İnsanın zamanı yoktur!

Zindandan çıktığımda okuduğum “BİZ” romanındaki içine düşüp çıkamadığım bir cümlenin içine “Ânı yaşa” vesilesiyle yeniden düştüm ki, beni kim çıkarabilir bilmem.

“Ey geçmiş! silindikçe, silindikçe bugünle donanırsın./ Ey şimdi! geçmişle süslenirsin sen de./ Ey zaman aralıkları, zaman aralıkları!/ Bilmem ki ne isterdiniz bir gidiş-dönüş biletine.” (Edip Cansever)

Yazmak yönsüz bir kırlangıç olmaktır. Akıntıya yürek çekerek yazar insan, lakin ân’da ve süreç’te, şimdi’de ve gelecek’te akıntının dediği olur. Aklım ile kalbim, kurgu ile hakikat arasına kurduğum salıncakta sallanırken, Yevgeni Zamyatin’in 1917 Ekim Devrimi’nin ardından eski bir Bolşevik olarak devrimden duyduğu kaygılarla yazdığı ünlü BİZ (MIY) romanının aklıma gelmesini, ân’da kafama düşen kitaba sayabiliriz. Hem gökçekimine hem de yerçekimine tabi olan yazar sürekli düşer. Düşmek yazarın tabiatına uygundur; yaşarken ve yazarken aklımız/bilincimiz yere/göğe düşer. Kalbimiz ve bilinçaltımız göğe çeker bizi. Bazen yerden göğe bazen de gökten yere düşeriz. İçimizdeki kuyulara düşeriz ki Yusuf Makamı denir. “An’ı yaşa” bahsine nereden başlayacağımı düşünüp hafızamın çekmecelerini karıştırırken düştüm. Öğretilmiş algılarla konuşmayacaksak, düşmek gitmektir aynı zamanda. Yazar sözcüklerle, sözcüklerin içinde, hakikate, manaya ve maddeye selam verip selam alarak gider. Gider ama nereye, gider ama nereye, hangi zamana ve mekana düşer? Her ihtimali ihtilal isteyen bu sorunun “cevaplarından” bir kaçı, şimdiki zamandan geçmişe ve geleceğe, geçmiş ve gelecekten şimdiki zamana, geçmişten geleceğe, gelecekten geçmişe düşmesidir.

Aslolan hangi zamanda ve mekânda söyleyip eylediğimiz değil yolun, yolcunun, yolculuğun sonsuz tartıya vurulamayacak sonsuz diyalektiğidir. Cüneyd Bağdadi, “Aramakla bulunmaz ama bulanlar sadece arayanlardır” diyorsa düşünmeli. Şimdiki zaman/ân, içinde yaşadığımızı zannettiğimizdir. Onun büyüsüyle çoğu kez geçmiş ve gelecek unutulur. Belki de Dünyalılar “geçmişşimdigelecekzaman”da yaşıyordur da modernizmin zaman taksimatının hasarıyla “ebedi şimdi”ye kayıtlı olduğumuzu zannediyoruzdur. Şimdiki zamanı kendine en çok yakıştıran halk dillerinde geçmiş ve gelecek zaman olmayan, hayat felsefeleri ânı yaşama üzerine kurulu olan Romanlardır.

Zindandan çıktığımda okuduğum “BİZ” romanındaki içine düşüp çıkamadığım bir cümlenin içine “Ânı yaşa” vesilesiyle yeniden düştüm ki, beni kim çıkarabilir bilmem. İnsanların isimleri yerine sayılardan ibaret olduğu romanın ilk bölümünde erkek kahraman D-503, öğle paydosunda yürürken sevgilisi 0-90 ile buluşur. Kişisel saatte yürürlerken Müzik Fabrikası’nın borazanları tek Devlet Marşı’nı çalmaktadır. Yolda karşılaştıkları I-330 ile D-503 arasındaki diyalogdan hoşlanmayan 0-90“O bana kayıtlı” der. Bunun üzerine D-503“Sevgili O… Dili, nasıl demeli, doğru hıza ayarlanmamıştı” diye geçirir içinden. Ayrılacakları sırada sevgilisi 0-90’nın aklına sevişmek düşer: “Bu gün sana gelip perdeleri kapamayı çok isterim. Bu gün hemen şimdi…Sevişme günlerini Kutsal Devlet’in ayarladığı bir toplumda D-530 içinden şöyle geçirir:“Daha dün benimleydi ve bir sonraki Seks Günümüz yarından sonraki gündü; benim kadar iyi biliyordu bunu… Sevgili O. Dili yine motorda erken çakan, kimi zaman zarara yol açan kıvılcımlar misali, düşüncelerinden önde gidiyordu.”

“Sevgili o dili yanlış zamanlanmış…” Öyledir, âşıkların dili yanlış zamanlanmıştır.  Zaten aşk şiir ve devrim bir yanlış zamanlama ve yanlış anlamadır, doğru zamanlayıp doğru anlayınca biter. Belki zaman da yoktur, saat, zaman, mevsimler, şimdi ve gelecek bir yanılsamadır. Belki de biz boş yere “zaman” tüketiyoruzdur! konuşuyoruzdur. İç içe sonsuz bir ân, sonsuz bir şimdi ve sonsuz bir gelecek. Şimdinin elinden tutarak geçmişe giderken geleceğe, geleceğe giderken geçmişe varmak.

Yaşamak, anlamak, anlamlandırmak yönsüz bir kırlangıç olmaktır. Şimdi’yi ân’ı şımartalım ama anılardan, tecrübelerden fazla bir şey olan geçmişin ve geleceğin de kalbini kırmayalım. Öyle zamanlarda yaşıyoruz ki pek çok Dünyalı geçmişe, pek çoğu geleceğe kayıtlıdır. Kişi başına düşen şimdiki zaman fazlalığı bizi yanıltmasın. Şimdiki zamanda ânda söyler ve eyleriz. Sevişiriz, âşık oluruz, ayrılırız, devrim yaparız, birbirimize ve devrime devlet olur devrimimize yeniliriz!

Geçmiş ve gelecek zamanın hiç mi hakkı ve hatırı yoktur şimdide. Şimdiki zamanda yaşadığınızı zannedersiniz ama bir de bakmışsınız ki yönsüz kırlangıç sizi geçmişe ve geleceğe götürmüş. Siz benim Türkçe yazdığımı sanadurun, bir şair, bir mekânda, bir dille, bir devlet sınırı içinde yazsa da gerçekte, tüm dillerde tüm zamanlarda ve mekânlarda yazar ve yaşar. Verili zamanı ve mekânı külliyen reddeden şair zaman ve mekân sürgünüdür. Sözcüklerin uçan halısıyla ân’dan geçmişe ve geleceğe sürekli seyir halindedir. (Cemal Süreya’nın konumuza yirmi dört ayar şerh düşen“An ki fıskiyesi sonsuzluğun/ Keşke yalnız bunun için sevseydim seni ile“Ortadoğu IV” şiirinin girişindeki “Zaman mı değil zaman? Akan zaman değil mesafelerdir” dizeleri yolumuzu kessin…) Unutmadan; pozitivist Batı’da ân’ın, kavramın ve maddenin; Doğu’da sürecin, masalın ve mânânın egemen oluş nedenlerini bir ara konuşmakta yarar var. İnsanın iç acılarının toplamı zamana sığdırılamaz ki?

Klasik şema, saat, mevsim şeridi, tarih şeridi bizi yanıltmasın,melezdir zaman. İnsanın hâlleri ismin hâlleri gibi beş değil sonsuzsa, zaman da sonsuz bir alaşımdır.(“Bir alaşımdır Don nehriyle Şolohov”.Edip Cansever) Şimdi, geçmiş ve geleceğin alaşım olduğu gibi, zoru, inkârı ve asimilasyonu reddeden melez zamanlarda yaşıyoruz ama farkında değiliz. Çünkü özellikle modernizmle birlikte rasyonel bir varlık olarak kodlanan insan, her şeyi sayılacak, ölçülecek, tartılacak rasyonelleşmeye tabi tuttu. Oysa insan taşan, artan, akan irrasyonel bir varlıktır. Şimdiki zamanda öpüşürsünüz ama ayaklarınız geçmişe, ruhunuz geleceğe uzanabilir.

Siyasetin “artakalan” ilan ettiği sanat, ân’a teslim olmaması için siyasetin kulağını çeker. Sosyalist siyaset dünyayı yorumlama ve değiştirme bahsinde bir gelecek tahayyülü (Devrim, Sosyalizm ve Komünizm…) içerse de çoğu kez ân’ı kutsar, şimdiki zamana teslim olur. Bu, siyaset bahsinde dar görüşlülük, dar pratikçilik olarak meşk ettiğimiz, bilgisine ve mecazına yeniden bakmamız gereken Filistenizm’dir.

Ân’dan çok mu koptum, koptumsa geçmişe mi geleceğe mi koptum bilemiyorum. Kıssadan hisse çıkarmak, için ân’ı terk edip tarih atına binip geçmişe, “Biz” romanına, romanda bir cümleye, hatta cümlenin sonuna konmaya gidiyorum:

“ E-330, D-503’e ‘Sen matematikçisin, bilirsin’ der, “bana en son sayıyı söyle.” D-503 kadıncağızın cahilliğine güler:‘Aman E’ der, ‘saçmalama; ilkokulda bile öğretirler bunu: Sayıların sonu yoktur.’ ‘Öyleyse’ der E, ‘en son devrim de yoktur. Nasıl en son sayı yoksa, en son devrim de yoktur.”

  • Biz
  • Yazar: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin
  • Çeviri: Serdar Arıkan,  Fatma Arıkan
  • Türü: Roman-Bilimkurgu
  • Baskı Yılı: 2015
  • Sayfa Sayısı: 256 Sayfa
  • Yayınevi: İthaki Yayınları

  • Biz
  • Yazar: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin
  • Çeviri: Füsun Tülek
  • Türü: Roman-Bilimkurgu
  • Baskı Yılı: 2015
  • Sayfa Sayısı: 224 Sayfa
  • Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Sezai Sarıoğlu
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

“Kadim bir dilin yetimleriydik”

Read Next

İzmir Kitap Fuarı’na gidecek olanlara 13 kitap önerisi

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *