Kumarbaz bitince okur, neredeyse her Dostoyevski kitabı sonunda olduğu gibi, insanın canını acıtan bir kendi kendiyle yüzleşmeyle karşı karşıya kalıyor.
Kumarbaz, Dostoyevski’nin en bilindik kitaplarından biri. Yazın hayatının olgunluk dönemi eserlerinden olan kitap, yazarın meşhur kumarbazlık tutkusunu yansıtması ve yayıneviyle olan anlaşmadan dolayı zaruri biçimde 25 gün içinde yazılması nedeniyle ilginç bir hikayeye de sahip. Fakat yazarın bütün hayatı boyunca mücadele ettiği kumar tutkusu hesaba katılırsa Kumarbaz’ı bir ömür boyu emek verilmiş bir kitap olarak da düşünebiliriz.
Bilindik Dostoyevski karakterlerini –onuru için hayatını feda edebilecek ama aşkı veya esiri olduğu tutkuları için gene onurunu düşünmeden ayaklar altına alabilecek kişiler– kumarbaz romanında da görmekteyiz. Kumar tutkusunun, kitapta ölmesi beklenen babaanne karakterinden tutun da baş karaktere kadar nasıl bir yıkım yarattığını, insana hükmedip onu nasıl esir aldığını Dostoyevski’ye özgü bir trajedi sarmalı içinde okuruz.
Suç ve Ceza’da sıkça gördüğümüz iç hesaplaşmalar Kumarbaz’da ana hikayeye eşlik eden unsurlardan. Kitabın Rusya dışında geçmesi Dostoyevski’nin Avrupa’ya, “Batı’ya” olan kibirli bakışını görmek açısından da anlamlı. “Ne kadar gelişmiş olursa olsun Avrupalılar Ruslar kadar iyi çay yapamaz” sözü bile Dostoyevski’nin Avrupa’ya bakış açısına dair bize ip uçları verebilir. Gelişmişliklerini içten içe kabul etmek zorunda kalsa da ahlaki ve tarihsel olarak yozlaşmış bir uygarlıktır batı toplumları onun için.
Kitabın Fransız karakterlerinin ihtiraslı, kibirli ve çıkarcı kişilikleri daha ete kemiğe bürünür hale geliyor gözümüzde söz konusu Dostoyevski romanı olunca ve sonuç olarak karakterlerin kişiliklerini, yaptıklarını garipsemiyoruz. Öte yandan batıyı ve çevresindekileri eleştirirken çuvaldızı en çok kendine-ülkesine batıran yine yazarın kendisidir. “Batı’yı tanıdığımız kadar kendimizi tanımıyoruz” der Dostoyevski.
Kendini bu kadar derinden, aldatmaca olmaksızın cesurca eleştirebilen, eleştirinin de ötesinde yüzleşmeye değişmeye hatta (karakterleri üzerinden) mahvolmaya zorlayan başka bir yazar yoktur dersek herhalde abartmış olmayız (Az bile söyledik belki de). Ruhunun en karanlık dehlizlerinde en büyük korkularıyla, tutkularıyla yüzleşmeye ölene kadar devam etmiştir yazar…
Kitap bitince okur, neredeyse her Dostoyevski kitabı sonunda olduğu gibi, insanın canını acıtan bir kendi kendiyle yüzleşmeyle karşı karşıya kalıyor. İnsanı saran-sarsan, adeta tokatlayan gerçekler süzgecinden geçmiş oluyor. Sanırım kitap bitince alınan bu acı-tatlı tat Dostoyevski’yi ve kitaplarını bu kadar biricik ve değerli kılıyor.
|
- Şarap ve edebiyat: Üzüm Kardeşliği - 17 Aralık 2018
- Öfkenin, isyanın ve acının özeti: Latin Amerika’nın Kesik Damarları - 23 Ekim 2018
- Korkunç ve amansız bir saplantının öyküsü: Kumarbaz - 22 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI