Feminist söylemin baskın olduğu Kadının Adı Yok isimli bu kitapta yüzeysel bir kadın-erkek eşitliği vurgusu görmüyoruz. Meselenin kadın karakterin psikolojik çözümlemeleri aracılığıyla yaşanan ruhsal sürecin derinleştirilerek aktarılmasına tanık oluyoruz.
Feminizmin öncü isimlerinden Duygu Asena, “Kadının Adı Yok” adlı kitabını ilk kez 1987 yılında yayımladı. Kitap, yayımlandıktan bir yıl sonra müstehcen bulunarak yasaklandı. Atıf Yılmaz tarafından filmi de çekilen bu kitap, kadının kendi var oluş mücadelesini göstermesi açısından oldukça önemli bir yerde duruyor. Kadın kimliğini ve bu kimliğin psikolojik, ekonomik ve sosyolojik boyutlarını tüm gerçekliğiyle anlatan yazar, çocukluktan itibaren kadın ve erkeğin farklı yaşam olanaklarına, hayat biçimine sahip olduğunu gösterip bu olanakların çoğu zaman erkek lehine kullanıldığını somut örnek olaylarla ifade ediyor.
Yaşam düzeninin en temelde erkeğin tercihleri, istekleri ve ihtiyaçları üzerine kurulu olduğunu ve kadının bu kurulu alan içindeki yerinin erkek tarafından belirlenip erkeğin kural ve değerlerinden bağımsız bir yaşam alanının ve olanağının olamayacağını belirtiyor. Bu noktadan hareketle yazar; özgürlük kavramının yalnız erkeğe hizmet etmesi, cinsiyetçiliğin kadının yaşamının bütün alanlarını zorlaştırması, toplumsal kodların “erkek gücü” üzerinden şekillenip kadının dünyasının sınır çizgileri olması ve bu sınırların yarattığı derin psikolojik süreçleri bir kadın karakter üzerinden aktarıyor.
Feminist söylemin baskın olduğu bu kitapta yüzeysel bir kadın-erkek eşitliği vurgusu görmüyoruz. Meselenin kadın karakterin psikolojik çözümlemeleri aracılığıyla yaşanan ruhsal sürecin derinleştirilerek aktarılmasına tanık oluyoruz. Duygu Asena, kadının “kadın” olarak var olabilmesi, babasının ya da yaşamındaki adamın yüklediği veya yükleyeceği sıfatlar ve görevlerin ötesinde kendi bilinciyle özgür seçimler yapabilmesi, kendi yaşamına sahip olup mecburiyetlerin kıskacından kurtulabilmesi, ona verilen yaşama itiraz edip kabullenişten sıyrılabilmesi gibi o dönem için ve şu an ülkenin ve dünyanın pek çok yerindeki pek çok kadın için radikal denebilecek önemli konular üzerinde duruyor.
Kadının Gölgesinde Erkek İzleri
Kitapta çizilen kadın profilinin kadın kimliğini ötelemeden arzularının, ihtiyaçlarının ve yaşam amacının farkında olan, ne istediği kadar ne istemediğiyle de ilgili farkındalık düzeyi yüksek, dayatılan toplum ve gelenek algısının çifte standartlarına yüz çeviren bir tavra sahip olduğuna tanık oluyoruz. Kendi olabilmek adına pek çok konfordan vazgeçen, yaptığı seçimlerde öz saygısına sahip çıkan, kimi zaman yalnız zaman zaman çaresiz bir kadınla karşılaşıyoruz.
Toplumun ahlak ilkelerinin yalnız kadın için geçerli olması, erkeğin ahlaki ve kültürel değerlerle ters düşmesinin göz ardı edilmesi hatta normalleştirilmesi yabancılaşılan, razı olunan bir gerçek oluyor. Bu noktada kadın karakter evlilik dışı ilişkisi sebebiyle işinden atılırken erkek karakter aynı durum içinde olmasına ve bu durum bilinmesine rağmen yaşamına devam ediyor. Yazarın buradaki amacının ahlaki ölçülere rest çekip bunu meşrulaştırmak olduğunu düşünmüyorum. Toplumun riyakarlığını, cinsiyetçiliğin boyutlarını ortaya koyuyor.
Bir Büyük Tabu: Cinsellik
Kitapta öne çıkan konulardan biri de cinselliktir. Fazlasıyla müstehcen bir kitap olduğunu kabul etmekle birlikte kitabın kıymetli iletisinin cinselliğin arkasında kaybolmaması gerektiğini düşünüyorum. Duygu Asena’nın kadının cinsel yaşamını ve genel olarak cinselliği “ayıp, günah, yasak” gibi kelimelerin gölgesinden çekip alması, insan yaşamının doğal bir parçası olarak aynı doğallıkta ve rahatlıkta anlatması o zamanlar için hatta bu zamanlar için bile bir aşama ve belki büyük bir başkaldırı. Yazar, kadının, cinselliği evliliğin zorunlu görevlerinden biri olarak kabul etmesi ve bu ön kabulle yaşananların erkeği “iyi hissettirmek” için yapılan gerekli pratiklerin belli yasal koşulların güvencesinde yapılması gerektiği algısından çıkarıp kadının da arzularının, tercihlerinin olabileceğini ve buna yönelik bir irade oluşturacağını cesurca ortaya koyuyor. Cinselliği utançtan arındırıp yaşamın olağan akışına ekliyor. Bu konudaki hakim tavrın erkeğe ait olmasına ses yükseltiyor.
“Kadının Adı Yok” romanını edebi ölçütler açısından ele aldığımızda çok başarılı bir roman olduğunu söylemek mümkün değil belki ama neye hizmet ettiğini ve üstlendiği misyonu düşünürsek oldukça kıymetli olduğu apaçık ortadadır. Yazarın kullandığı dil ve üslup sebebiyle akıcı bir kitap ortaya çıkmış. Temiz ve yalın bir Türkçe sürükleyiciliği sağlamış.
|
- TÜM YÖNLERİYLE MİZAH - 6 Mayıs 2022
- Özgürlük Nedir ya da Ne Değildir? - 4 Şubat 2020
- HANGİ KADIN? - 3 Ağustos 2019
FACEBOOK YORUMLARI