Kadın olmak; acıdır, acımaktır – Karaliçe ve Sonra

Nesnelerden olaylara, olaylardan insanlara ve iç dünyalara, gerek sıçramalı, gerekse usulca bir sinematografik anlatımla geçerken, yazarını bilmeden öyküler, okusanız bile kadın/insan sizi karşılar.

“Göğüslerimdeki sütler toprağa karıştı, toprak kana bulandı, düşümdeki bebek içimden söküldü.”

Alıntı bir şiir kitabında değil. Ama şiir olarak da okunabilir. Hatta düpedüz şiirdir yazılan. Bu dize/satır Dervişe Güneyyeli Kutlu’nun “Karaliçe ve Sonra” adlı öykü kitabından. Kitaba adını veren “Karaliçe” adlı öyküsünde yer alıyor.

Dervişe Güneyyeli Kutlu Kıbrıslı bir yazar. Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okuduktan sonra, İstanbul Üniversitesi’nde Yüksek Lisansını tamamlamış. Halen Kıbrıs’ta Türk Dili ve Edebiyatı ve modern dans öğretmenliğini birlikte yürütüyor.

“Karaliçe ve Sonra” yazarın dördüncü kitabı. Khora Yayınları tarafından yayımlanmış. Yayınevi de Kıbrıs’ta faaliyet gösteriyor. Bu nedenle Kutlu, Türkiyeli okurlar için yeni bir isim sayılabilir. Önceki kitapları Tütsü (şiir), Mevlânâ’nın Yedi Öğüdüne Yedi Masal (masal) ve Nefes (şiir, öykü.)

Kitap yüz otuz sayfadan oluşmuş ve on sekiz öyküyü barındırıyor. Kısa öyküler öne çıkıyor.

Yazıya “kadın yazar” diye başlamadım. Kutlu, öykülerini yazarken bir kadın olarak kadınları, kadının iç dünyasını, eril dünyadaki zorluklarını yazarken, bunu son derece insan temelli bir dil ve anlatımla başarıyor. Bir başka deyişle kadını bir “kadın yazar” olarak yazarken, kadını, kadınlık halini, kadın sorunsalını bir eril bağlamla yarıştırmadan, eril kulvarı kendine rakip/hasım haline getirmeden yazıyor. Yani yazınsal kişiliğini bir “başat” özneye göre değil, bu özneye ihtiyaç duyarak değil, kendine göre biçimlendiriyor. Elbette eril dünyada kadının ikincil konuma itilmesi karşısında, buna her boyutta tepki gösterilmesinden daha doğru bir şey olamaz. Ancak konu edebiyat olunca, Dervişe Güneyyeli Kutlu daha zor olanı; var olan oyuna girmek yerine kendi alanını yaratmayı seçiyor, bunu da kolaylıkla başarıyor. Kolay olan, hazır duyarlıklar üzerine gitmektir. Zor olan ise, öznel olan ile nesnel olanı dengeleyip, özgün bir dile ve anlatıma ulaşmaktır.

“Yaralarına terini tuzu yetmedi, kendini tuza bandı.” Burada anlatılan yara, bir adama ait. Öykünün sonrasında bu yaraya ilişkin kadın devreye giriyor ve yaraya ortak oluyor. Bu anlatı süreci, kadın ile erkek dil arasındaki bir farktır belki.

Tarihin her döneminde ve günümüzde, kadına karşı uygulanan akıl almaz şiddet ve zulüm koşullarında, ezen ezilen karşıtlığı bu durumun kaynaklarındandır. Yazar, eril iktidar ortamının hegemonik koşullarında, ezen ezilen karşıtlığında, bu karşıtlığın ezileni olduğunu anlatmaktan öte, bu koşulların üstüne çıkabiliyor. Eril hegemonyaya karşı toplumsal ya da bireysel bir konum alışları anlatmaktan öte, etkin bir dille anlatısını kuruyor. “Karşılıklar” adlı öyküde, erkek karakteri anlatırken kabuk metaforu ile huysuzluğu ve kötücüllüğü bir olumsuz nitelik olarak algılamamızı sağlıyor. Ama kabuk aynı zamanda kırılgan ve zayıftır, zayıflıktır. Erilliğin bu denli baskın olduğu bu zamanda, birden “Ten ve nefes” ile başka b ir dünya resmediliveriliyor: İki kadının anlık karşılaması, en uygun yerde ve zamanda karşımıza çıkıyor.

Dünyada ve ülkemizde kadın olmak en doğrudan söyleyişle acı ile eş anlamlı. Kadın
olmak; acıdır, acımaktır. Bu acıyı yazmak gerekli ve zorunludur. Edebiyatçı bunu kendi dili ve biçemi ile yapar elbet. Şu da var ki, Deleuze’un da yazdığı gibi ( İki Konferans, Norgunk, çeviri Ulus Baker) insanlar, düşünürler kavramları imal eder, yapar. Yapılan/yaratılan bu kavramlar genellikle eril dünyanın kavramlarıdır aslında. Bu eril kavramlarla bir kadın olarak düşünsel-bilişsel etkinlikte bulunmak kolay değildir. Yani kavramların ve kavramsal sınırların verili eril sınırlarını aşma becerisini göstermesi gerekir kadının ne yazık ki! Bu yolda, erkekler dünyasında bir kadın değil, erkekleşmiş bir kadına dönüşme tehlikesi hep vardır. Bu konuda özellikle siyasal alandaki örnekler, geçilen sınırın ne denli tehlikeli olduğunu kanıtlamaktadır. İsteyerek “erkek” olmakla, erkekliğe savrulma arasında, sonuçta gelinen nokta açısından bir fark olmuyor. İşte bu noktada sadece kadın olmayıp, kendi olan bir kadın Dervişe Güneyyeli Kutlu. Nesnelerden olaylara, olaylardan insanlara ve iç dünyalara, gerek sıçramalı, gerekse usulca bir sinematografik anlatımla geçerken, yazarını bilmeden öyküler, okusanız bile kadın/insan sizi karşılar.

  • Karaliçe ve Sonra
  • Yazan: Dervişe Güneyyeli Kutlu
  • Yayınevi: Khora Yayınları
  • Baskı tarihi: 2016
Sabri Kuşkonmaz
Vinkmag ad

Read Previous

Boş verin sabun köpüğü kitapları, klasikleri okuyun!

Read Next

Türkiye’nin İlk Yayıncı Kataloğu: Arakel Kitaphanesi Esami-i Kütübü

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *