Barut Kokulu Çiçekler’i okurken 1940’ların işgal altındaki Atina’sını, dağlarında direnişçi komünistlerin dolaştığı Karpenisi’yi, İtalyanlara kafa tutan Konitsa’yı gözünüzün önünde canlandırıyorsunuz. Gazete yazıları ve haberleriyle dönemin ruhunu hissediyorsunuz. Sayfaların arasında dolaşan Glafkos Klerides, İsmet İnönü, Refik Saydam gibi gerçek kişilerle sağlamlaştırılan atmosferin altında yaşayan roman kahramanlarına inanıyorsunuz.
Barut Kokulu Çiçekler, biyografik ya da kurgusal gerçekçi romanlar yazan Orhan Bahtiyar’ın yedinci kitabı. Bilindiği üzere kurgusal gerçekçilik; gerçek malzemelerden farklı bir gerçeklik içinde bir yapı oluşturularak yapılan temsili bir gerçekliktir. Bahtiyar, son romanında, okura hikâyesini gerçek bir mekânın ve tarihselliğin içinde kurmaca biçimde anlatmaktadır. Romanın içinde arz-ı endam eden gerçek kişiler ve zamanın gazete haberleri de okura tarihsel bir roman okuduğu hissini başarılı biçimde yaşatmaktadır.
Tarih kitaplarından, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nda büyük sıkıntılar çekmesine rağmen sıcak savaşa girmediğini okuruz. Hayatları savaşların içinde geçmiş -eski subaylardan oluşan- devleti yöneten kadro, milyonlarca insanın öldüğü kanlı savaşın dışında kalmayı başarmıştır. Türkiye savaşa girmediği için dünyanın tamamını kasıp kavuran bu savaşta herhangi bir Türk’ün de savaşmadığı yanılgısına sıklıkla düşeriz. Türk ve Türki unsurlardan oluşan pek çok tümen Sovyetlere karşı Nazilerin yanında savaştığı gibi Bosnalı Müslümanlardan oluşan Hançer Tümeni de Yugoslavya’da partizanlara karşı savaşmıştır. Faşist ideolojinin saflarında duranlardan ne kadar utanç duyuyorsak, ‘No Pasaran!’ diye haykıran partizan Boşnaklar ya da topraklarını savunan Batı Trakya Türkleri de bir o kadar yüreğimize su serpmektedir. İşte Orhan Bahtiyar da, Barut Kokulu Çiçekler’de, savaşın unutulmuş unsurlarından, ülkeleri Yunanistan için savaşan Türklerden bahsetmektedir. Kitapta kurgulandığı gibi sadece Türklerden oluşan tümenler oluşturulmamışsa da, Türkler genellikle ön cephelere, sıcak çatışma alanlarına sürülmüştür. Elbette bu da ırkçılığın bir başka türüdür.
Barut Kokulu Çiçekler, faşist İtalya’nın Yunanistan’a kaçınılmaz saldırısı sırasında bir bariyer oluşturarak daha içerdeki kuvvetlere zaman kazandırmakla görevli sadece Türklerden oluşan bir alayın başına atanan Binbaşı Dimitri Çekuras ve yoldaşlarının hikâyesi aslında. İtalya, Arnavutluk’u işgal ettikten sonra gözünü Yunanistan’a dikmiştir. Arnavutluk sınırına yakın Konitsa işgal açısından en elverişli noktadadır. Halk iç bölgelere taşınmış ve Türklerden oluşan alay dışında bölge tamamen boşaltılmıştır. Diğer bölgeler tahkim edilirken doğru dürüst silah ve mühimmat dahi verilmeyen 41. Piyade Alayı ile Konitsa adeta oltaya takılmış leziz bir yemdir. Amaç İtalyanların zokayı yutarak iç bölgelere ilerlemesi ve Yunanistan’ın bağrında çatışmalara katılmamış zinde kuvvetlerce kuşatılarak yok edilmesidir. Gözden çıkartılmış bu askerlerin tek görevi İtalyanları yıpratmaktır. Fakat dört tümene karşı bir başına bırakılan alayın tamamının yok olması kaçınılmazdır. Konitsa bölgesi boşaltılırken geride birkaç yaşlıdan başka kimse kalmamıştır. Binbaşı Çekuras’ın eşi Alcina, hasta ve yaşlı anne babasını yalnız bırakmayı reddettiğinden dolayı kızı Anatola ile birlikte geride kalanlar arasındadır. Oysa Anadolulu babaannesinin hediyesi davut yıldızı kolyesini boynundan hiç çıkartmayan küçük kızın bir an evvel sıcak bölgeden uzaklaştırılması gerekmektedir.
Kahraman bir komutan olarak büyük saygı duyulan Kostas Çekuras’ın oğlu Dimitri Çekuras’a, General Karagunis nefret beslemektedir. Harp Akademisinde iyi arkadaş olan iki generalin arası, Kostas Çekuras’ın bir Türk Yahudisiyle evlenmesiyle bozulur. Yunanlılar için Küçük Asya Felaketi olarak bilinen Anadolu işgalinin başarısızlıkla neticelenmesini de Karagunis hazmedemez. Faşist ruhlu bir ırkçı olan Karagunis; baba Çekuras ve Türklerle olan hesabını oğul ve Türk alayı üzerinden kesmek istemektedir. General intikamını gerçekleştirmek için istihbarat subayının binbaşı olan rütbesini albaylığa yükselterek alayın başına atar. Kaçınılmaz sonu bildiği halde eşini ikna ederek, kızıyla birlikte güvenli bölgeye gönderebilmek için Çekuras bu ölüm görevini memnuniyetle kabul eder. Alaydaki tek Yunanlı askerse Anadolu’nun işgali sırasında Türklere silah çekmeyi reddeden komünistlerden biri olan Pouliopoulos’tur ve Çekuras’ın babası sayesinde kurşuna dizilmekten kurtulmuştur.
Torunları Hasan ve Hüseyin’i korumak için savaşa gönüllü katılan ihtiyar Muhammed Çavuş ve yarenliği Tatar Kasım, Albay Çekuras’la birlikte İtalyanlara karşı savaşın kaderini yeniden yazarlarken; Hasan, Hüseyin ve Pouliopoulos’un, Alcina ve küçük kızı çatışma bölgesinden çıkartarak güvenli bölgeye götürmeye çalışmasıyla roman hareket kazanır. Bu arada Anatola’nın Türkiye’de yaşayan akrabalarının devlet kademelerindeki etkin rolleri sayesinde, derin devletin de küçük çocuğu savaş ortamından çıkartarak yurda getirme çabasına girmesiyle maceranın üçüncü sacayağı da oturur.
İtalya’ların geri püskürtülmesi üzerine Almanlar yıldırım harekâtıyla Yunanistan’ı işgal eder ve kartlar yeniden dağıtılır. Almanlara esir düşen Hasan ve Pouliopoulos; direniş kuvvetlerine katılan Muhammed Çavuş, Tatar Kasım, Albay Çekuras ve çocuğun izini süren Türk ajanı Celal Karabayır ayrı ayrı noktalara dağılırlar. Ama hepsinin amacı ortaktır: Küçük Anatola’yı kurtarmak.
Barut Kokulu Çiçekler’i okurken 1940’ların işgal altındaki Atina’sını, dağlarında direnişçi komünistlerin dolaştığı Karpenisi’yi, İtalyanlara kafa tutan Konitsa’yı gözünüzün önünde canlandırıyorsunuz. “Bin Yunan çocuğu Kızılay’ın kucağına geliyor. Harbin sonuna kadar bu çocukları biz besleyeceğiz. Hiçbir Yunan trajedisi bu asil ve kahraman milletin bugünkü faciası ayarında bir şey yaratamamıştır: İlahlar, dünyanın hayranlığı karşısında, hürriyetleri için, bine birle karşı koyan bu ırkı nasıl bir imtihana çektiler? Bu kara baht, neden bu aydınlıklar âlemini böyle bir geceye boğdu?” Falih Rıfkı Atay’ın Tiyatro, Opera ve bir Yunan Trajedisigibi gazete yazıları ve haberleriyle dönemin ruhunu hissediyorsunuz. Sayfaların arasında dolaşan Glafkos Klerides, Otto Skorzeny, Aris Velouchiotis, Georgios Grivas, İsmet İnönü, Refik Saydam gibi gerçek kişilerle sağlamlaştırılan atmosferin altında yaşayan roman kahramanlarına inanıyorsunuz.
Orhan Bahtiyar, çok konuşulan bir konu olan İkinci Dünya Savaşı’nın en az kelam edilen yanlarından olan savaşa katılan Türklerin hikâyesini başarıyla anlatıyor. Tarihsel kurmacaya meraklı okurlar kadar tercihlerini maceradan yana kullananlar da Barut Kokulu Çiçekleri keyifle okuyacaktır.
|
- KÜÇÜK ANATOLA’YI KURTARMAK - 2 Aralık 2019
- Hişt! Hişt! Hayal Kursana Dostum - 25 Mart 2019
- Jules’ün Bağladıkları - 17 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI