
Simirna Cinayetleri üçlemesinde 19. Yüzyıl İzmir’inin kozmopolit yapısını ve gerilimlerini anlatan Varım, son kitabı Simirna Kızılı’nda 1920 yılı işgal altındaki Osmanlı’sını anlatıyor.
Türkiye’de polisiyenin tarihle ve toplumsal olanla ilişkisi zayıf olageldi. Bunun en önemli sebebi Türkiye toplumunun kendi tarihiyle yüzleşme konusunda gönülsüz olması. Barış Ünlü, bu durumu geçtiğimiz günlerde Ayrıntı Dergi’de çıkan yazısında bir kavramla özetlemişti: “Türklük anlaşması”. Ünlü’ye göre 1914-1922 arasında ve daha sonra Cumhuriyet dönemiyle birlikte devam eden süreçte Anadolu’daki gayri-Müslim nüfus sistematik (techir, mübadele, derin devlet operasyonları marifetiyle) olarak azaltılmış, konu hakkında bilimsel, edebi ya da sanatsal çalışmaların yapılması engellenmiş, konu toplumun hafızasından sonsuza kadar silinmek istenmişti. Şimdilerde Almanya’nın Ermeni soykırımını tanımasıyla birlikte oluşan “tepki”, tam da devlet aklının senelerdir uzlaştığı “Türklük Anlaşması”na yapılan bir saldırıyı savuşturma çabası olarak okunabilir.
2000’li yıllarda tarihle yüzleşme-hesaplaşma anlamında yapılan çalışmaların görece çoğaldığını söylememiz mümkün. Bu ister istemez edebiyata da yansıdı. Polisiye romanlarda tarihin arka plana yerleştirildiği eserlerin sayısında yeterli olmasa da bir artışın olduğunu söylemeliyiz. Son yılların dikkat çekici polisiyelerini ise Suphi Varım kaleme aldı. Simirna Cinayetleri üçlemesinde 19. Yüzyıl İzmir’inin kozmopolit yapısını ve gerilimlerini anlatan Varım, son kitabı Simirna Kızılı’nda 1920 yılı işgal altındaki Osmanlı’sını anlatıyor.
Savaşın Kötülüğü
Simirna Kızılı, İstanbul’da başlıyor. İşgal altındaki Osmanlı’da faaliyet yürüten ÇEKA’nın ajanı Sergey Andreyev, İzmir’de faaliyetlerini yürüteceğini öğrenir ve yola çıkar. İzmir’e vardığında ise birlikte çalışacağı ajanın öldürüldüğünü öğrenir ve istihbarat faaliyetinin yanında cinayet soruşturmasının ortasına düştüğünün farkına varır. Gazeteci kimliğiyle İzmir’de bulunan Sergey, şehrin tüm mahallelerini gezerken hem işgal kuvvetlerinin hareketlerinin raporunu üstlerine iletecek hem de Pyotr Karamzin’in katilinin peşine düşecektir.
Varım’ın Smirna üçlemesinden aşina olduğumuz, kozmopolit şehir yapısına bu kitabında da rastlıyoruz. Ama İzmir’in gayri-Müslim sakinlerinin betimlemesinde üçlemeden farklı olarak, işgal günlerinin kargaşasının etkilerini de görmek mümkün. Simirna üçlemesinde kozmopolit yapı ve insan ilişkileri ön plandayken, Simirna Kızılı’nda işgalin etkisiyle insan ilişkilerinde güvensizlik ön plana çıkarılmış. Sergey, soruşturmasını yürütürken, bir taraftan işgale karşı direnişin başlayacağına dair inancının sarsıldığının farkına varır. Görüştüğü Türkler ya işgal zamanında bile ticaretin sürmesi gerektiğini düşünen müteşebbislerdir ya da yeraltında örgütlenmeye çalışan ama güçsüz olan hayalperestlerdir. Kitap ilerledikçe savaş döneminde gayri-Müslimlere karşı işlenen suçlar da yavaş yavaş açığa çıkacaktır. Bunun İzmir’in çok kültürlü yapısına verdiği zarar da Simirna Kızılı’nın konusu haline gelir.
Tarihsel Fonda Polisiye
Varım, daha önceki kitaplarında olduğu gibi, yaşanan acılara değinir ama bu konuları derinleştirmez. Dert daha çok, polisiye sınırlarından çok ayrılmamaya çalışmaktır. Zaten Varım, girişe yazdığı notta tarihsel arka planın bir fon olarak kullanıldığını belirterek okuyucuyu uyarır: “Romanda tarihi altyapı olmakla beraber, romanın tarihi değil, polisiye bir yapıt olduğunu belirtmek isterim”. Burada polisiye yazarının ikileminin en çok hissedildiği noktaya varıyoruz: Yaşanılan toplumsal olaylarla yüzleşmenin gerçekleşmesi bu kadar zorunluyken, yazar kurgusuna ve romanının ritmine zarar vermeden nasıl tarihsel gerçekleri yansıtacaktır? Varım, bu soruyu, polisiye kurgunun nimetlerinden faydalanmayı görev edinerek aşmaya çabalıyor. Simirna Kızılı, olay merkezli ilerledikçe ve yazar kurgunun içine yeni karakterler kazandırdıkça tarihi olaylara daha fazla tanıklık ediyoruz. Karakterlerin yaraları deşildikçe, 1900’lü yıllar İzmir’i de Petrograd’ı da gözümüzde canlanmaya başlıyor. Varım’ın en büyük başarısı da bu esnada açığa çıkıyor: Simirna Kızılı’nda anlatılan kentler okurun muhayyilesinde canlı birer organizma gibi canlanıyor. Olay ve kent betimlemesi merkezli anlatımın handikabı ise roman kişilerini tipleştirmesi. Olayların hızı karşısında Sergey haricindeki tüm karakterlerin, kendileri için biçilmiş rollere sığdırılmaya başladığını görüyoruz Simirna Kızılı’nda. Belki de Simirna Kızılı’nı polisiye romanın sınırlarını zorlama şansından mahrum eden sorun bu.
Yine de Simirna Kızılı, yazının başında bahsettiğimiz Türklük anlaşmasını delen bir anlatıya yaslandığı için önemli bir roman. Suphi Varım, çok-kültürlü, barış ve dayanışma içinde bir şehir yaşamı hayalinin her daim canlı olduğunu Simirna Kızılı’nda da kanıtlıyor.
- SİMİRNA KIZILI
- Yazar: Suphi Varım
- Yayınevi: Labirent Yayınları
- Baskı Yılı: 2016
- Sayfa Sayısı: 224 sayfa
- “Yaz Rehavetinde” Okunabilecek 10 Ayrıntı Yayınları Kitabı - 26 Temmuz 2019
- Hayalete Dönüştürülen Ölülerin Romanı - 30 Nisan 2019
- Akıntıya Karşı Gazetecilik - 22 Şubat 2019
FACEBOOK YORUMLARI