
Terk Edenler, gerçek hayatta çokça karşılığı bulunan bir göçmenlik hikâyesini temel alarak Deming’in dramatik yaşamını, okurda acıma duygusuyla birlikte sempati yaratarak işliyor.
Lisa Ko’ya PEN/Bellwether Ödülü’nü getirmekle kalmayıp yazarın daha ilk romanında Amerikan Ulusal Kitap Ödülü ve PEN Hemingway Ödülü finallerine kalmasını sağlayan The Leavers, günümüzde ne oraya ne de buraya ait insanların gözlerinde bi’ damla yaş olup akmaya devam ediyor. Terk Edenler ismiyle Türkiye’deki okurla da buluşan kitapta, sistemin yalnızlaştırarak birbirinden ayırdığı Çinli bir anne oğulun, Peilan ve Deming’in peşinden gidiyoruz. 11 yaşındaki Deming, ilk bakışta eserin ana karakteri gibi gözükse de annesinin, hikâyedeki kilit rolünü yadsımak güç. Çünkü her şey onda, bir annede başlayıp yine onda bitiyor. Annenin, kitaba da ismini veren “terk etme” kararını, iç içe giren hikâyelerin düğüm noktası olarak nitelendirebiliriz. Biz de incelemeye, bu hassas noktayı esas alarak başlıyoruz.
Deming’in annesi Peilan (Polly), bir sabah işe gitme bahanesiyle oğlundan ayrılarak sırra kadem basıyor. Annesinin ortadan kaybolmasından sonra Deming, öğretim görevlisi bir çift olan Kay ile Peter tarafından evlatlık alınıyor. Bronx’taki küçük bir kasabada Daniel Wilkinson olarak yaşamını sürdürmeye başlıyor; ABD’li “beyaz bir ailenin çocuğu” olarak başarı güdüsüyle büyütülüyor. İsmiyle birlikte hayatı da değişiyor gibi gözükse de geçmişin, mazi olup unutulması namümkün! İşte burada geçmişiyle, yani annesinin onu geride bırakmasının nedenleriyle yüzleşmek zorunda kalan “terk edilmiş” bir çocuğun dokunaklı büyüme serüvenine ve geçmişini aramasına tanıklık ediyoruz. Deming’in kendi kültüründen uzaklaştırılmasının yarattığı duygusal kaos da okuru hikâyenin içine çekiyor.
Bir annenin çocuğunu terk etme özgürlüğü olabilir mi?
Bir ilk kitaba göre oldukça başarılı sayılabilecek hikâye kurgusunun yanı sıra derin bir gözlem gücünün de yansıması olan Terk Edenler, gerçek hayatta çokça karşılığı bulunan bir göçmenlik hikâyesini temel alarak Deming’in dramatik yaşamını, okurda acıma duygusuyla birlikte sempati yaratarak işliyor. Bir çocuğun zorla değişen yaşamı ve neden sonra gerçeklerle yüzleşme serüveninin, bam telimize dokunmaması bir hayli zor. Zira Daniel’in geçmişi, evlat edinen ebeveynlerinin ona karşı iyi niyetlerini kabullenmekte güçlük çeken güvensiz, bencil bir genç adam yaratıyor. Genç adamın yeni yaşamı reddini, yalan söylemesini ve diğer kötü alışkanlıklarının suçunu ona atamıyoruz. Burada şunu sorguluyoruz: Polly’nin istese de istemese de bir çocuğu geride bırakmaya hakkı var mıydı? Tabii ki bunu basit özgürlük tanımlarına sığdırmanın yolu yoktur. Her ne yaşamış olursa olsun, koşullar ne olursa olsun bir çocuğun ortada bırakılmasının suçlusu ilk kertede annesi gibi gözüküyor. Ancak Polly’nin oğlunu terk etmesini, hem Çin hem de ABD’de toplumun alt kesimlerinde “yalnız kalan” genç bir kadın olarak önce ekonomik kölelikten sonra da insanlık dışı göç yasalarıyla kapana kısılmasından kaçış olarak gerekçelendirmek mümkün. Bu bağlamda hikâyenin başına dönecek olursak Polly’nin (gençliğindeki ismiyle Peilan’ın) Çin’de Deming’e hamile kalarak ABD’ye göç etmek zorunda kalması da başlı başına sindirmesi güç bir hikâye. Bu yanıyla Polly ile empati kurmaya çalıştığımızda hayatta kalmanın, daha doğrusu daha iyi koşullarda yaşamanın yollarını arayan, bunu yaparken de önce ülkesini ardından oğlunu bile geride bırakmak zorunda kalan yapayalnız bir kadın karşımıza çıkıyor. Burada Polly’nin ortadan kayboluşunu çevreleyen gizem, yazarın anlaşılır üslubuyla beraber okur için epey sürükleyici ama ikircikli bir okuma sunuyor. Bir yandan Polly’nin özgürlüğünü düşünürken diğer yandan aklımızda hep şu soru beliriyor: Bir annenin her ne pahasına olursa olsun “terk etme” gibi bir özgürlüğü olabilir mi? Yazarın, özünde masum ve acıma duygusu uyandıran bir çocuğun karşısına, birçok okura pek de sempatik gelmeyecek bir anne figürü koyarak okuru tarifi mümkün olmayan bir ikileme soktuğunu söyleyebiliriz.
Eser bir yandan yıllardır sorulan bazı soruları da beraberinde getiriyor: Kurgu bir eser, gündelik hayattaki meseleleri, karakter(ler) üzerinden anlatmayı amaçlanmalı mı? Ve eğer öyleyse, bir karakter bu sorunları ne kadar dile getirebilir. Lisa Ko, yaşanmışlıkları anlatması ve bunu yeniden yarattığı karakterler üzerinden yapması açısından önemli bir anlatıya imzasını atıyor. Zira Polly ve Deming’in hikâyesi, aslında dünyanın dört bir yanındaki metropollerde yaşayan “terk edilenleri” anlatıyor; evlat edinilmeyle başlayan yeni hayatın inşası ve aidiyet çatışmasının ön plana çıktığı eserin arkasında yatan öz oldukça sağlam.
Gerçek insanlara atfedilen bir hikâye
Kendisi de New York’ta göçmen bir ailenin bireyi olarak doğan yazar Lisa Ko’nun, annesi tarafından terk edilen bir çocuğun ve arkasındaki karanlık, yıkıcı gerçeğin hikâyesini anlattığı bu ilk romanıyla büyük ses getirdiğini söylemiştik. İlk eseri, Barbara Kingsolver tarafından “sosyal adalet konularını ele alan bir roman” olması yönüyle PEN/Bellwether Ödülü’ne layık görüldü. Bu haliyle göçmenlerin durumunu, tekdüze belgesel anlatıma kaymadan başlı başına modern bir kurguyla aktarması, bu başarısında büyük pay sahibi diyebiliriz.
Ko’nun Çinli bir anne ve oğlu hakkındaki bu ilk romanı, gerçek hayatta karşılığı bulunan derin rezonanslara sahip bir eser. Annesi tarafından terk edilen ve evlat alınarak yepyeni bir hayata yelken açan bir çocuğun kendini tanıma serüveni de Terk Edenler’i ilgi çekici bir okuma mertebesine taşıyor. Bunu yaparken de göçmenlerin ötekileştirilmesini ve sömürü düzeninin getirdiği çaresizliği, okura daima hissettiriyor. Timaş etiketiyle raflardaki yerini alan eseri Rabia Elif Özcan’ın çevirisiyle okuyor, Lisa Ko’nun bir sonraki eserini merakla bekliyoruz.
![]()
|
- Kapitalizmin yalnızlaştırdığı insanlar: Terk edilenlerin hikâyesi - 12 Kasım 2019
- Kitaplarla dolu bir hayalin bedeli - 19 Ağustos 2018
- ‘Küçük’ Bir Yere Kaçışın Hikayesi: Tavşan Yılı - 9 Mayıs 2018