KONUŞAMADIĞIMIZ NE VARSA

Arda Erel, toplumu var eden dille ve hem ayrıştırmayı hem de birleştirmeyi başarabilen kelimelerle zamanın kaydını tutuyor. Aşk ve toplum üzerine yazdığı denemelerle tüm okurlarını konuşmaya, duvarları yıkarak aynı gökyüzünün altında buluşmaya davet ediyor…

  • Konuşamadığımız Ne Varsa okurlarınızla buluştu. Kitabınız hakkında ilk gelen yorumları nasıl karşılıyorsunuz? 

İlk gelen yorumlar çok sevindirici. Özellikle konuşulamayan çoğu konunun yazılabildiğini görmek bazı insanlara çok iyi geliyor. Çünkü gerçekten toplumda çoğu insanın bazı konuları paylaşabileceği kimsesi yok. Evet, insanların aileleri ve arkadaşları var ama her konuyu onlarla konuşacak alanları yok. Kitabım bu alanı açtığı için beni çok sevindiriyor. Gelen yorumlar hep “hiç böyle düşünmemiştim,” gibi yorumlar; bu da beni çok sevindirten bir yorum. Düşünülmeyeni düşündürtmek, konuşulmayanı konuşturtmak benim için çok önemli.

  • Dört yıl aradan sonra ilk deneme kitabınızı çıkardınız. Bu dört yıllık aralık sizin için üretim anlamında nasıl ilerledi?

Dört yılda iki roman yazdım. Biri psikoloji araştırmalarımın bir sonucunda ortaya çıktı; diğerini de çokça sosyolojik araştırmalar sonucunda üretmiş bulundum. Hem roman için, hem de kendi edebi ve entelektüel gelişmim için çok fazla kitap okudum. Okumak benim için yeni bir şey değil ama ne okuduğumun da çok önemli olduğunu son yıllarda daha belirgin şekilde fark ettim; okumamış olduklarıma açıldım diyebilirim. Bu esnada Galatasaray Üniversitesi’nde sosyoloji yüksek lisansıma da başladım. Ben karakter olarak sürekli bir şeylerle ilgilenen, yaşama ve insana dair sorularla yaşayan, meraklı biriyim. İlgimi, merakımı canlı tutuyorum. Çünkü merakın ölebileceğine de çok inanıyorum. Merak gerçekten bizim kontrolümüzde biraz da, biz şekillendiriyoruz, yönlendiriyoruz onu; bize dair yani. Mesela bazı insanlar “okuyacak kitap bulamıyorum,” diyor; buna çok şaşırıyorum. Benim okumam gereken o kadar çok kitap var ki, değil okuyacak kitabı bulamamayı, bazen tüm istediğim kitapları okuyabilecek zamanım ve yaşamım olabilecek mi diye düşünüyorum. Dört yıldan sonra deneme yazmak beni çok değiştirdi. Eskiden olaylara farklı şekilde yaklaşıyordum, bugün apayrı bir Arda görüyorum karşımda, Konuşamadığımız Ne Varsa kitabım da bunun kanıtı oldu bana. 

Aslında ben yazar kimliğimin dışında da, başkalaşmayı, farklı yerlerden dünyaya bakmayı seviyorum diyebilirim. Aynılığı gerçekten çok korkutucu buluyorum. Esnemek, değişmek, olaylara, dünyaya hep başka görüşlere dalarak bakmayı çok önemsiyorum. Ne yazık ki toplumda bazı ideolojilere, yaklaşımlara sabitlenme, baltalanma durumu var. Beni çok korkutuyor bu sabitlenme durumu. Benim için bu yüzden sabitlenmekten kaçmanın tek yolu öğrenmek ve daimi okumak. Okumayı da hobi olarak değil, gündelik hayatın rutini hâline getirmekten, onu yemek yemek gibi bir şeye dönüştürmekten bahsediyorum.

  • Konuşamadığımız Ne Varsa’yı okumaya başladığımız ilk anda hayatın içinde bir yolculuğa çıkıyoruz. Güncelden beslenen bir kitap yazmak sizin için nasıl bir deneyim oldu?

Aslında güncelden beslenmek bir tarafıyla yaratımı besliyor; diğer taraftansa çok yıpratıyor. Bugün, gerçekten çokça bölünmüş, kutuplaşmış ve otoriterleşmiş toplumlarda yaşıyoruz. Otoriterleşmeyi sadece iktidarlarda değil, ben toplumun içinde, hareketliliklerinde de gözlemliyorum bu arada; örneğin ikili romantik ilişkilerde de otoriterleşme eğilimleri olduğunu düşünüyorum. Elbette gündelik hayatın sosyolojisi, siyasetten bağımsız değil ama bugün güncel bizi iyice boğuyor. Eskiden televizyonda çok farklı şeyler izleyebiliyordu insanlar; bugün insanların ilgileri daha çok siyaset oldu. Çünkü siyasete dair endişe çok arttı. Güncelin içinde siyasetin bu denli yoğun olması, sanata veya kişisel yaşamlarda aşka da alan açamayabiliyor; önceliklerimiz, konuştuklarımız, önemsediklerimiz birdenbire değişebiliyor yani. Bu boğmalar, güncelin siyasetle dolup taşması elbette beni düşündürttü. Güncel olaylar beni farklı yerlere sürükledi. Oturup, bazı olaylara “ne kadar üzücü,” demek yerine, üzücü olanın sebeplerini ayrıntılarıyla anlamaya ittim kendimi. Türkiye’nin güncel durumları beni sadece siyasetle ilgilenerek toplumu anlamaya değil de, felsefeye de açılarak, felsefi boyutlarıyla da insanı anlamaya sürükledi mesela. Faşizm nedir, neden arzulanır? İnsanlar neden otoriterleşmeyi arzularlar? Birbirimizi nasıl algılıyoruz? Güncel olayları takip ederken insana farklı yerleriyle de bakmayı öğrendim zamanla. Sadece sosyoloji, sadece psikoloji, sadece siyasi bilimler, sadece tarih ya da sadece felsefe bilmek yetmez diye düşünüyorum; bugün içinde bulunduğumuz toplumları ya da yaşamları anlamamız için disiplinler arası okumalar yapmam, yaşamı çok boyutlu şekilde kavramam gerektiği benim için âşikar. “İşin içinden çıkamıyorum,” derler ya, ben işin içinden çıkmak için disiplinler arası okumalar yapıyorum ve güncele farklı disiplinlerin öğrettikleriyle baktığımda bambaşka şeyler görebiliyorum. Dediğim gibi bu benim dünyaya bakışımı çok genişletip büyüttüğü gibi, bazı gerçeklerle yüzleşmeyi, insanın karanlıklığını keşfetmemi de sağlıyor ve hâliyle insanın karanlıklığıyla karşılaşmak yıpratıcı bir deneyim de olabiliyor. Ama tüm bunlar Konuşamadığımız Ne Varsa kitabımı büyüttü ve zenginleştirdi. Çünkü sorgulayıcı hâl, yaşam karşısındaki görüşü büyüttüğü gibi, yaşamı kolaylaştırıp, kompleks hâlinden biraz uzaklaştırıp onu daha anlaşılabilir hâle de sokabiliyor. Kitabım bu yüzden anlaşılamayan konuları da anlamaya çalıştı. Konuşulamayanlara ve belki çoğu insanın düşünmediklerine dair de bir alan açtı.

  • Kitabınız deneme türünde olduğu için de okuru yormayan bir yapıya sahip. Peki yazım aşaması aynı rahatlıkta geçti mi?

Yazım aşaması benim için pek kolay geçmiyor. Çünkü yazmak benim için daimi bir karşılaşma hâli. Bu hem kendimle, hem özel hayatımdaki insanlarla, hem de içinde yaşadığım toplumla tekrar tekrar karşılaşmayı içeriyor. Belki insanlar yaşamlarında bazı şeyleri oldu bittiye getirebiliyorken, benim için yazmak geçmişi tekrar bugüne taşıyıp çözümlemeye beni çağırıyor; toplumda yaşananların da bazı insanların zannettiği gibi öyle kolay çözülmeyeceğini gösteriyor. Yani Konuşamadığımız Ne Varsa’yı yazmadan önce hayatın kompleksliği ve karmaşasıyla çok fazla burun buruna geldim. Ama bu kompleksi yazıya döktükçe ondan kurtuldum ya da bu karmaşayı da iyice anlayarak onu kucakladım diyebilirim.

  • Yeni kitabınız “Konuşamadığımız Ne Varsa”da siyasi, ekonomik ya da kültürel nedenlerle birbirinden giderek uzaklaşan bir toplumun portresini adeta kelimelerle çiziyorsunuz. Sizce günümüzdeki kutuplaşmaların tamamen yok olması mümkün mü? Böyle bir ütopik dünyaya ulaşabilecek miyiz?

Bence kutuplaşma, felsefi olarak başka’yı algılamakla çok yakından ilgili. Öncelikle insan başka’yı algılamaktan hiçbir zaman kurtulamaz, bu yüzden başka’yı algılamak her zaman düşündürten bir eylem olacaktır. Bahsettiğim bu başka’yı algılamak tarihsel bir deneyim biraz da. Türkiye’de başka’nın algılanmasıyla, Amerika’da siyahlarla beyaz arasındaki başka’yı algılama dinamikleri hiç aynı değil. O zaman ister istemez başka’yı algılamanın tarihsel sürecini ve sosyolojisini de düşünmemiz gerekiyor. Bu konuda Emmanuel Levinas ve Sartre beni çok etkilemiş iki düşünür; onlardan bu konulara dair felsefi çok şey öğrendim. 

Bugün içinde yaşadığım topluma baktığımda, başka’yı kolayca düşmanlıkla, vatan hainliğiyle algılama hâli olduğunu fark ediyorum. Bu çok korkutucu bir algılama biçimi bana göre. Ama sadece algılanan hakkında değil, algılayan hakkında da bir fikir veriyor bana. Bu arada elbette toplumda insanların “düşman” diyebileceği insanlar olacaktır; gerçekten vatan hainliği diye bir şey de vardır. Bunlar yokmuş gibi yapamayız; ancak bu kelimeleri çok kolay şekilde insanların üzerine atmak, onlara yapıştırarak damgalamak çok düşündürücü ve çok korkutucu. Kelimelerin dolaşımı bu kadar kolay olmamalı diye düşünüyorum. Kelimeler gerçekten çok etkililer ama insanlar kelimelerin gücünden habersiz, ağızlarında sakız çiğner gibi çeviriyorlar kelimeleri ya da başkasına yapıştırıveriyorlar. Başka’ya dair bu düşmanca algılama eğilimi, sadece bugün hakkında değil, az önce de bahsettiğim gibi, Türkiye’de yakın geçmişte yaşananların bir kalıntısını da gösteriyor bence. Yani başka’sını algılamak ve kutuplaşma sadece bugüne dair değil; geçmişle de iç içe. Çok yara almış, hayal kırıklığına uğramış, öfkeli insanlar var toplumda. Siyasi hayal kırıklıkları var insanların yaşamlarında, belki onlardan bile habersizce. 

Tüm bunlar da bize aslında başka’yı algılamanın, bu kutuplaşmanın birçok konuyla iç içe geçtiğini gösteriyor. Ama en önemlisi de bence, bugün neden herkes birbirini tehdit olarak algılıyor? Demek ki kimse kendisini yeterince güvende hissetmiyor. Zannediyorum en üzücü olan da bu. Yani kutuplaştırıcı söylemi kullanan da kötü durumda, aynı ötekileştirilen gibi o da cehennemde. Buradan çıkış elbette mümkün bence ama başka’yı algılamak her zaman birçok konudan etkilendiği için, ileride de etkilenecektir ve felsefi bir soru olacaktır. Önemli olan bu başka’nın bu kadar tehdit unsuru olarak algılanmamasının gereksinimi.

  • Sosyoloji alanında yüksek lisansa devam ediyor olmanızın olumlu katkıları yeni kitabınızda açıkça görülüyor. Sosyoloji hayatınızda olmasaydı “Konuşamadığımız Ne Varsa” ortaya çıkar mıydı?

Sosyoloji öğrenmek bana bambaşka bir Türkiye gösterdi. Eskiden küçücük bir Türkiye görebiliyormuşum, olaylara yaklaşırken ufacık pencerelerden görüyormuşum Türkiye’yi. Ama bugün hiç böyle değil. Sosyoloji beni çok rahatlatan bir alan. Çünkü “bunun cevabı var,” diyebiliyorsun sosyoloji bilince, hiçbir şeyin nedensiz olmadığını anlıyorsun. Sosyoloji bilmeseydim topluma dair yazılarım eksik ve yarım kalırdı elbette. Yazmak, öğrenmekle bu yüzden hep iç içe geçen, birbirini etkileyen iki eylem benim için.

  • Bundan sonraki kitaplarınızda deneme türünü daha sık görecek miyiz?

Deneme yazmak bence roman yazmaktan çok farklı. İkisini de deneyimlemiş olduğum için farklılıklarını fark edebiliyorum. İleriki yıllarımda elbette deneme yazacağımı düşünüyorum. Ancak ben kariyerimi “roman yazayım,” , “öykü de yazayım,” diyerek kurgulamıyorum. Deneme bana kendisini getiriyor; roman da öyle. “oturup roman yazayım,” da dememiştim. İki romanım da kendiliğinden çıkmıştı ortaya. İleriki yıllarımda da denemeler yazacaksam, kendiliğinden geliverirler, çıkarlar ortaya diye düşünüyorum.

  • Kitabı henüz okumamış olan okurlarınıza bir mesajınız var mı?

Çevresiyle konuşamadığı çok şey olanlar, sorgulamayı sevenler kitabımı okurlarsa, bu beni çok mutlu eder.

  • Konuşamadığımız Ne Varsa
  • Yazar: Arda Erel
  • Türü: Deneme
  • Baskı Yılı: 2021
  • Sayfa Sayısı: 232 Sayfa
  • Yayınevi: İnkılap Kitabevi
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

ALEX VE KORKUNÇ ŞEYLER

Read Next

Can Modern Dizisine İki Yeni Kitap

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *