İnsandan Sonra Sanat: Buzul Çağı

Bir buzul çağı insanlığı yeniden ziyaret etseydi ve geçmişimize dair bütün izleri ortadan kaldırsaydı? Nicolas de Crecy bu fikri Buzul Çağı adlı çizgi romanında hayata geçiriyor.

Sanat nedir? Beylik bir soru ile başlıyorum. Neyi sanat olarak niteleyeceğimizin bir kriteri var mı? Kim ya da kimler sanatın değerine karar verebiliyor? Sanatın olmuş olması için neler gereklidir? Bu konu zamanında Dada fikri ile bambaşka bir boyuta taşındı. Sanatın, sanat olmak zorunda olmadığını yani illa ki bir şeyler anlatmak, ifade etmek zorunda olmadığını savunan bir görüş olarak ortaya atılmıştı. Fazla uzun sürmemiş, peşinden sürrealistler ortaya çıkmıştı. Akla yatkınlığı ya da doğruluğu yanlışlığı tartışılır. Lakin şu bir gerçek ki belli eserlerin sanatsal niteliği ve değeri su götürmez bir gerçek olarak baki kalacak.

Sanat eserlerinin nesiller boyu gözlemlenip, kuşaktan kuşağa aktarımının sağlanması amacıyla dünyanın her yerinde çeşitli müzeler kurulmuş ve kurulmayada devam ediyor. Bu müzelerden haklı olarak en bilineni süphesiz Louvre Müzesi. Aralarında dillere destan Mona Lisa tablosunun ve Eugene Delacroix’in eserlerinin yanı sıra sayısız tarihi esere ev sahipliği yapıyor.

Şimdi konuya bambaşka bir pencereden bakıyoruz; sözünü ettiğimiz sanat eserleri yıllar boyunca kar ve buz altında kalsaydı ne olurdu? Ya da bir buzul çağı insanlığı yeniden ziyaret etseydi ve geçmişimize dair bütün izleri ortadan kaldırsaydı? Nicolas de Crecy bu fikri Buzul Çağı adlı çizgi romanında hayata geçiriyor.

Beyaz cehennem her yerde

Tarih bilinmiyor. Akla hayala gelmeyecek bir şey gerçek olmuştur: Dünya soğuk ve beyaz bir cehenneme döner. Söz konusu iklim felaketi yeryüzündeki her şeyin üzerini adeta ipek bir örtü gibi kaplamış, yaşamı hiç olmadığı kadar zor bir hale getirmiştir. Geçmişte neler oldu, neler yaşandı öğrenebilmek için bir kaşif grubu bir iz, işaret bulabilmek için yollara düşer. Gözün görebileceği her yerin karlar altında olduğu coğrafyada yollarını bulabilmek en büyük sorunlarından bir tanesi. Zaman zaman yanlış yollara sapan ekibin şüphesiz en büyük yardımcısı Hulk adlı köpek. Çeşitli deneyler sonucu insanlarla konuşabilen ve çok daha önemlisi tarihsel koku alma yeteneğine sahip canlı kendisi.

Amaçları insanlığın geçmişine ulaşabilmek olan grup için biçilmiş kaftan olan Hulk, seyahatlerinin bir noktasında ekipten ayrı düşer. Kaybolan ve nereye gideceğini bilemeyen arkadaşımız bir dizi rastlantı sonucunda buzul çağının ardından insanlığın yaptığı en büyük keşfe imza atar. Şansının yardımı ile vardığı son noktada içi paha biçilemez sanat eserleri ile dolu Louvre Müzesi’nin yıllar sonraki ilk ziyaretçisi olur…

Hulk keşfini yapadursun ekibin geri kalanının içine düştüğü durum içler acısı. Okurken söylemek istediğim şey anında gözünüze çarpacaktır ancak yine de şunu söylemek istiyorum; çıkarcı yanımız hangi felaket yaşanırsa yaşansın asla yok olmuyor…

Sanata dair sanat

Kitaplara kıyasla çizgi romanların sanata daha fazla hizmet ettiği söylenebilir. Direkt olarak görsel sanat kategorisinde yer alıyorlar. Hangi çizgi romandan bahsediyor olursak olalım içerikten önce çizgileri yoruma açıktır. Zira böyle bir durumda tüketiciye ilk ulaşan veri çizgilerin gücü oluyor. Hele bazı grafik romanların -Typex’in Rembrandt cildi- sanat eseri olarak yorumlananilir. Elbette başarılı bir eser olduğunu söylemek için çizgiler haricinde başarılı bir kurgudan da bahsetmemiz gerekiyor. Özellikle bağımsız stüdyolar, özgün senaryolardan/kurgulardan söz ettiğimiz zaman daha fazla dikkat çekiyor. Tıpkı bu yazının konusu olan çizgi roman gibi.

Buzul Çağı, bu iki konuda da okurunu doyurmasını başaran bir eser. Öncelikle çizimlerinden bahsedelim. Nicolas de Crecy detaylardan uzak çizgilerle mekanları ve karakterleri ana hatları ile sayfaya taşınmış. Bu yönüyle siyah beyaz olsa da okumaktan keyif duyacağım çizimler geneli itibariyle soluk, pastel renkler kullanıldığı için göze çok daha hoş geliyor. Eserin geçtiği coğrafyaya uygun, doğal bir görünüm sergilediğini söylemek mümkün. Ayrıca karakter çizimleri okuduğumuz an görmek isteyeceğimiz jest ve mimikler ile daha gerçekçi kılınmış. Paneller arasındaki boşluklar olmasaydı daha akışkan olabilirmiş ancak çok fazla rahatsız etmiyor.

Senaryosu için söyleneceğim ilk şey fikir güzel uygulama olmamış. Bir felaket kurgulayıp bunu insanoğlunun tabiri caizse sanat mirası olan bir yapı etrafında şekillendirmek fikri ilginç olmuş. Özellikle Hulk adlı köpeğin yer aldığı -eserin yüzde ellilik kısmı- Louvre’da neler olup bittiğini okuduğumuz başarılı sahneler dikkat çekici. İçlerinde binlerce yıllık tarihi eserlerinin bulunduğu bir sergi alanında, felaketten sonra neler olduğunu birinci elden “dinliyoruz”. Şahsen çizgi roman okumaları yaparken ilk tercihim daima özgün işlerden yana. Buzul Çağı’nda da fikir güzel ancak uygulama pek başarılı değil. Diyalogların bir kısmı tutuk ve hikayeye son verme kısmı olamamış.

Kitabın arka planında gördüğümüz bir başka şeyde çaresizlik bizi hizaya sokmaya, yaşanan kötü olaylar kibrimizi ve egomuzu yenmeye yetmiyor. Geçmişte yaşanan savaşlar, suni felaketlerimiz, iktidar mücadelelerimiz yıllar sonra ortaya çıkmakta gecikmiyor. Beyaz ölüm ya da  sonsuz kış aramızı düzeltmeye yetmiyor.

Yıllar geçse de, neler yaşanırsa yaşansın sanat daima nefes almaya devam ediyor. Bir yolunu bulup varlığını sürmeyi biliyor. Tabi hepsi için bu durum geçerli olamıyor maalesef. Bazılarının başına gelenler zamanın acımasızlığına çok iyi birer örnek oluşturuyor. Her birinin dinlemekten sıkılmayacağımız hikayeleri var, bazılarını dinliyoruz da. Louvre Müzesi olmak kolay değil tabi…

Şimdiye kadar yayınladıkları her çizgi roman ile beğeniyi hak eden Karakarga Yayınları’nın yine çok iyi bir iş çıkardığını görüyoruz. Özellikle çizgileri ile insanın içine bir nevi sıcaklık veren eser. Farklı bir şeyler okumak isteyen her okuru karlar altındaki bu dünyaya bekliyorum.

  • Buzul Çağı
  • Yazar-Çizer: Nicolas de Crecy
  • Çeviri: Tolga Üyken
  • Türü: Çizgi Roman
  • Baskı Yılı: 2017
  • Sayfa Sayısı: 88 Sayfa
  • Yayınevi: Karakarga Yayınları

 

Okuma önerisi!

Ayvali – Ayvalık – Soloùp

Gün Çağ Aydın’ın incelemesi; “Ayvali-Ayvalık; Başkalarının Savaşında Biz Sadece Kardeşiz”
yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

İstos Yayınları tarafından basılan, çevirisini Hasan Özgür Tuna’nın yaptığı Soloùp’un grafik romanı ‘Ayvali – Ayvalık’, mübadele tarihine ışık tutuyor.

Zülfikar Yamaç
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Fuat Sevimay çevirinin inceliklerini anlatıyor; Çeviri’Bilirsin

Read Next

Beril Erbil liderliğinde Yazı Çizi Çeki Atölyesi

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *