Levent Tülek; “Modern yaşamdaki insanın şaşkınlığının, çaresizliğinin, bocalamasının ve mutsuzluğunun karşılığı olarak köpek metaforunu bilinçli olarak seçtim. Çoktan doğasından kopmuş ve kentleşmeyi abartmış (!) insanoğlunun ardından bu aşırı yapaylığın ve kirliliğin içine dahil olmuş şaşkın bir canlı olan köpek benim öykülerimin gizemli kahramanı.”
Pitbull, Levent Tülek’in ilk öykü kitabı hep kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Tülek’in öykülerinde fantastik öğeler hakim. Kendi hayal gücüyle okurun hayal gücünü birleştirip ortaya keyifli bir okuma sunuyor.
Kitabın tanıtım bülteninde; “Kâh duygusal bir robot, kâh bir çakal dolaşıyor sayfalarının arasında. Gölgeler kaplıyor bazı semtleri. Sessizce ağlıyor yaşlanmış, unutulmuş bir aktris. Bir de bakıyorsunuz, çocukların şaşkın bakışları altında bir Pamuk Prenses uçuyor. Camda kendi yansımasını görünce çirkinliği karşısında dehşete düşüyor öfkeli, öyle böyle değil çok öfkeli bir köpek…” deniliyor. Levent Tülek’in öyküleri okuru bir anda etkisine alıyor ve bir anda hiç beklemediği bir sonla baş başa bırakıyor. Sanatın farklı disiplinlerinden tüm olumlulukları bir araya getiren Tülek, öykü tutkunları için sürükleyici bir ürün koyuyor ortaya.
İyilik-kötülük bağlamında öykülerini irdelediğimiz Levent Tülek, kurgusunu, amacını, deneyimlerinin kalemine etkisini anlattı…
- İlk iki öykünüzü okuduktan sonra kitabın devamında da hiç beklemediğimiz, okuru şok eden bir sonla karşılaşılacağı hissi uyanıyor. Öykülerinizi kaleme alırken amaçladığınız böyle bir şey miydi?
Aslında baştan planlanmış, kurgulanmış ya da hesaplanmış bir şey değildi bu. Öykülerin ortak doğal yapısından öyle oldu diyebilirim. Ama senaryo ve tiyatro metni geleneğinden geldiğimden olacak, giriş-gelişme-sonuç refleksimin olduğunu ben de yazarken fark ediyorum. Ama bunun, yazının dilini ya da öykünün bağımsız yapısını bozmamasına, didaktikleştirmemesine de özen gösteriyorum. Finaller benim için önemli. Bu, finalin vurucu olmasıyla da ilgili değil, havada kalan, asılan, soru soran, uçup giderken ardından baktığımız öyküleri de çok seviyorum. Ama güçlü finallere takıntılıyım, doğrudur.
- İyiliğin karşısında kötülüğü güçlü bir şekilde vurgulamaktaki amacınız neydi?
İyiliği durmadan güzellemek, ona vurgu yapıp, kutsallaştırıp kötülüğü görmezden gelmek gerçekten de her şeyin iyiye gideceği anlamına gelmiyor. Oturup avcısını bekleyen bir av oluyoruz sonuçta. Niye masallarda hep kötü karakterler, devler, cinler, karabasanlar falan vardır? Masallar daha iyi, daha çarpıcı, daha güçlü “mutlu son”larla bitsin diye. Ama temelde kötülüğün, çarpıklığın, dünya ve insan için kötü olanın farkında olmak, ona teşhis koymayı, umutlu olmamızı kolaylaştıran unsurlar. Bazen de bu bir denge. Birinden birini yok saymak dünyayı, var olmamızı anlamayı da zorlaştırıyor.
- “Dünya İyisi” isimli öykünüzde hakikaten dünya iyisi bir karakterle karşılaşıyoruz. Hatta “bu kadar iyi olunur mu?” sorusu geliyor insanın aklına. Ama hiç beklemediğimiz bir anda inanılmaz bir kötülükle karşılaşıyoruz. Sizce gerçek hayatta kötülük bu kadar kolay perdelenebilen bir şey mi?
Hem de çok kolay. İnsanoğlu kötülük konusunda sonsuz bir derinlik. Her bedende uyuyan kanserli hücreler gibi kötülüğü taşıyoruz ruhumuzda. Ama ortaya çıkarmıyoruz. Güçlü olmak, mücadele etmek, bilgili, donanımlı olmak onun panzehiri çokça. Ama cehaletle, önyargılarla, bencillikle ve umutsuzlukla ortaya çıkan bir edim oluyor sonunda kötülük. Gidip katilimize âşık oluvermiyor muyuz sıkça? Stockholm Sendromu denen etki politikada, gündelik yaşamda ve ikili ilişkilerde ne de sık yaşanıyor. “Dünya İyisi” yalnızca abartılmış bir kurgu, bir bakış ve bir okuma bu manada. Okuru rahatlatmak ya da ona ninni söylemek istemiyorum. Benim özgürlük alanım kötülük çöpünü karıştırıp, oradan hikâyeler çıkarıp ayna gibi koymak okurun karşısına. Tıpkı öykündüğüm ve bu konuda ustamız olan Shakespeare gibi.
- Öykülerinizde sık sık köpeklerle karşılaşıyoruz. Öykülerinizde bir karakter olarak köpeğe yer verirken özel bir amacınız var mıydı?
Modern yaşamdaki insanın şaşkınlığının, çaresizliğinin, bocalamasının ve mutsuzluğunun karşılığı olarak köpek metaforunu bilinçli olarak seçtim. Çoktan doğasından kopmuş ve kentleşmeyi abartmış (!) insanoğlunun ardından bu aşırı yapaylığın ve kirliliğin içine dahil olmuş şaşkın bir canlı olan köpek benim öykülerimin gizemli kahramanı. Biz kendimizi, çevremizi ve dünyamızı değiştirirken ve genetiğiyle oynarken buna başka canlıları da dahil ediyoruz istemeden. Niye evlerimize köpekler, kediler alıyoruz? Niye onlara bu kadar ilgimiz var? Sosyal medyada en çok bakılan, paylaşılan, beğenilen onlar? Çünkü kalmış olan saflık, doğallık, iyilik onlarda da ondan. Tıpkı bebekler gibi.
- Kitabınıza da ismini veren “Pitbull” isimli öykünüzde şu cümle dikkatimi çekti; “Bir kız ile bir oğlan geldi insanımın yanına.” Burada “insanım” diye seslenerek hayvanlarla bir empati yaratma çabanızdan söz edebilir miyiz?
Tabii ki. İnsan bencilliği gitgide dozunu arttırıyor. Her şeye sahip olmak istiyoruz. Her şeyi tüketmek. Ev istiyoruz, araba istiyoruz, daha fazla para, daha fazla toprak… Bu dünya yetmiyor bize, uzayda yeni gezegenler keşfedip orayı da parsellemek istiyoruz. Dolayısıyla her şey bizim. İnsan bencilliği korkunç bir şey. Kendi rahatı ve çıkarı için yapmayacağı şey, yok etmeyeceği canlı, kıymayacağı doğa, yapmayacağı yıkım yok. Ve hep de bir bahanesi var. Mülkiyet her alanda insanın organı gibi. Evleniyor, eşini mülkiyetine alıyor, savaşıyor, ülkeleri ve insanları mülkiyetine alıyor. Ama bir şeyin farkında olmak gerekir diye düşünüyorum. Biz de birilerinin mülkiyetindeyiz. İşte bu “insanım” sözü biraz da buna gönderme aslında.
- Levent Tülek, yazarlığın dışında çok sevilen bir oyuncu aynı zamanda… Hatta kitapseverler sizin kitap incelemelerinizin olduğunu da biliyor. Hem oyunculuk hem de kitapları bir eleştirmen gözüyle okumuş olmak yazarlıkta size ne gibi avantajlar ve dezavantajlar sağlıyor?
Bu bir zenginlik. Tiyatro birçok disiplinin bir araya geldiği bir sanat. Müzik, plastik sanatlar, dans vs. Ve tabii ki metin. Bir de her oyunun bir dramaturjisi var. Dolayısıyla beslenme ve donanma alanınız çok çeşitli ve katmanlı. Bir yandan bu geniş bir gözlem, deneyim ve bilgi kazandırıyor insana. Tiyatronun yazma sürecime katkısı büyük. Aynı şekilde edebiyat incelemeleri yazmam, çok okumam ve araştırmam sadece yazıma değil, sahnedeki işime de çok fayda sağlıyor. Ama bir dezavantaj olarak şunu söyleyebilirim tiyatro edebiyatı, kurgusu ve dili ile öykü ya da kurgusal yazın alanı çok farklı. Biri biraz daha sahneye odaklı, matematik, kural ve yapısal kısıtlamalar içeriyor. Bunun içinde fazla yoğrulmak yazıda bazen sorun yaratabiliyor. Örneğin birden atmosferinizi bir dekor alanı gibi kurmaya ya da kurgunuzu ve olay örgünüzü tiyatro metni gibi kurmaya başladığınızı görüyorsunuz. Bu da dilinizi, özgür yazım alanınızı tehlikeye sokuyor. Yazarken açık söylemek gerekirse bu tuzaklara düşmemeye dikkat ettim.
- Daha önce iki kitabı yayımlanmış bir yazar olarak şimdi de bir öykü kitabıyla sevenlerinizin karşısına çıktınız. Bundan sonraki adımınız ne olacak?
Yazıda belli bir türde karar vermişliğim yoktu hiçbir zaman. Ama Pitbull önümde bir yol açtı bana. Ben çok aceleci ve maymun iştahlı değilimdir. Hatta biraz fazla titizim diyebilirim. “Hadi şimdi de bir roman yazayım” ya da “Eh, bir senaryo yazmanın zamanı geldi” falan demem öyle kolayca. Öykü yazmak beni mutlu kılıyor. Ama bunu hesaplayamam. Bir esin gelir burada ettiğim laflarımı yutarım bakarsınız. Şaka bir yana, ben kendimi demlemeyi severim. Sonunda tabii ki durmadan bir şeyler yazmak istiyorum. Bakalım, ben de merak ediyorum.
- Peki son olarak, sizce iyilik mi yoksa kötülük mü kazanacak?
Aramızda kalsın, kötülük kazandım sanıyor ama iyilik arkadan kıs kıs gülüyor. Dönemin modası ağır bir edebiyat cümlesiyle bitirelim: “Şişman kadın çıkmadan opera bitmez!” 🙂
Fotoğraflar: Gün Çağ Aydın
|
- Kehribar Geçidi’nden Tadımlık… - 29 Kasım 2021
- Kitap Eki Dergisi 7. Sayı Çıktı! - 15 Temmuz 2020
- Kitap Eki Dergisi 15 Ocak’ta Okurlarıyla Buluşuyor - 1 Ocak 2020
FACEBOOK YORUMLARI