Kitapçı Mendel

Kitapçı Mendel, Zweig’in yazar olarak tüm özelliklerini ve tekniğini taşıyan on öyküden oluşan, savaşa karşı bir kitap.

“Bana yaşamımdaki en önemli iki şey üzerine ders vermiş olan bir insan vardı ki, bir ömür boyu unutmam mümkün değil. Bu kişi bana şunları öğretmiştir: Tamamen kişisel özgürlüğe dayanarak, bu dünyaya hükmeden en büyük güce paranın gücüne esir olmamayı ve içinde yaşanan toplumda tek bir düşman bile edinmemeyi..” Diye başlıyor Stefan Zweig’in birbirinden ilginç, sürükleyici tadına doyulmaz on öyküsünden derlenmiş, Kitapçı Mendel isimli öykü kitabındaki öykülerinden biri ve; “Dünyadaki insanlar birbirine güvenebilseydi, ne polise, ne mahkemelere, ne de hapishanelere gerek kalırdı… Para da gereksizleşirdi. O zaman şu karmaşık ekonomik sistemin getirdiği sorunlar ortadan kalkmaz mıydı? Bizler de her zaman herkese yardıma koşan, karşılığında ise kendine gerekli olandan fazlasını almayan şu Anton gibi yaşayamaz mıydık?” Diye bitiyor.

Çok üretken bir yazar olarak yazın dünyasının bir çok türünde sayısız eserler yaratan Zweig’ın öykücülüğü de çok etkileyicidir. I. ve II. Dünya Savaşlarını yaşayan bir yazar olarak; savaşın insan ruhuna yaptığı yıkıcılığı, bozgunu, harabiyeti öykülerinin hemen hepsine yansıtmıştır. Yapıtları bu savaşların derin izlerini taşır.

Zweig’ın kitapları, II. Dünya Savaşında nazilerin toplatıp yaktığı kitaplar arasındadır. 1934 yılında gestaponun evini basarak silah aramasından sonra ülkesinden göç eder ve ölünceye dek gönüllü sürgünlerinde yaşar. Savaşın uzaması, kıyıcılığı umutlarını ve düşlerini yıkar, “Düyanın hiçbir köşesinde kimsenin ne Stefan Zweig’ın sözlerine ihtşyacı var, ne de yazılarına. Kaldı ki, titrek ve sızlanan sesim silahların patırtısı, führer’in sesi, bağırmaları, Gobbels’in ulumaları arasında duyulur mu?” diyecek kadar karamsarlığa düşer. Hitler’in kurduğu düzenin hep kalıcı olacağını, asla yok olmayacağını ve dünyanın bir daha asla yaşanabilecek duruma gelemeyeceğini düşünerek, karısıyla birlikte yaşmına son verir.

Kitapçı Mendel’i oluşturan on öykünün hemen hepsi de, yazarın savaşın etkisinde kalarak yazdığı öykülerden oluşmaktadır. Öykülerin hepsi Avrupa’nın farklı bir yerinde geçmektedir ve savaşın farklı yerlerdeki insanlar üzerindeki etkilerini çok etkileyici bir şekilde yansıtmaktadır. Savaşın açtığı derin yaraları konu edinen, insanda yarattığı karamsarlığı ve tahribatları çok iyi yansıtan öykülerin yanında aşk, tutku, hırs ve geçmişin insan yaşamını olumsuz etkileyen karanlık ve kötü yönleri de kitaptaki öykülerin konuları arasındadır.

Tekrarlanıp duran, anlatı içinde anlatı tekniği ve metinlerinin mutlaka trajik bir şekilde bitmesi, kadın ve erkek kahramanların ömürlerini delirerek veya beklenmedik şekilde ölerek sonlanması Zweig hikâyelerinin belirgin özelliğidir. Bu özellikler kitaptaki öykülerde de görülmektedir. Kitaba ismini veren ‘Kitapçı Mendel’ de bu anlamda, oldukça ilginç ve insanı derinden etkileyen, sonu trajik biten, yaralayıcı bir öykü.

19. Yüzyıl sonlarıyla, 20. yüzyıl başlarında Viyana’da kahveler; edebiyat ve düşün alanında oldukça etkili rol oynamışlardır. Bu kahveler ünlü edebiyatçıların ve düşün insanlarının toplanıp tartıştığı, dergi çıkarıp kitaplarını yazdıkları yerlerdir. İşte, Kitapçı Mendel isimli öykü böyle bir kahvede, Viyana kültürün bir parçasını oluşturan, sadece bir kahve siparişi verilerek saatlerce oturulup gazete, kitap okunabilen kahvelerden birinde, ünlü ‘Cafe Gluck’da geçmektedir. Mendel de bu kahvenin onuru, kitap sihirbazı ve komisyoncusu olan bir adamdır. Kitaplara, özellikle antika değeri olan bilimsel kitaplara düşkün, onların alım satımını yapan ama kâr amacı gütmeyen bir kitapçı. Birilerine kitap konusunda yardımcı olmayı, isteyene istediği kitabı temin etmeyi ve kitapları yutar gibi okumayı yaşam amacı haline getirmiş biri. Bu kahvede kendisine, her şeyden çok değer verdiği kitaplarından oluşan bir köşe yaratmış ve bu köşedeki masasında, adeta dünyayla ilişkisini kesmiş gibi, sürekli kitap okuyarak zaman geçiriyor. Belleği ve iyi konsantre olabilmesi en önemli özelliği. Bu özellikleri sayesinde herhangi bir konuda hangi kitapta neler yazılmış, ya da o konu hakkında ne kadar kitap var, hepsi hakkında bilgi sahibi ve araştırmacı insanlara yardım etmek tek uğraşı. Bütün dünyası kitaplar ve o kitaplara gereksinimi olan insanlar. Yazarın anlatımıyla tanımlayacak olursak; “Onun dünyasında paranın yeri yoktu. Mendel’i sırtında hep aynı eski, aşınmış giysisiyle görürdünüz. Sabah, öğle, akşam önünde bir bardak sütle bir iki dilim ekmek dururdu. … O yaşamazdı. Onda tek yaşayan gözlük camlarının ardındaki iki gözdü. Bu gözler Mendel’in gizem dolu beynini kelimeler, kitap başlıkları ve yazar isimleriyle sürekli doldururdu. … İnsan özellikleri arasında tek tanıdığı, her insanda görülen. gururdu. … Viyana’da ve Viyana dışında onun bilgilerine saygı duyan ve onlara gereksinimi olan birkaç düzine insanın yaşadığını bilmesi de onun gururuydu.” (sf:60), “Diğer müşterilerle hiç konuşmaz, günlük gazeteleri okumazdı. Dünyada neler olup bittiğinden habersizdi.”(sf:64),

Mendel’in kitapla olan ilişkisini anlatırken, Zweig’ın o eşsiz anlatım dili bizi de aynı duygulara sokuyor; “..kitap çok değerli, piyasada hemen hemen bulunmayan bir eser ise önce saygıyla şöyle bir geri çekilir, sonra kirlenmesin diya kitabın altına bir parça kağıt koyar ve seyretmeye devam ederdi. … Biraz sonra yavaş yavaş kitaba dokunur, paha biçilmez eserin sayfalarını büyük bir saygıyla ve dikkatle tek tek çevirirdi. … Jacob Mendel o saniyelerde duaya dalmış koyu bir dindarı andırırdı. Kitaba bakışı ve dokunuşuyla kendini tapınakta dini bir törende gibi hissederdi. Hafif kambur sırtı ileri geri gider, dudakları arasından mırıltılar ve hırıltılar çıkar, arada sırada kafasını kaşır, anlaşılmayan bir şeyler söyler… … en sonunda da kitabı eline alır, şöyle bir tartar, sonra gözlerini hafifçe yumup elindeki çiçeği koklayan romantik bir genç kız gibi sayfaları uzun uzun koklardı.”(sf:62)

Kitapçı Mendel öyküsünde çizilen ana karakter, Jacob Mendel aslında yazarın özlemini çektiği bir dünya ve bu dünyayı oluşturacağını düşlediği insandır. Fakat, Hitler`in Faşizm ülküsünü hakim kılmak için, dünyayı ateşe verdiği savaş, Zweig’ın düşlediği dünyanın altını üstüne getirir. Viyana işgal edilir, kahvenin garsonu savaşa gider ve ölür, kahve sahibinin oğlu savaşta esir düşer. Kitaplarının dünyasına dalmış olan Mendel ise kitaplardan yarattığı dünyasında, savaşın yarattığı bu olumsuzlukların ve insanlar üzerindeki etkilerinin farkında değildir. Onun dikkatini çeken tek şey ondan yardım isteyen üniversite öğrencilerinin gittikçe azalmasıdır, anlam veremez buna…

Ve günün birinde, hiç olmayacak bir sebepten, gizli polis Mendel’in de kapısı çalar ve onu tutuklar. Çok basit bir nedenin sebep olduğu tutuklama sonunda iki yıl toplama kampında kalır. “Jacob Mendel iki yıl boyunca toplama kampında, insanları tıkmış oldukları o dev barakada, çevresinde çoğu okuma yazma bilmeyen insanlarla birlikte…”(sf:72) Kitaplardan başka bir dünyası olmayan ve çevresi hep okumuş insanlarla çevrili olan biri için bundan daha ağır bir durum düşünülemez. Öykü son derece akıcı ve sürükleyici bir dille devam ediyor ve Zweig’ın tadına doyulmaz dilinden, can yakıcı bir sonla bitiyor.

Faşizmin, kıyım ve zorbalığın yaşandığı savaş yıllarının etkisiyle, insanın sosyal ve ruhsal yaşamındaki alt üst oluşları çok iyi vurgulayan, gücün yanında olmayı tercih edenlerin insani özelliklerini kaybedişini, iki yüzlülüğü, savaşın yarattığı saldırganlığın akıl almaz boyutlarını ve insan yaşamının aldığı yaraların derinliğini sade ama etkili bir dille anlatımının sarsıcılığını yaşayacağınız bir öykü seçkisi Kitapçı Mendel. Öyküleri Tahsin Yücel’in çevirinden okumak da ayrı bir zevk.

“Auschwitz’ten sonra şiir yazmak da barbarlıktır” Demişti Adorno, Auschwitz’in açtığı derin yaraların onulmazlığının farkında olarak. Farkında olduğu bir şey daha vardı; endüstriyel savaşlar gittikçe daha kıyıcı hâl alıyordu, hatta Auschwitz’i bastırıyordu bile. Toplu katliamlar için insanları gaz odalarına toplamak gerekmiyordu artık, endüstriyel katliamlardaki yıkıcılık karşısında insanlığımız kayboluyordu gittikçe.

Günümüzde de, küresel düzenin iktidar odaklarının, dünyayı denetim altına almak ve egemenliklerini pekiştirmek için giriştikleri saldırganlık, şiddet, kıyım ve yıkım dayanılmaz boyutlardadır. Dünyanın her yerinde küçük ölçekli sayısız savaşlar yaşanmaktadır. Bu savaşlar sonucunda ölüm açlık, susuzluk, insanî yaşam koşullarından yoksun kalma gibi yok edici tehditler insanları yerlerinden yurtlarından göç etmek zorunda bırakmaktadır. Gün geçtikçe dünya yaşanmaz hale gelmektedir. Adorno’nun öngörüsü doğrudur, artık barbarlığımızdan başka yazacak bir şeyimiz kalmadı. Bu durum karşısında insan olarak ayağa kalkma, ‘Hayır’ deme zamanı gelmiştir. “Hayır”ımız yaşamın her alanına yansıyan bir hayır olmalıdır.

‘Hayır’ı kurmak zordur ama insan bunu sanat yoluyla bir çok kez başarmıştır. Goya, Picasso tablolarında, Wagner müziklerinde, Nazım Hikmet, Dağlarca, Eluard şiirlerinde savaşa karşı duruş sergilemişlerdir.

Edebiyat alanında bir çok yazarın yanında Stefan Zweig da, içinde yaşayıp acılardan payını almış bir yazar olarak, bu acıların insan ruhunda yarattığı yıkımları, bozulmaları, karamsarlığı ve tahribatları çok iyi yansıtmış ve “Hayır”ını defalarca haykırmıştır. Kitapçı Mendel, Zweig’in yazar olarak tüm özelliklerini ve tekniğini taşıyan on öyküden oluşan, savaşa karşı bir kitap. Hepsi birbirinden sürükleyici ve hepsi birbirinden etkili.

Olup bitenlere bakınca, tam da okuma zamanı diye düşünüyor insan.

  • Kitapçı Mendel
  • Yazar: Stefan Zweig
  • Çeviri: Burhan Arpad
  • Türü: Öykü
  • Sayfa Sayısı: 223 Sayfa
  • Basım Tarihi: 2. Baskı, 2010
  • Yayınevi: Yordam Kitap
Sülbiye Yıldırım
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Bir Koleksiyon Kitabı; “Bulut Kuş”

Read Next

İçinden Fidel Geçen 8 Kitap

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *