İyi ki Melih Güneş gibi iz sürenler var… İyi ki onların çabalarıyla gedikler kapanıyor ve yaptıklarını, yaşadıklarını, düşlerini, umut ve heyecanlarını öğreniyoruz.
Işıl ışıldır, menevişlenir, insana sevinç ama önce huzur verir. Geleceği, gelecekle birlikte umudu çağrıştırır. Hüzün pek yoktur o şavkta.
Nâzım Hikmet’in izini süren Melih Güneş, “Nâzım Hikmet’in gözlerine gözüyle dokunmuş biriyle…” Anjel Açıkgöz ile yaptığı söyleşiyi kitaplaştırarak, Şairi bir başka gözün tanıklığıyla tanıtıyor bizlere.
Mavi gözlü dev…
Anjel ve Hayk Açıkgöz adını Vedat Türkali -çiçekler çelenk örsün başucunda- anmıştı, onunla “Mavi Karanlık” üzerine konuştuğumda. Samsun’un suları gibi diye nitelemiştim kitabı, o da anlatmıştı… Odur budur, benim için de önemli bir tanıklıktır karı koca Açıkgözler. Hayk Açıkgöz’ün anılarını (Anadolulu Bir Ermeni Komünistin Anıları) okumuştuk, -Melih Güneş’ten (ç)alarak- Anjel Abla’nın Nazım Hikmet anıları çok ilginç. Bir kadın gözüyle nasıl anlatıyor “mavi gözlü devi”, merak edilmez mi?
Türküler şahit…
“Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan…” Anadolu, nice uygarlıklar görmüş, ama son dönemdeki kadar kaçırmamış insanlarını. “Kılıç artığı” dedikleri de kaçmış sonradan… En çok da bizim ülkemizden, siyasi sürgünlük sürüyor hâlâ. Anjel Abla, yaşadıklarını anlatırken, o acıyı siz de duyuyorsunuz, aradan geçen yarım asra rağmen. Nice acılar yaşanmış, nice ihanetler… “ateşi ve ihaneti” görmüşler, anlatıyor. Kimmiş, kime yapmış, o kadar önemli değil; önemli olan anlatılanlardan ders alınması…
İlhan Berk, “Neler çekmiş halkım / Türküler şahit” diyordu… Melih Güneş soruyor, Anjel Açıkgöz anlatıyor neler yaşadıklarını… En çok da Nâzım Hikmet’i anlatıyor, çünkü Melih Güneş, Nâzım Hikmet’in izini sürüyor.
İyi yapıyor…
İyi ki Melih Güneş gibi iz sürenler var… İyi ki onların çabalarıyla gedikler kapanıyor ve yaptıklarını, yaşadıklarını, düşlerini, umut ve heyecanlarını öğreniyoruz.
Söylenegelen, özellikle de karalamak amaçlı kullanılan “pis” oluşuna açıklık getiriyor Anjel Açıkgöz: “Yerken hiç dikkat etmezdi üstüne başına. Fakat o kadar temizdi ki hemen gider değiştirirdi, bir bavul gömleği vardı, pantolonu vardı. Öyle pasaklı durmazdı.” (s.70) Yakışıklılığı ve şirinliği de cabası.
Elinin açık oluşu, armağan etmeyi sevmesi… bir dikiş makinesi anısı var ki, okurken anlıyorsunuz ne büyük bir sevinç kaynağı olduğunu.
Sempatik…
Biz çapkın olarak tanıyoruz, ama öyle biri olmadığını üzerine basa basa yineliyor Anjel Açıkgöz, Nâzım Hikmet’in… Kadınların onun etrafında pervane olduklarını söylüyor. Onunsa Vera Tulyakova’yı çok sevdiğini, telefonda saatlerce “Vera maya, milaya maya” (Veracığım benim, canım benim) tekrarladığını anlatıyor, ilginç bir polis/casus öyküsü içerisinde… Evin çevresinde dolaşan, camdan içeriye bakan, elinde kağıt kalemle bir şeyler yazıp notlar alan (nedenini niyesini sormayın sakın, okuyun sizin de aktaracağınız bir öykünüz olsun) polisi hırsız diye yakalamışlar, ama Nâzım’ın Vera aşkı yüzünden bildirememişler…
Nâzım’a aşık olup da hastalanan ve yardımına yine Nazım’ın koştuğu kadınlar da var anlatılanlar arasında, şurada burada karşılaşıp da hayranlıktan eli ayağı dolaşanlar da…
Sürgünde yaşam…
Anjel Açıkgöz ülkeden nasıl kaçtıklarını, Lübnan’da nasıl yaşadıklarını -“su çorbası”nın tadını hemen tüm siyasi sürgünler gibi şimdikiler de bilir- anlatıyor. İstanbul’da, Missouri Zırhlısından inen askerlerin hakaretini, milletvekili, hatta Bakan olan birilerinin çapkınlıklarını da anlatıyor… Avrupa’ya nasıl geçtiklerini, Nâzım Hikmet’le nasıl tanıştıklarını, yıllarca otel odalarında kaldıklarını, “Bizim Radyo” çalışmalarını, siyasi kadrolar arasındaki çatışmaları, çekememezlikleri anlatıyor.
Özlemini de anlatıyor… Yıllar sonra İstanbul’da götürüldüğü Çiçek Pasajını da anlatıyor. Ara Güler’i de, Nail Çakırhan’ı da, Halet Çambel’i de… başka diğer önemli tanıklıklarını da anlatıyor.
Nazım Hikmet için anlattıklarını… Rekabet yerine dayanışma, hırs yerine yaşam doluluğu, sahip olmak yerine sevgi, tek başına değil hep birlikte yaşamak şeklinde özetleyebilirim. Ki siz ünlü dizelerinden “…yârin yanağından gayrı her şeyde, hep beraber” anımsayacaksınız.
Nasıl da unuttum: Boğaz benzeri bir yerde, Boğaz gemileri benzeri bir vapurda, çıma üzerinde, bir reçete arkasına yazılan “İşçi Sınıfına Selam” şiirinin bir çırpıda çıktığını da anlatıyor Anjel Abla.
|
- Hayata bir de bu “pencere”den bak!… - 9 Nisan 2020
- BİTMEYEN AŞK: İSTANBUL - 7 Aralık 2019
- Türkiye’nin Çilingir Sofrası: Rakı Gastronomisi - 3 Aralık 2019
FACEBOOK YORUMLARI