
Buruk bir tat kalıyor genelde öykülerin bitişinde, söz birliği etmiş bunlar diyorsunuz ister istemez…
On yedi öykü… Yutkunduran, hüzün perdesinin gölgesinde nostaljik pencereler. “Kısa Karanlıklar” Sedef Betil’in ilk öykü kitabı… “İlk” olmak için oldukça mahir. Okuruna bir yazarın ilk kitabından çok daha fazlasını sunabiliyor.
Hikâyeler merak ettirerek başlıyor, merakı diri tutmayı başararak devam ediyor. Okuru elinden sıkıca tutup, kurduğu dünyalara doğru, hızla ve ustalıkla sürüklüyor Betil. Bazen anneli ama annesiz bir çocuk, bazen aldatan-aldatılan bir kadın, bazen cazibeli bir anneanne, bazen ilgiye aç yalnız-bekâr bir emekli apartman yöneticisi, ya da sevdiğini aklından bir türlü çıkaramamış takıntılı geçkin bir erkek buluyoruz karşımızda… Erkeği anlatırken, bir kadın kadar doğal çıkıyor sesi.
Buruk bir tat kalıyor genelde hikâyelerin bitişinde, söz birliği etmişler bunlar diyorsunuz ister istemez… Hikâyeler için sıralanabilecek sıfatlar; gücenik, hayatla hesabı bitmemiş-ama kaderine razı gelmiş, kaybetmiş ama unutamamış, belki yenik ve sineye çekmiş ama onurlu… Pratik karakterleri var; çözüme yönelik, duygularını gizlemekte usta, biraz isyansız, ya da çığlığı içinde gömülü, yaşamın getirdiklerini kabullü…
Biraz bulutlu, biraz sisli-puslu, bazen de kara duygular arasında yol alıyorsunuz… Yine de bu kısa karanlıklar sizi umutsuzluklara gark etmiyor. Cümleler ekonomik! Ama hisli, ama manidar… Ne gereksizce uzuyor ve tekrara düşüyor, ne de gereksiz betimlemelerle sıkıyor. Çokça diyalog var. Bazen “yerine” söylenen iç sesler, diyaloglara ihtiyaç dahi bırakmıyor. Söylenmemişleri tamamlıyorsunuz kolayca. Cinsellik genelde geri planda hatta perde arkasında… Öne geçmeli mi? Belki bazen daha fazla duyulabilir.
Hepsi ayrı bir diyar ama benim favorilerim; Naftalinli Hatıralar, Dülgerbalığından, 2.Perde Son Sahne ve İki kadın… Bir de Cenaze!
Cenaze sanki hepsinden daha farklı bir minval… Naftalinli Hatıralar ve Dülgerbalığından, aynı duyguları uyandırıyor, 2.perde son sahne ve iki kadın da benzer dokuda…
Hemen naftalinin getirdiklerine bakıyorum: Çok da mutlu bir evlilik yapmamış ve eşini uzun süre önce kaybetmiş anneanne, bir konser çıkışı, aslında hatırlamadığı ama onu üniversite yıllarından gayet iyi hatırlayan akranı bir erkek arkadaşı ile tesadüfen karşılaşır. Hayat ikisini de o ya da bu nedenle yalnız bırakmıştır. Konser çıkışı sohbet edip, şarap içer ve geçmişten dem vururlar. İşin ilginci, geçmişe, kadından ziyade adam hâkimdir! Yaşlı adamın muhayyilesinde, üniversite yıllarına dair her hatıra –bilhassa da anneanneye ait olanlar- bilumum teferruatı ile kazılıdır. Lakin kadın geçmişi ancak hayal meyal hatırlar, yoksa geçmişe gitmekte kontrol edemediği bir engeli mi vardır?
Bu sohbet, aslında hatıralarla hayallerin birbirine karıştığı bir yolculuktur. Adamcağız bu pek eski gözdesine, hayatımızın bu son dönemecinde ikimiz de yalnızız, gel bu yalnızlığı paylaşalım, demeye getirir! Kadının aklından geçenlerse aslında hikâyenin sonundaki noktadır ve diğer hikâyelerindeki antrasit duyguların tadındadır:
“Bak ne diyor? Beni anladı, boşluklar diyor, paylaşalım diyor… İtiraf edeyim hoşuma gitti beni görmek istemesi. Şimdi şaraplı alacakaranlıkta geçmişi, güne getirdik de yarın gün doğunca ne konuşuruz?”(1)
Paylaşmak için ortak bir tarih olması gerektiğini ima eder belki de ve korkuları gelir aklına.
“Kısa Karanlıklar” sizi, hayat ve hayal arasında bir yerlerde yolculuğa çıkarmak üzere bekliyor…
![]()
|
- Y kromozomu yeryüzünden silindi, bu dünyada yalnızca kadınlar yaşıyor - 2 Nisan 2018
- Bu kitap bütün ağrılarınızı kesecek! - 22 Mayıs 2017
- Âşık Kedi - 11 Nisan 2017