Leylan üzerine söylenecek çok söz var. Diyarbakır, Nusaybin, İstanbul ve Zürih gibi kentler, Türkiye’nin özellikle son beş yılı, Spinoza felsefesi, Kürt Sorunu, anadil eğitimi, devrimci tutum gibi son derece zengin temalarla derdi olan politik bir dönem romanıdır Leylan.
Seher ve Devran’ın sonunda, kitaplarının yazım süreci için uzun uzun teşekkür eden Selahattin Demirtaş, tıpkı hayatının cezaevi öncesi döneminde birlikte çalıştığı kim varsa, onlara son derece nezaketli ve eşitlikçi davranan tarzını Leylan’da da sürdürmüş. Örneğin Abdullah Zeydan’a teşekkür edişindeki incelik [1], başka pek çok yazarda göremeyeceğimiz kadar etkileyici… Öyküleri yayınlandıktan sonra kendisine soru soran edebiyat eleştirmenlerine verdiği yanıtlar da öyleydi anımsarsanız. [2] Zekice, nezaketli ve mütevazı. Başka türlüsü de beklenmiyor artık ondan… Nezaket yoksunluğunun insana iyi gelmediğini bilen bir davranış tarzıyla tanıdık onu. Örneğin pek çok kadın, “Keşke bütün erkekler kadınlara böyle davransa!” dedi onun incelikleriyle karşılaşınca. Unutulmamalı ki bu incelik, toplumsal cinsiyet eşitliğine yaklaşımından kaynaklanıyordu. Erkek egemenliğinin bir güç değil yük olduğunu, defalarca kere dile getirmişti. O nedenle yazdığı kitaplardaki kadın karakterler; bu ülkenin yoksul ve mücadeleci kadınları; Kürt kadınları, temizlikçi Nazolar veya kadın doktorlar –Leylan’daki Sema ve Linda– olarak hayal dünyamızda salındılar.
Yazımın giriş paragrafı bir işaret fişeği çakmıştır sanıyorum. Demirtaş’ın edebiyatı üzerine düşünürken, feminist edebiyat eleştirisinin olanaklarını kullanacağım. Kişisel fikrim şudur ki, Demirtaş edebi üretiminde, kadın okura yönelik özel bir strateji geliştirmeksizin, aktüel yaşamda kadınlara –siz kadın sorunu olarak da okuyabilirsiniz– nasıl yaklaşmış ve bu olgular üzerine nasıl düşünmüşse, Leylan ve iki öykü kitabında da benzeri bir tutum takınıyor. Kadın yazarlar üzerine yeni yeni hassasiyet geliştiren edebiyat iklimimiz, kadın okur üzerine yeterince düşünüyor mu emin değilim. Hem bu konu üzerine çokça araştırma yapılmıyor hem de edebiyatta kadın yazarların bile rüştünü ispat edişinin tarihi henüz yeni sayılır. Demirtaş kadın okura nasıl seslenmiş ya da ne söylemiş daha yakından bakmaya çalışayım o vakit…
Leylan (Serap), Zeliha, Sema, Deniz, Hatice, Netice ve Sakine Ana romandaki kadın karakterler. Hatice ve Netice adları [Hatice’ye değil Netice’ye bak!], Demirtaş’ın gündelik yaşamındaki zekice esprilerinin romandaki veçhesini temsil ediyorlar. Tabii tam burada şunu da söylemek lazım. Başka bir yazar olsa gündelik yaşamındaki esprilerini bilmiyor olacağımız için böyle laflar edemeyiz. Feminist bir siyasi lider, edebiyatla da iştigal edince bu tür cümleler insanın içine ferahlık gele gele kuruluyorlar.
Neyse konuya döneyim tekrar. Leylan’da çok sayıda kadın karakter olması tek başına bir anlam ifade etmiyor. Bu güçlü kadınların tek tek yaşamlarının ince ince anlatılması, çeşitliliği ve ayakta kalma mücadeleleri, metni feminist edebiyat eleştirisi açısından önemli kılıyor. Tecavüze uğrayan 14 yaşında bir kız çocuğuna başka bir kadının ve kadın dayanışma evinin sahip çıkması gibi küçük küçük kadın öyküleri, romanın katmanlarını oluşturuyor. Kadına yönelik şiddet ve dayanışma, romandaki önemli feminist temalardan sadece biri…
Leylan’daki Katmanlı Yapı
Katman demişken, romandaki anlatıcının, açılıştaki ilk altmış sayfada erkek, –Leylan’ın peşinden platonik bir aşkla koşturan çocuğun (Kudret’in) ergenliğe ve yetişkinliğe geçiş dönemini anlatan giriş kısmı– kalan iki yüz kırk sayfada ise kadın olduğunu belirtmekte fayda var. En azından girişteki bölümün sonunda Kudret, arkadaşları Netice’nin yazdığı Hayat Hep Yarımdır adlı romanı okumaya başlıyor ve oradaki anlatıcının kadın olduğunu düşünüyoruz. Sanki ilk altmış sayfanın anlatıcısı, gerçekten başka bir kadının romanını okuyor.
“Netice de hikâyenin peşinden hemen Diyarbakır’a gelmiş, Leylan’ı bulup uzun uzun konuşmuş. Leylan beni ve kadim maceramızı anlatınca hikâye bambaşka bir anlama bürünmüş. Birbirinden habersiz ama birbirine bunca değen hayatları romana eklemezsem çok şey eksik kalacak diye düşünmüş ve bizi görmeye gelmiş. İyi ki de gelmiş. Yıllar sonra tekrar birbirimizi bulmuş olduk. “Ne güzel insan olmuşsun Netice! Sen yaz, biz okuyalım,” dedim espriyle. Benim okumaya düşkün olduğumu duyunca çok sevindi. Edebiyat üzerine de konuştuk, kendi yaşam hikâyemiz hakkında da. Netice notlar aldı, arada sorular sordu. Kafasında nasıl bir hikâye kuruyordu, bilemedim. Ancak romanın bir taslağını bana bıraktı, “Okuyup önerilerini ilet mutlaka,” dedi. Telefon numaralarımızı, adreslerimizi verdik birbirimize. Sık sık görüşme sözüyle yolcu ettik arkadaşımızı. Kemalettin dükkânın önünde heykel gibi dikilip gidişini izledi Netice’nin, Süphan da dükkânın ortasında put gibi kalarak Kemo’yu izledi. Onlar o haldeyken ben dosyalanmış roman taslağının kapağına bakıyordum. Hüzünlü harflerle “Hayat Hep Yarımdır” yazıyordu. Hemen açıp okumaya başladım.” [3]
Kudret yerini Netice’nin anlatısına bırakırken aslında Leylan hakkında bir saptama daha yapmak gerekiyor. Kurgu yapmak ve bu kurguyu gerçeklikle hakikat arasındaki sınır durumda tutmak roman yazmanın en zor yanlarından biridir. Demirtaş’ın kurgusundaki en önemli farklardan biri; romanın giriş kısmını oluşturan bir tür uzun öykü ya da novella diyebileceğimiz ilk altmış sayfada temaların, olay örgüsünün edebi yürüyüşünün, romanın sonrasındaki iki yüz kırk sayfada başkalaşmasıdır. Başka bir deyişle söylersem Leylan bir novella ve bir romanın bileşimi şeklinde kurgulanmıştır. Bu kurgu operasyonu, basitçe iki ayrı türü yan yana getirmek biçiminde gerçekleşmemiştir. Karakterler, olay örgüleri ve zamansal git-geller müthiş bir biçimde birbirinin içinden geçirilmiştir. Kendiliğinden diyalektik, edebiyatta böyle zuhur eder ve zorlayıcıdır. Bu yazım biçiminin ağır bir zorlantı oluşturduğunu kitabın sonundaki teşekkür bölümünden de anlamak mümkün.
“… Devran’dan kısa bir süre sonra edebiyat kurdu içimde yeniden kıpırdanmaya başladı. Yeni bir cesaretle roman taslağını elime aldım. Düzeltmeler, çıkarmalar, eklemeler derken oldu galiba. Fakat tekrar okuyunca olmadığını anladım ve tümden vazgeçtim. Romanı neredeyse yeni baştan yazmama rağmen asla emin olamadım. Bir yanım “iyi oldu” derken bir yanım “hiç de değil” demeye devam etti. Şimdi okuyup bitirdiniz ama ben halen emin değilim; yazmak istediğim roman bu muydu? Bilemiyorum, içimde bir yerlerde takılıp kaldı sanki roman. Bir gün onu da yazabilir miyim? Hiç umutlu değilim. Sanki edebi hayatımın son kitabı bu gibime geliyor.” [4]
Hem kurgusal hem tematik olarak yazmak istediklerini yapıp yapamadığını sorgulayan bir yazar var karşımızda. Metininin eksikli olduğunu söyleyen… Bu yaklaşım onun edebi yolculuğunun süreceğini, sürmesi gerektiğini söylüyor bize… Öykü, uzun öykü, novella ve roman… Demirtaş şiir yazıyordu zaten ama yayımlanacak hale geldi mi yazdıkları henüz bilmiyoruz.
Tekrar konuya dönecek olursam, Kudret’ten Netice’ye devredilen anlatılıcılık, kadınların bakış açısının romana sirayet etmesinde önemli bir etken. Ancak burada kast ettiğim tartışma şudur; Kadın duyarlılığını ancak ve ancak kadınların yazması önerisi, evet anlamlı ve destekleyicidir ama bu kadarıyla kalırsa da son derece yetersizdir. Feminist edebiyat eleştirisi, kadın duyarlılığı ve kadınların sorunları üzerinden bir okuma yapmakla birlikte, farklı siyasal kaygıları, nesnel ve öznel doğrulukları, evrensel değerleri de içeren feminist kuramın etkisini mütemadiyen hisseden ve tersinden onu etkileyen politik bir eleştiridir.
Leylan üzerine söylenecek çok söz var. Diyarbakır, Nusaybin, İstanbul ve Zürih gibi kentler, Türkiye’nin özellikle son beş yılı, Spinoza felsefesi, Kürt Sorunu, anadil eğitimi, devrimci tutum gibi son derece zengin temalarla derdi olan politik bir dönem romanıdır Leylan. Ben metindeki tartışmaların birkaçını elimle tutup mercek altına almaya çalıştım. Başka açılardan bakacak arkadaşların yazıları, Leylan’ı belki daha bütünlüklü görmemizi sağlayacaktır. Benim ele alışımla söylenecek son söz şu olabilir; Seherve Devran’dan sonra Leylan da feminist edebiyat eleştirisinin üzerine çalışacağı bir metin olarak edebiyat tarihindeki yerini aldı.
[1] “Yoldaşım, hücre arkadaşım, moral kaynağım, dert ortağım ve her zamanki gibi ilk okumalarımı yaparak en büyük desteği sunan kardeşim Abdullah Zeydan’a minnet, şükran duyuyorum. Aslında yazar olarak ikimizin adı yer almalıydı romanda; farz edin ki öyledir. Bu arada o da habire bir şeyler yazıyor ama ben ne olduğunu henüz bilmiyorum. Umarım karşımıza iyi bir kitapla çıkar; bekliyoruz.”
Leylan, Selahattin Demirtaş, Dipnot Yayınları, s: 297
[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/05/27/selahattin-demirtas-dilene-dilene-degil-direne-direne-kazaniyoruz/
[3] A.g.e.,s: 66
[4] A.g.e., s: 296
|
FACEBOOK YORUMLARI