
Arayışlar, zamanın sanat ve insan üzerindeki etkilerini tartışmaya açarken aslında ikili ilişkilerde bireyin davranışlarına ve bu davranışların sonuçlarına değiniyor.
Lou Andreas-Salome (1861-1937) Rus asılı bir psikanalist ve yazar. Salome entelektüel bir ailede büyüdü. Teoloji, felsefe eğitimi için Zürih’te eğitim aldı. Salome’nin en cezbedici yanı şüphesiz zekâsıdır. Bunu eserlerinde görmek mümkün; yazdıklarıyla, hissettirdikleri ve karakter analizleri ile bunu açıkça görüyoruz. Ve bunu kısa metinlerle başarması ayrıca takdire şayan. Salome’nin adı dünya devlerinden olan, toplumu yönlendiren ve şekillendiren bilim, sanat düşünürleriyle beraber anılmasında bu zekânın yeri yadsınamaz. Freud kendisinden şöyle bahseder: “Korkunç bir zeka… Onun yanına yaklaşan herkes, varlığının samimiyetinden ve uyumundan çok güçlü bir biçimde etkilenirdi; kadınlara özgü zaafların hiçbirinin hatta insani zaafların bile çoğunun onda bulunmadığını, yaşamı boyunca bunları aşmış olduğunu fark ederdi.” Zamanla Salome’nin adı Rilke, Tolstoy, Frued, Nietzsche ile aşk dedikodularıyla anılmaya başlandı. Bu büyük düşünürlerden en çok Nietzsche kendisinden etkilediği söylenir. Hatta Nietzsche’nin kadınlardan nefret etmesinin sebebi olarak gösterilir.
Çok zeki olan ve bu kadar büyük insanları etkileyen, bu sanatçının yazdığı eserler ister istemez ilgi çekiyor, insanı merakta bırakıyor, beni de eselerine yönlendiren bu merak olmuştu. Bizde çok okunmasa de en çok bilinen eserlerinden “Arayışlar” kitabı üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Küçük hacimli olan bu kitap; sanatsal değeri açısından oldukça büyüktür. Salome mesleğinden olsa gerek karakterlerini az ve öz bir şekilde okuyucuya anlatıyor, bunu yaparken de daha çok ruhsal bir durumla içselleşmiş bir anlattım yolunu tercih ediyor. Bunun bir sonucu olan duygudaşlık kavramı daha da belirgin hale geliyor. Okuyucu zorlanmadan karakterlerle bütünleşebiliyor. Karakterlerini de duygudaşlık kurmada oldukça yetkin bir şekilde ön planda tutabiliyor. “Bilinçle kavradığımız ve yaptığımız şeylerin, bireysel gelişimimizle hiçbir ilgisi olmayan gizli kalmış duygular izlenimlere kıyasla hayatımız üzerinde etkisi ne kadar da az (s.2)”
Kitabın konusu, her ne kadar aşk gibi görünse de anne-kız ilişkisinin çok kısa anlatıldığı, en merhametli, en sade, en akıcı ve gerçekçi kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum. Burada annesine, sanatına içtenlikle bağlı olan Adine’nin hikâyesini okuyoruz. “Sevgiyle özveride bulunmaya hazır, böyle iyi bir annem olmasaydı sahip olduğum özgür ve mutlu sanatçı yaşamını kurmam mümkün olmazdı”(s.20). Yazar kahramanın hayatının belli bir dönemini anlatmakla kalsa da aslında anlatıldığı dönemin öncesini ve sonrasını da kitap içerisinde kısa cümlelerle anlayabiliyoruz ve burada bir ressam olan Adine’in şaşırtıcı olmayan, sıradan ama fazla mesaj yüklü hayatına konuk oluyoruz. Aşktan bahsedilecekse bu cümleden yolla çıkaracak bahsedilmeli ve illa iki beşerin aşkı olarak düşünülmemeli: “Ah, resim yaparken insan hep biraz âşıktır aslında. Bana hep insan resme içindeki âşık bir yanı döküyor gibi”(s.23). Neden böyle yazdığımı biraz açalım; Adine genç yaşta aşık olduğu Benno; işine aşırı düşkün bir doktordur. İşini her şeyin üstünde tutar, o ne kadar işine bağlandıysa Adine de zamanla o kadar ona bağlanır ta ki nişanlanıp nişanı kısa sürede atana kadar. Adine, nişandan sonra farklı şehirde kendini resme adar. Bu süreçte resim en büyük tutkusu olur ve bununla ayakta kalır. Sanat aşkı zamanla Benno’un aşkının önüne geçer, annesinin ve de Benno’nun tüm çabalarına rağmen eski hislerini yakalayamaz ve Benno’yu reddeder. Burada sanattın aşkından ve değişim gücünden bahsetmek yerinde olur şüphesiz.
Bu kısa kitap, zamanın sanat ve insan üzerindeki etkilerini tartışmaya açarken aslında ikili ilişkilerde bireyin davranışlarına ve bu davranışların sonuçlarına da değiniyor, zaman ve mesafe kavramlarını da araya serpiştiriyor. Bu kısa, akıcı kitaptan bir alıntı ile yazıya son verelim; “Daracık eski evlerin bazılarında o enfes çatı tepeliklerinin eksildiğini ve her yerde ucuz modernleşmenin çirkin pürüzsüzlüğünün dağılmakta olan güzelliklerin yerini aldığını gördüm. Brezeg de ilerliyordu demek! Daracık köşeleriyle sevdiğim o eski, bildik, küçük kent değildi artık. Yaşam tarzındaki gelişimin sıradan olanı çoğunlukla nadir olandan daha yararlı bulan pratik gereklilikleri burada da bazı güzellikleri engel olarak görüp yolundan kaldırmıştı”(S.17)
![]()
|
- Musa’nın Uykusu - 9 Ağustos 2019
- Varoluşun İçsesi: Nefaset Lokantası - 30 Temmuz 2019
- Yürümenin Felsefesi - 6 Temmuz 2019