
James Finn Garner’in kaleme aldığı Ötekileştirmeyen Masallar, Dipnot Yayınları tarafından yayımlandı. Devrim Evci çevirisiyle yayımlanan kitap, aynı zamanda Dipnot’un edebiyat serisinin de ilk kitabı.
İnsanoğlunun benlik, kişilik ve kimlik arayışı ömür boyu sürmüştür. Bu arayış ömrüne öyle bir işlemiştir ki insanoğlunun, karşısındakine dahi “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye, kendini sorgulatan sorular sormuştur, çoğu kez. Hayatımızı “Ben kimim?” sorusunda bulduğumuz cevaplara göre belirleriz. Peki, hakikatten biliyor muyuz kim olduğumuzu?
Hiçbirimiz kendimizin doğuştan belirlediği bir kimlikte yaşamayız. Öyleyse, kendimizin belirlemediği bu hayatta kim olduğumuzun ya da kim olarak görüldüğümüzün büyük bir önemi var mıdır? İyicil duygularla ortak paydada buluşan çoğu kişi kim olduğu, ne olduğu mühim değil; mühim olan “insanlık” diyecektir. Ama aslında kim olduğumuz –bazılarınca– bir o kadar önemlidir ki… Örneğin, doğdun, büyüdün ve bulunduğun coğrafyada yaşamak istemediğine karar verdin; başka bir yerde yaşamak için kim olduğun önemli. Büyüdün ve öldün diyelim, defin işlemlerin için de kim olduğun önemli. Kim olduğuna göre belirlenen forslu bir mezarın da olabilir, hainler mezarlığına ya da kimsesizler mezarlığına da defnedilebilirsin. Kim olduğun anadilini konuşup konuşamamanda da önemli, sokaklarda rahatça gezebilmek için de, verilen cezai indirimlerden yararlanmak için de… Tüm bu örnekler çoğalır çoğalır ve insanoğlu kim olduğunu unutup, bu kez kim olmadığıyla ilgili kafa yormaya başlar. İşte meselenin “mühim olan insanlık” kısmı da burada yaşanılan ötekileştirmeyle sekteye uğrar.
Biz insanlar sıvı misali bulunduğumuz kabın şeklini alabiliriz. Yani, içinde yaşadığımız aileye, çevreye ve topluma göre uyum sağlayarak yaşam tarzımızı, inançlarımızı ve fikirlerimizi şekillendirebiliriz. Bununla birlikte şekillendiğimiz yerde dar bir bakış açısıyla karşılaşırsak sadece gördüklerimizi kanıksayıp, görmediklerimizi yok sayabiliriz. Ötekileştirme de tam bu noktada karşımıza çıkarak kabul görenlerin yanında yer edinir. Türkçede, birinci ve ikinci çoğul kişi olarak basitçe anlatılan “Siz” ve “Biz”, yaşamda o kadar kolay tanımlanmaz. Bizken siz olur kavramlar ve seni de kim olduğuna göre alır içine.
Peki, kimdir bu “Siz” ve “Biz”?
Siz ve Biz, kimi zaman “kadın ve erkek” kimi zaman “işçi ve işveren” kimi zaman da “Doğu ve Batı”dır. Farklılıkların sadece bu noktalarla ayrışması sorun değildir. Sorun Biz’in Siz’i ötekileştirdiği durumlardır. Güçlü olanın haklı, çoğunluk olanın mutlak doğru kabul edildiği zamanlar. Tüm bunların somut örneklerine ise izlediğimiz dizilerde, bulunduğumuz sınıfta ve hatta okuduğumuz kitaplarda bile rastlayabiliriz. Birçok kitapta toplumların diline, davranış kalıplarına ve algılama biçimlere sinmiş cinsiyetçi, homofobik, mülkiyetçi yaklaşımlar hâlâ vardır. Ve bu yaklaşımlar ne yazık ki toplumların, toplumların içindeki grupların ayrışmasına neden olur. Ama biliriz ki artık ayrıştırıcı bu dilin geçmişte kalması gerek. Bu fikrin anlaşılması, aşılması ve yaygınlaşması için yabana atılmayacak çalışmalar da var elbette. Bu çalışmalara bir örnek olarak Dipnot Yayınları’ndan yayımlanan Ötekileştirmeyen Masallar kitabını gösterebiliriz. Elimizdeki bu kitap vesilesiyle masallara dahi hâkim olan ayrıştırıcı söylemin farkına varabiliriz.
Bilindik masalların düşünülmeyen sonları
James Finn Garner’in kaleme aldığı Ötekileştirmeyen Masallar, Dipnot Yayınları tarafından yayımlandı. Devrim Evci çevirisiyle yayımlanan kitap, aynı zamanda Dipnot’un edebiyat serisinin de ilk kitabı. Garner, bilindik masallardaki cinsiyetçi ve ırkçı öğeleri ayıklayarak bilinmedik sonlar yazar. Eril bir dille yazılan birçok masalı tekrar kaleme alarak masalları, ötekileştiren aleyhine çevirir. Masalları kimin kim olduğuna göre değil, kimin haklı olduğuna göre sonuçlandırır. Böylece ötekileştirme sorununa karşı duruş sergileyerek okurun gözünde farklı bir pencere açar. Bunu da anlaşılması en kolay olan masallar üzerinden gerçekleştirir.
Bu masalın sonu öyle olmaz; böyle olur…
Kitapta, bir zamanlar büyük bir ormanın içinde bir kulübede yaşayan Kırmızı Başlıklı “kadın”dan çok uzun zaman önce yaşamış bir terzi ile krala; ahir zamanın birindeki kalaycı, karısı ve kızından bir zamanlar var olan genç bir prensese kadar birçok masal yer alır. Kadın karakterler hayallere bile egemen erkek bakış açısına baş kaldırır; adeta, bu masalın sonu öyle olmaz; böyle olur, der. Kitabın dilini bazı okurlar ilk etapta yadırgayabilir. Şöyle ki masalların bilindik hâllerinden alışık olduğumuz dilin aksine feminist bir dil hâkimdir. Kitabın Kırmızı Başlıklı masalından alıntılayacağımız bir örnekle durumu özetlemiş olalım:
“… bu ormanda küçük bir kızın yalnız başına dolaşması çok tehlikelidir,” diyen kurda Kırmızı Başlıklı’nın verdiği cevap şudur:
“Bu cinsiyetçi ifadenizi çok nahoş bulduğumu söylemem gerek. Ama bunu kulak ardı edeceğim, çünkü siz de toplumun dışına itilmiş bir varlıksınız. Belli ki bu durumunuz fazlasıyla gergin bir dünya görüşü benimsemenize sebep olmuş; yoksa her ne kadar kendi içinde bütünlüklü bir bakış açınız olsa da böyle çirkin bir söz sarf edebileceğinize hiç inanmak istemem. Ne demekmiş o? Yalnız başıma da dolaşırım, istediğimi de yaparım. Şimdi izin verirseniz yoluma devam edeyim.”
Bununla birlikte bildiğimiz tüm masallarda güzel olan bir kadın varsa iyidir, çirkin bir kadın varsa da kötü. Yakışıklı bir prenssen eğer kötü olamazsın ve bir kadını sualsiz öpebilirsin! Lahana tarlan varsa küçük bir kızı hapsedebilirsin. Tanımadığın bir kadının busesiyle insan formuna geri dönebilirsin. Çıplak giyinmek de tercihin filan olamaz…
Bir düşün, tahmin et!
Garner, yıllarca anlatılan masalları alıyor ve yine yıllarca anlatılacak şekilde yorumlayarak okurun karşısına çıkarıyor. Şimdi ise bu kitabı henüz okumadan masalların yeni hâllerini tahmin etmeye çalışalım. Külkedisi gece yarısından sonra balkabağına dönüşen arabasından, eskiye dönen elbiselerinden utanmalı mı? Kral çıplaksa halk ne yapmalı? Rapunzel bir erkeğin yardımı olmadan kuleden kurtulamaz mı? Pamuk Prenses rızası olmadan kendisini öpen prense, anında, âşık olur mu?..
“İyi Çocuk Olma”
Eğitim psikolojisinde “İyi Çocuk Olma” başlığında işlenen bir konu vardır. “İyi Çocuk Olma” Kohlberg’in Geleneksel Dönem ana başlığı altında incelediği bir alt başlıktır. Bu evredeki temel eğilim başkalarına hoş görünmek, başkalarının takdirini almaktır. Bunun için de yapılan davranışların çoğu iyi birer çocuk gibi görünmek içindir. Yukarıdaki tüm bu sorulara masalların bilindik hâlleriyle verilen yanıtlarsa bizleri iyi çocuk olmaktan öteye götüremez. Çünkü toplumların geneline sirayet etmiş olan bakış açısı, kadının erkek karşısında güçsüz konumda olmasından rahatsızlık duymaz. Ve bu bakış açısı erkeği kadının kurtarıcısı olarak görür; bu yolda erkeğin sahiplenici tavırlarını da romantiklik olarak tanımlar. Zaten erkek egemen olan toplumda böylesi bir görüş de durumu meşrulaştırır. Fakat burada erkeğin kadını ikinci plana atarak ötekileştirmesinden daha vahim bir sonuç çıkar: Durumu kabul eden kadının bu kabullenişe karşı çıkan kadını ötekileştirmesi. Bu da ikincil plana atılmayı kabul eden kadın için iyi çocuk olmaktan başka bir şey değildir. Ve masallar da –özellikle– kadınları tabiri caizse uyutarak öteki bir dilin aracı olmalarına sebep olmuştur.
Ezcümle, meselenin mühim olan insanlık kısmını kaybetmemek, kim olduğumuzu unutup kim olmadığımıza kafa yormamak, ötekileşmemek, ötekileştirmemek ve iyi çocuk olmamak için güçlü masallar okumak isteyenlere…
![]()
|
- İyi çocuk olmak ister misiniz? - 5 Mayıs 2017
- Çocuğun Asi’sine Kalalım - 29 Mart 2017
- Çocukluğunu yaşayamadan olgunlaşanlar… - 10 Nisan 2017
2 Comments
Fevkalade ustalikla yazilmis bir kritik. Kutluyorum.
Sevgili İzettin hocam, beğenmenize sevindim.
Teşekkür ederim.