Keçeli Harikalar Kumpanyası

Manica Klenovsek Musil, kesip yapıştırıp, dünyayı Çocuk Çağına ulaştırmayı, hep birlikte, sevgiyle kotaracağımıza güvenerek üzerimize zimmetliyor.

Kâğıt, makas, keçe, kumaş, iğne, iplik, yapıştırıcı… her ev kadınının rüyasında gördükleri değil, dünyanın önde gelen Çocuk Edebiyatı dikerlerinden Manica Klenovsek Musil’in elinin altında aklının kadın meydanında bulundurduğu araç-gereçleri.

Pegagojik, estetik eksende dünyanın en zor işi olan çocuklara bir şeyler anlatmanın üzerine bu zenginlikte malzeme ekilip, görsel dil; resim-iş dersinin, biçki-nakış kursunun dolaylarında dolaşınca bizim gibi fularını takıp, sallanan koltuğunda evcil oselotunu okşarken bilmiş bilmiş konuşup yazanları değil, ellerindeki çamaşır suyu kokusu bir türlü çıkamayan Emine Teyzeyi, halı tozundan sakınırken ninjaya benzeyen Aysel Abla’yı da alakadar ediyor kitaplar. Kumaşı mı konuşurlar, kumaşa ilişen iplikleri mi, anne karıncanın müthiş zarif elbisesini mi yoksa masalcı kızın battaniyesindeki deseni mi bilemem. Bildiğim şu ki, her sanatın altında yatan zanaat rezervi saygıdeğer Musil’in çalışmalarında fazla fazla salınıyor.

Dilimizin gümrüğüne takılmayan beş kitabı var kendisinin. Birbirine denk kitaplardan yalnızca birini seçmek içime sinmediğinden, beşine yeterince değinmek, mütevazı kitap eleştirisini suya götürüp susuz getireceğinden aralarındaki en karakteristik iki kitaba yanaştıracağım henüz kalafatladığım kayığımı.

Hikâyeci Fil

Hikâyeci Fil, hikâye anlatma iştahıyla civardaki herkesi rahatsız eden Fil Hika’yı anlatıyor. Hika’yı göremeden, dedikodusunu duyuyoruz: Üç kuşun yalancısı olmamak adına sayfayı çevirip Hika’dan neden kaçıyorlar anlamaya çalışıyoruz. Timsaha ne anlatabilirsin, hele de ağzını açmış zebella gibi dikilirken? Zebra dünden planlamış gibidir sanki kaçışını. Aslanın tipik kabadayılığı var sırada. Akrabası filler bile pazarlıksız anlayışsız. Papağanlar dinlemekten nasipsiz. Yılan insafsızca kalp kırıcı. Bu telaşede kişinin  yakınındakini göremeyişi, hep orada olandan habersiz oluşu, sürekli sesleneni duyamayışıyla ince ince uyarılıyoruz. Hika yapraklarla haşır neşirken işitiyor  başta kulak kesilmesi gerekeni, o minicik kulakların ervah-ı ezelden can kulağını seferber ettiğini görüyor.

Sosyalleşme çabasının eleştirisini de görüyoruz; kalantorların peşinde koşarken, dev gönüllüleri nasıl da atladığımızı hatırlatıyor kitap. Tek mazeretimiz “küçük” göründükleri, gözümüzden kaçtıkları. Öte yandan toplumun nabzını tutan iki kuş  başlarda küçümsedikleri Hika, yolundan şaşmayınca onun yamacına yanaşmaktan başka yol bulamıyor.

Nihayet fil ile karınca seste ve sözde buluşur. Anlaşmayı mükellef sofra kıvamına getirmek üzere uzaklaşır ve bir ağaca konarlar! Onlarca hikâyeden okura da anlatılanı şöyledir: “Evvel zaman içinde ben bir yarasayken, bir gün yere düşüverdim…” Anlam hikâyede geçende değil, hikâyenin kendisindedir. Anlatmak ve dinlemekte.

Üç Kedicik ile Bir Ejderha

Üç Kedicik ile Bir Ejderha kitabı ise hem anlamca, hem biçimce, hem de katmanca daha zengin. Belki de beş kitap arasında en iyisi. Tepede ana metin koca puntolarla akıp giderken, okurun gözüne sokulurken, sayfanın güneyinde, küçük küçük çiziktirmeler, karınca duası gibi yazıcıklar metnin arkasından iş çeviriyor. Resimli kitaplar en tipik haliyle  yeterli olgunluğa eriştiğinde okur için ikili okumayı talep eder: Resimleri okuma ve yazıları okuma. Her iki metni de okuyan kişi  artık alt metni, üst metni, yetmedi pedagojik metni okuyabilir. Bu kitaptaysa resim ve yazı  kendi alt kümelerine, özerk bölgelere ayrılıyor. Üstten aşağı yazılan, çizilen, dikilen her şeyi okumaya kalktığınızda anlama çabanız tüten soba gibi boğulmaya başlıyor. Sizden istenen bu değil: Kumaş parçalarındaki izleri, teyelleri de hatırınıza getirip sondaj okumalar yapmanız ve bir iki okumadan sonra kitabın tüm elemanlarını, birimlerini yerli yerine oturtup kitabı bütüncül bir şekilde okumanız.

Üç kedi yavrusu Ulu Dağ’ın eteğindeki Yeşil Kırlar’daki güzel evlerinde yaşayıp giderken birgün anne karıncanın çığlığıyla eş zamanlı viyaklamaya başlar. Anne karıncanın evi mahvolmuş, kediciklerin ise anneleri kaybolmuştur. Sorumlusu ejderhadır, kesin, belki, ne münasebet!

Alakarga’dan akıl almak üzere yola koyulurlar. Gelin görün ki kedicikler hüzün vaktinde bile afacan, oyunbaz, haylazdır. Tehlike çanını hoyratça çalarlar. Güvenli olan yer altı şehrinin kapağı açılır ve üç kardeş çavuş tünelin kırmızı halısı dırdırcı taşların teşrifatçılığında yürürler de yürürler. Şaşırtıcı geçitin dışında karşılaştıkları Kıkırdak Örümcek dev gövdesiyle, korkutucudur başta, iyi bir yoldaş ve kılavuzdur konuşmanın sonunda. Tehdit eden şey, korkutan şey yabancılaşmadır. İletişimsizliktir. Muhabbete kıran girmesidir.

Toplumsal menkıbede kendine kötüler arasında yer bulan ejderha kediciklerle karşılaşınca gözyaşlarını tutamaz. Değil annelerini kaçırmak yalnızlıktan keçileri kaçırmak üzeredir. Muhabbet iyiler kefesini doldurmuş ve ejderhanın yardımıyla annelerini bulmuştur kedicikler.

Ejderha mitini, köstebek tüneliyle dengeleyip zemine oturtuyor yazar. Kolektif korkunun ipliğini pazara çıkarıyor, hem de bildiğimiz iğne-iplikle, keserek, biçerek dikerek… Kötücül dünya tasavvurunu geri dönüşüme bırakıp umut dolu dünyayı en azından teyellemeyi başarıyor.

Kesip yapıştırıp, dünyayı Çocuk Çağına ulaştırmayı ise, hep birlikte, sevgiyle kotaracağımıza güvenerek üzerimize zimmetliyor.

Adnan Saracoğlu
Latest posts by Adnan Saracoğlu (see all)
Vinkmag ad

Read Previous

Bir Psikiyatrist ile Konuştum: Kitaplar ve Ruhsal Sağlığımız Üzerine

Read Next

Kaş’ta Heykel Sergisi: Kübra Usta’dan aile içerisinde öldürülen kadınlara vurgu…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *