zaman Mecburiyet’in sürükleyiciliğine kapılıp sizler de kendinizi Ferdinand ile bir uçurumda bulacaksınız.
Zweig, Ferdinand ve eşi Paula aracılığı ile bizi kendi vicdanımız ve doğrularımızla ve hatta başkalarınca yüklenen doğrularla yüzleştiriyor. Ferdinand ve Paula özgür olmak ve bir katliamın parçası olmamak adına ülkelerini terk etmişlerdir. Sanat, aşk ve yaşama sevinci ile dolu olan bu çift konsolosluk aracılığı ile ellerine geçen Askere Katılma Emri ile kaçtıkları savaşla yüzleşip doğrularını ve değerlerini yeniden gözden geçireceklerdir.
Yazar, bu gözden geçirmeyle akılda çeşitli sorular uyandırmayı başarıyor. Ferdinand kâğıdı okur okumaz tüm doğrularına rağmen neden savaşa katılmaya mecbur hissetti? -Sözde- yaptırım gücü olanlarca gönderilen emir içerikli satırlar mı bunun nedeni, toplumsal algı mı, öğretilmişlik mi? İşte burada Paula giriyor devreye. Paula bir karakterden çok ayna işlevi görüyor eserde. Ferdinand Paula ile her yüzleştiğinde vicdanına çarpıyor. Vicdanı ona özgürlüğü, sanatı, yaşamayı, aşkı ve katliama ortak olmaması gerektiğini haykırıyor. Peki bu ayna Ferdinand’ın gitgide alevlenen zorundalık hissini söndürmek için yeterli olacak mı? Ferdinand şimdi özgürlüğünü kendi iradesi ile bir otoriteye teslim etmek üzere iki ülkeyi ayıran bir köprünün başında. Ferdinand, insani değerlerini –Paula- mi seçecek, bu üstünlük savaşının katliamcılarından biri mi olacak?
***
Buralarda bir yerlerde bir çizgi olmalıydı. Sınırı ayıran bir çizgi. … bir ayağı yerde bir ayağı köprüde durduğunda neydi insan? Hala özgür müydü yoksa çoktan asker mi oluyordu?” … Peki ya nehir, savaş yanlısı mıydı yoksa dostumuz mu? Ulusal renklerden oluşan bir çizgi var mıdır nehrin de altında bir yerlerde?
***
İşte Ferdinand’ın bulunduğu uçurumda dibi ve göğü izliyoruz hep birlikte. Mecburiyet mi aşk mı? Yaşamak mı, can almak mı? Vatan nedir? Bizler vatan için neyiz? Birey miyiz yoksa istatiksel hesaplamalar adına ihtiyaç duyulan mı? Savaş gücü, iş gücü, …
Düz Yazı Yayınevi, mecburiyetlerimizin arttığı günümüze Genel Yayın Yönetmeniliğini Yusuf Gürer’in yaptığı, hakkıyla işlenmiş bir dil olduğuna şüphe uyandırmayan çevirisini ise Asena Gülşah İşbitiren gerçekleştirmiş olup editasyonda ise Berat Doğan Özkabadayı ile harika bir eserle tanışıyor kitaplığımız.
Şüphesiz, elli altı sayfayı bir solukta okuyacağınız bir kitap “Mecburiyet”. Zweig’in, eşi ile intihar etmeden önce kaleme aldığı “Kendi arzumla ve emin adımlarla hayatıma son vermeden önce, son görevimi yerine getirmeye MECBURUM…” diye başlayan mektubuna da kitabın sonunda yer veriliyor. Keyifli okumalar.
[1] “Stefan Zweig’ın ‘Satranç’ kitabının Türkiye’deki ilginç öyküsü”, Murat Baycanlar, erişim 13.12.2017
Stefan Zweig’ın ‘Satranç’ kitabının Türkiye’deki ilginç öyküsü
![]()
|
- İnsan psikolojisinin derinliklerinde kısa bir yolculuk - 5 Ocak 2018