Mert Kırlak & B. Güney Ulutaş‘tan Kopuklar Üzerine Söyleşi

Tiyatro oyuncusu Mert Kırlak ve Can Yayınları etiketiyle yayınlanan ‘Kopuklar’ romanının yazarı B. Güney Ulutaş keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi.

Mert Kırlak: “…Oysa biz ağacın kemiklerinden güzel insanlar çizebilen kazıcılarız…Kopuklar‘ı 2013 Nisanında bitirdiğinde, orada  bir limon ağacının kolları arasına koyun koyuna uzanmış Marlen’in, Poetry’nin Vera’nın, Lidya’nın, bir roman zamanından kaybolup, 2013 Mayıs sonlarında gerçek hayatın gezisinde birleşecek ‘kopuk’ parmaklara ruh üfleyeceğini biliyor muydun? ‘Kopuklar’ geleceğimize bir gerçeği mühürlemiş. Gezi gelmeden Gezi ağacına sarılmış ve demiş ki; ”Direnen sanatı direnen çocuklar yazacaktır.” Tıpkı 1904’den sonra hayatın Çehov’un Vişne Bahçesi’ni-romanda Antonio mu bulmuştu bu kitabı- takip ettiği/taklit ettiği gibi, 2013 yazında hayatlarımızın yıkımın eşiğinde olan parkı, sesini en gür sesini ‘Kopuklar‘ın bir şehri sahicileştiren meydan tiyatroları eylemlerinden mi geri çağırdı?

B. Güney Ulutaş: Bir hissin peşinden sürüklendim. Bir sezginin edebiyatla tarif edilmeye çabası belki de… Gezi öncesi yükselmeye başlayan bir zihinsel eylem vardı zaten, sanatta da vardı bu, özellikle tiyatroda bir dizi iyileştirme adı altında dayatılan “yapılandırma” lar ve buna karşı çıkış yükseliyordu. “Bu sizin sorununuz, ben memnunum” diyenlerinin aksine, “sizin sorununuz hepimizin sorunu” diyen insanların yaşadığı o ortak duygusal kriz. Kitabı çalışmak bana iyileştirme gücü veredursun, bir yandan da ilk kez denediğim roman türünün içinde kaz yavrusu adımlarıyla benden önceki kopukların izini sürdüm. Antonin Artaud, Fransa işgal edilirken bir sinir kliniğindeydi, vahşet tiyatrosu kuramını gerçekleştirdi sonrasında, aynı şekilde Rusya’da değişen toplumsal yapının yarattığı baskı ortamı Çehov’un Vişne Bahçesi’ne atılan haykırışlardı… Bilici olmadıklarına göre aşırı hassasiyetin getirdiği duygu ve düşünce silsilesi olabilir mi bu…Bunu önceden hissetmenin nasıl bir şey olduğunu gerçekten bilmiyorum, çünkü yedi sekiz yıl önce kitabı hayal edip kurgularken 2013 Nisanında tamamlayacağımı, dosyayı teslim edeceğimi, Can Yayınları’nın bu karmaşık kurgulu, uzun ve mesai isteyen romanı yayınlamak isteyeceğini ve tam o sıralarda kitaptakine benzer sanatsal eylemlerin olacağını bilmiyordum. Sonuç olarak Kopuklar’da kurguladığım ütopik dünya, Gezi direnişinde vücut buldu diyebilirim.

Fotor_146824051795049

Mert Kırlak: Birileri, Kopuklar’ı çocukların bulacağı kapı önlerine bıraksa ne tuhaf, güzel ve iyi olur. Schiller’in Haydutları gibi… ”Bu kitap coşkunluğun getirdiklerine inanan herkesin yolundan bir kere…” geçse… Kopukların ilk eylemini, başka zaman, uzam ve katmanlarda romanı bina ederken sürdürüyorsun. Sen kazıyı sürdürüyorsun… Hafıza kapılarımızın önüne Zucco ile Koltes’i, Hizmetçiler ile Genet’i, Raskolnikov istasyonuyla Suç ve Ceza’yıbırakıyorsun. Bilge Karasu’nun Gece’sini, Dersu ile Akira Kurusawa’yı, Saramago kasabasıyla’Körlük‘ü, Werther adliyesiyle Goethe’yi bırakıyorsun bilincimizin kapı önlerine. Okuyucuya ancak mesai yaparsa görünür kılabileceği bir tür edebiyat-eylem haritası uzatıp, ‘Zucco’luğunu keşfetme olanağı veriyorsun sanki. Kopuksun tamam ama dahası Marlen Konstant mısın sen?

B. Güney Ulutaş: Marlen gibi hissedenlerden ziyade Zucco’luğunu keşfetmeye çalışmak değil mi mesele? Mesele tam da işte bu; Kopuklar bireyin kendini ve dünyayı değiştirmeye inanmayı anlatan bir keşif hikâyesi. Edebiyat kopma alanım oldu her zaman, (burada kopmak derken bir uyanıştan, aydınlamadan, isyandan söz ediyorum) adalet ve psikoloji, özel ilgi alanıma dönüştü. Zamanla suç, ceza, toplumsal hafıza, uyumsuzluk eklendi buna. Durum böyle olunca da erken ölmüş, öldürülmüş, ama arkasında büyük izler bırakmış yazar ve eserleri Kopuklar’a konuk oldu. Onların aurası kitabın zeminiydi, yıkılmazlık kazandı hikâye böylece, binanın içini -boş ve göz alıcılıktan uzakta-   hayal ettiğim iyi şeylerle doldurmaya çabaladım.

Marlen Konstant’a gelince, bendeki kopma isteği Marlen’in kopma isteğiyle eş değer. Gezi döneminde kendi kişisel eylemimde ondan feyz aldım. Gerçeklerin penguenler tarafından ele geçirildiği gecenin sabahı yaptığım ilk iş evdeki koca televizyonu Uğur Mumcu anıtının önüne bırakmaktı. Televizyona tam bir hafta boyunca kimse dokunmadı. O zamandan bu zamana çok şey değişti. Geçenlerde Şişli’de sabaha karşı kapı önlerine kitap bırakılmış mesela, (Kopuklar’ın ilk eylemiydi bu kitapta) kitapları görenler onları alıp okumak yerine polisi aramışlar ve kitaplar toplanmış. Burada polisin gelip toplamasına şaşırmadım, beni asıl ilgilendiren insanların kitapları ihbar etmeseydi… Soruna gelince, Marlen’nin aradığı bir şiir var, onu bulunca her şey düzelecek dünya değişecek sanıyor, o romantik bir şair, direnişçi ve anarşist… Özgürlük ve barış yanlısı bir arkadaş grubunun hayalimdeki yansıması benim için. O yüzden coşkulu bir ezginin peşinden gitmek gibiydi Kopukları yazmak.

Mert Kırlak: Güney, sen Dokuz Eylül Tiyatro-Dramatik yazarlık mezunu, ödüllü bir oyun yazarısın aynı zamanda; ‘Fleur’ün dilsiz karabasanına, Ophir’in altın sarısı devrimci ateşine ve onların duru aşklarına ve Zucco’nun ruhsuz bir bataklığın dibinden, kendini yeniden inşa etme sancılarına-bir oğul berber çırağıyla birlikte- ‘bir iyileştirme gücü olarak’ kopuk yoldaş Jean Genet’yi göndermişsin. Kaybedecek bir şeyi olmayanlara ‘Hizmetçiler’ neler fısıldıyor?

12923289_767692493364984_7450062373314959666_n

B. Güney Ulutaş: Bir oyun metninin ancak sahnelendiğinde tiyatro eserine dönüşebileceğine inananlardanım. Oyunlarım ve ödüllerim çekmecemde duruyor, çünkü genel olarak Kopuklar’daki mevzular dönüyor onlarda da haliyle sahnelenmesi ödenekli ve özel tiyatrolarda her zaman bir engele takılıyor. Engellere takılmaya alıştık Dramatik Yazarlık mezunları olarak, çekmece oyunları yazıyoruz, güzel güzel büyüyorlar orada. Türkiye de yeni yazar gelmiyor diye ağlamak var sadece. Yeni oyun yazarlarına birileri yer açacaksa o da ancak usta yazarlardır. Onlar koltuklarına yapıştıkları sürece genç yazar isterse dünyanın en iyi oyununu yazsın yine de yalnızdır, yapayalnızdır.

Genet’ye gelince, onun balkonundan Hizmetçiler’i izlediğimi düşünürüm bazen, insanlar arası sınırlar kalkar, eşitlenir, kimlikler yiter, saf coşkusu vahşi romantik söylemleri ile sarsıcıdır. Yetimhane arkadaşlığı olabilir mi Zucco’yla ikisinin kaderi ya da yoksa onları kimsesiz kıldığının farkında olmayan önce anne baba, sonra da toplum ve sistem midir bir yerlerde yanlış yapan? Bu duyarsızlığa medya da bulaşmıyor mu, bizi asıl ilgilendiren haberlerin yerine sürekli bir oyalamacanın içinde değil miyiz, bunları bilip yazmazsam bir yazar adayı olarak bu yanlışa ortaklık etmiş olmaz mıyım? Kaybetmekten sakındığı onlarca şeye sahip olanların huzursuz hayatlarının yanında, kaybedecek bir şeyi olmayanların hayatları bir mücevher. Bunun farkına vardığınızda dünya sizin eviniz oluyor, eşyaların ağırlığı ise cehennem.

Mert Kırlak: Bizim zamanımızdan, romanın ‘sonlandığı-sürdüğü’ eylül-ekim 2019’a dair bir öngörüde-kehanette bulunsan, roman hayatı boyunca yaşadığı dönüşüm sonrası acaba Zucco, yazarını oralarda bir yerlerde hâlâ bekliyor mu? -Zucco’nun  Godless adını yakıştırdığı o Allahsız seri katil soruya dahil.-

B. Güney Ulutaş: Sezgilerim tüm dünyaya ıssızlığın yaklaştığını söylüyor ve ben bunu kabullenmek istemiyorum. Umutsuzluğu, düş kırıklığını kabul etmek istemiyorum. Kopuklar’da bir coşkunun izini sürüyordum, şimdi ise unutuşun. Zucco’nun dönüşüp geldiği noktada yollarımız bir ama uzam olarak ayrı düştük, o artık bir kopuk olarak hayatta kalmanın ve mutlu olmanın yollarını bulacaktır. Sevgi Hikâyesi Koleksiyoncunun izini sürersek eğer, çünkü keşif henüz yeni başladı, sıra bir kopuk olarak hayatın hakkını vererek yaşamada. Onun ve benzerlerinin dünyadaki tüm zorbalığa karşı sanatsal ve barışçı çözümler üreteceğine inanmayı sürdüreceğim. Kanıksama ve unutuşun biteceği bir zaman gelecek ve işte o zaman yeni hikâyem gözyaşı parlaklığında olacaktır. Bunu çağırıyorum bugünlerde.

Mert Kırlak: Biz birbirimizi bileli 22 yıl olmuş.

”… ve hiçbir şey ruha değen bir şiir dizesi kadar etkili değildir…”

‘Ruhun sürekli kalp atışları ruhun/ Ve cümle gibi mecbur iç çekişleri/ Baharda salıncak iplerine tutunup/ Bir ileri bir geri yükselir gök kubbeye/ Örtülmez bir lahza mecbur gölgesi ağaca/ Karaltı ormanında bir yeşil bir yeşil/ Dağıtıyor bulutları o benden önce/ Değiyor yıldızlara ayrılıp yedi kat melekten… MİN-HAÇ/  

Ben senin şiirinin sesini bir nehrin geceye akmasından bildim. Güney Ulutaş’ın şiiri ‘hangi alemlerde’ şu vakitler?

B. Güney Ulutaş: Annemin adı Minhaç ve ona yazıldı o şiir, dikkatini çekmesi ne güzel olmuş. Şiir hakkında artık daha farklı düşünüyorum. Çoğumuz yazmaya şiirle başlarız ya, sen de yazardın hala da öyle, bende de farklı olmadı, ta ki Ingeborg Bachmann’ın ölümünden sonra bulunan “Daha iyi bir dünya bilmiyorum” adlı son şiiri okuyunca dek:

Kim daha iyi bir dünya biliyorsa, bir adım öndedir.
Yalnızdır,
bu salyayı kurutmadan
onu çehresinde taşıyarak
cesaretten uzak
ecrini almış
ve taç giymeye gider gibi
şaraba, ekmeğe
ve de yoldaşlarına sığınır.”
diye başlar ve aynı sesin yankısıyla devam eder. Bir direnme sesi şiir bende. Yaşamıyla, öngörüsüyle, duruşuyla hakkını vererek yaşamalı bir şair ve o yaşamaların içinde şiir süzülüp gelen ya da peşi sıra sürüklendiğimiz bir ses olmalı. Şiirle olan bağım konusunda düşünceliyim, ama romanı oluştururken postmodern anlatım dilinin tüm olanaklarından yararlandığımı söyleyebilirim. Marlen Konstant imzalı şiirler, katil ve kurban arasındaki gidip gelen notlar, yıllar sonra sahibine ulaşan bir aşk mektubu ve Fleur ile Zucco’nun buluşmasını bir oyun sahnesi gibi kurmaya özen gösterdim. Anlatmak istediğim hikâyeler, bir şiire girerse henüz olgunlaşmamış bir sesin fısıltısı olur, bunun için zaman gerek. İyi hikâyeler anlatan bir şair! Bu ise çabalamaya değer.

Mert Kırlak: ‘Kopuklar’a dönersek; roman, dünyasını bir tür ‘coğrafyasızlık’ yahut daha iyi bir deyişle ‘bütün coğrafyalarda olabilirlik- doğabilirlik’ üzerine kuruyor.’Enternasyonal bir edebiyat-eylem coğrafyası.’ ‘Kopuklar, Raskolnikov istasyonuyla’,’Samsa’nın yeriyle,, Rimbaud Oteli ve Leviathan Şatosuyla, Duman klubü, Werther Adliyesi, Shelly Kafe’siyle, Saramago, Auster, Baricco kasabalarıyla, yerkabuğunu yeni bir iklimin gökyüzüne bulama iddiasıyla, Chopin’in notalarının, Picasso’nun, Mualla’nın, Balaban’ın, Dino’nun renklerinin, Cansever’in, Woolf’un Shakespeare’in kelimelerinin, Claudel’in kara taşının, Treplev’in, Ophelia’nın, Fasulyeciyan’ın nefesinin bütün insanlığa, ‘tahakkümün unutulduğu bir dünya adına’ ait olduğu gerçeğini, şimdi bizim karanlık ve bencil ‘mağara duvarlarımıza’ çakıyor. ‘Tek bir mahallenin’ çıkmaz sokağında tükenmek yerine, bütün kara parçalarına uzanmak -‘Türkiye hariç değil’- zulmün gezegen genişliğindeki kılıcına, vicdanın, aklın ve kardeşliğin gezegen genişliğindeki yapıtlarıyla davranmak istiyor. Ne dersin?

B. Güney Ulutaş: Zorbalığa karşı direnişi anlatan bir eserin anavatanı, sadece yazıldığı topraklar değil, okunduğu topraklardır da.. Kopuklar tüm dünyada kapitalizmin yarattığı eşitsizlik, ötekileştirme ve popüler kültürün yükselişine karşı, sanatın eylemsel, isyankar gücünü haykıran bir sevgi hikâyesi… Onu tek bir coğrafyaya ait kılmak, onun düşüncesine haksızlık etmek olurdu.

Diğer yandan kitap çıkalı 6 ay kadar bir süre oldu, çok satar olmadı, dergilerde göz doldurmadı sosyal medyaya pek uğramadı, popüler yazarların ard arda kitaplarının çıktığı zamanlarda edebiyat dünyasında da direnmeye devam etti, ama en önemli ve iyi edebiyat eleştirmenlerinin gözünden kaçmadı, yol arkadaşlarını buldu ya da yol arkadaşları gidip onu buldu. Tam da bunun için yazılmıştı kitap, olması gereken oldu.

Ütopyamda dünya hepimizin evi, sınırlar, statüler yok, bir diğerinde üstün değil, eşit haklara ve özgürlüklere sahibiz, kopukların savunduğu da özünde bu. O yüzden Kopuklar Türkçe yazılmış ama dünyadaki tüm dillerde okunması arzulanan bir kitap benim için. Yeter ki dünyayı değiştirmeye inanmayı sürdürelim -buna dünyanın ucundaki kucaklaşmaların da mümkün olabileceği dâhil-

Mert Kırlak: Yollarına yoldaş olsun ‘Kopuklar’ o vakit…

B. Güney Ulutaş: Sevgili Mert, Kopuklar senin de dediğin gibi mesai isteyen bir kitap, fakat bu mesaiye gönüllü okurlar için onları sabırsızla bekleyen mahcup bir yol arkadaşı kazanacaklarını söyleyebilirim. Ayrıca bu incelikli sorular ve bunca yıllık dostluğun için sana çok teşekkür ederim.

  • Kopuklar
  • Yazar: B. Güney Ulutaş
  • Türü: Roman
  • Basım Tarihi: Şubat 2016
  • Sayfa Sayısı: 367 Sayfa
  • Yayınevi: Can Yayınları
Mert Kırlak
Latest posts by Mert Kırlak (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

“Aslında uzun hikâye, ama ben kısa anlatacağım”

Read Next

Kalbin Yardımcı Fiilleri

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *